Bir tarafta sosyetik davetler, muhteşem toplantılar,
yozlaşma dönemlerinde seçkinlerin ve
şımarıkların geçerli saydıkları çeşitli
değerler at oynatıyor. Karşı tarafta mütevazi
görünüşlü toplantılar, yoksul sofraları göze
çarpıyor. Bu toplantılarda varolan, bol bulunan tek
şey "iman." Gerisi hep "yok." Süs yok,
gösteriş yok, cazibe yok, ihtişam yok, görkem yok. Bu
iki kutup şu yeryüzünde karşı karşıya
geliyorlar, yanyana duruyorlar.
Birinci kutup bütün ayartıcı, baştan çıkarıcı
silahlarını kuşanarak ortaya çıkıyor.
Servetini, güzelliğini, saltanatını,
itibarını, gerçekleştirdiği çıkarlarını,
cebini şişiren vurgunlarını,
eğlencelerini ve lüks yaşantısını ortaya
koyuyor. Karşı kutup ise yoksul ve alçakgönüllü
görüntüsü ile meydana çıkıyor. Mala ve
eğlenceli hayata dudak büker. Mevki ile, saltanatla alay
eder. İnsanları tarafına çağırır.
Bunu ne gerçekleştirmek istediği bir haz uğruna,
ne yoluna koymayı dilediği çıkarları
uğruna yapar. Bir egemenliğin
yakınlığını kazanmak, bir yetkiliye
sırtını sıvazlatmak da değildir
amacı. Bu çağrıyı inancı adına
seslendirir. Mücadelesi gösterişten yoksun, her türlü
çekicilikten arıdır, yüce Allah'dan başka hiç
kimsenin beğenisine metelik vermez. Dahası var. Bu
inancı insanlara tanıtırken sıkıntı
çeker, ter döker, göğüs göğüse çarpışır,
hakaretlere uğrar. Bu dünyanın hiçbir varlığı
hiçbir değeri bu mücahidlere ödül olaya lâyık
değildir. Onların tek ödülü yüce Allah'ın
yakınlığını kazanmalarıdır.
Asıl ödüllerini, eksiksiz biçimde, son hesaplaşma gününde
alacaklardır.
Kureyş kabilesinin şu burnu büyük şeflerine
bakınız. Yüce Allah'ın ayetleri kendilerine
okununca yoksul mü'minlere dudak bükerek şöyle derler;
"Hangimizin sosyal konumu daha üstün, hangimizin itibarı
daha yüksektir? Muhammed'e inanmayan kodomanlarınmı,
yoksa O'nun etrafında halkalanan yoksulların mı? Söyleyin
bakalım bu iki kesimin hangisinin sosyal konumu daha üstün,
hangisinin itibarı daha yüksektir? Nadir b. Haryis'in, Amr
b. Hışam'ın, Velid b. Mugıre'nın ve
kodaman dostlarının mı, yoksa Bilâl'in, Ammar'ın,
Habbab'ın ve gariban yoldaşlarının mı?
Eğer Muhammed'in, insanları benimsemeye çağırdığı
inanç sistemi iyi bir şey olsaydı, onun
bağlıları, Kureyş toplumu içinde hiçbir yeri,
hiçbir önemi olmayan şu birkaç gariban mı olurdu?
İnananlar basık, yoksul ve çıplak bir kulübeden
başka toplanacak yer bulamayan zavallılar mı olurdu?
Buna karşılık karşıtları sosyetik
toplantıların davetlileri ve toplumun parmakla gösterilen
yıldızları mı olurdu?
Bu mantık toprağa bağımlıların,
her zaman ve her yerde rastlanan yüce ufukları görecek
gözü olmayan nasipsizlerin mantığıdır. Bu
inanç sisteminin süsten, gösterişten, debdebeden ve
diğer baştan çıkarıcı avantajlardan
soyutlanmış bir yalınlıkta ortaya çıkması
rastgele değildir; bu durum yüce Allah'ın hikmetinin
sonucudur. Güdülen amaç şudur: Bu inancın sırf
kendisini isteyenler, insanların
alkışlarını ellerinin tersi ile bir yana
iterek yüce Allah'ın rızasına göz dikenler,
insanların karşılarında takla
attıkları değerleri ve baştan çıkarıcı
avantajları hiçe sayabilenler ona gelsinler. Buna karşılık
mevki, çıkar, gösteriş, debdebe, servet, refah ve lüks
hayat düşkünleri ondan uzak dursunlar.
Bir sonraki ayette şaşkın, mevkileri ve
debdebeleri ile böbürlenen kâfirlerin bu şımarık
sözlerine vicdanları titreten bir karşılık
veriliyor. Bu karşılık, kalpleri eski sapık
kuşakların yok oluşlarına yöneltiyor. Eski
sapıkların sahip oldukları parlak mevkilere ve
başlarını döndüren ölçüsüz refaha rağmen
yokolmaktan kurtulamadıklarına dikkat çekiliyor.
Okuyoruz:
Evet, o sapıkların dayalı-döşeli köşkleri,
lüksleri, tantanaları ve cazip görüntüleri kendilerine
bir yarar sağlamadı. Yok olmalarına ilişkin
ilahi kararın gerçekleşeceği anda bunların hiçbiri
onları yüce Allah'ın cezasından kurtaramadı.
Ama şu "insanoğlu" denen varlık
unutkandır. Eğer gerçekleri hatırlasa ve düşünse
görünüşün büyüsüne aldanarak gurura kapılmazdı.
Eski sapıkların yok edilişlerine ilişkin
tarihi olaylar gözünün önüne dikilip kendisini uyarırken,
benzer akıbete uğramaktan, sakındırırken
hiçbir şey olmamış gibi pervasız
yaşantısını sürdürmëzdi. Kendisinden daha
güçlü, daha zengin ve daha kalabalık tayfalı eski
yoldaşlarının acı akıbetlerinin kendisini
de beklediğini gözardı etmezdi.
Sapıkların dikkatlerini geçmişin acı
olaylarından ders almaya yöneltmek isteyen bu "ihtar"dan
sonraki ayette Peygamberimiz, bu kâfirlere meydan okumaya çağrılıyor.
Bu iki grubun hangisi sapık yolda ise yüce Allah'ın
sapıklığını arttırmasını
dilemesini emrediyor. Nasıl olsa kâfirler ya tehdit
edildikleri dünya azabı ile ya da kıyamet gününün
dehşeti ile yüzyüze geleceklerdir. Okuyalım: