Burada Hz. Musa "seçilmiş" bir önder olarak
bize tanıtılıyor. Yüce Allah, onu kendisi için
seçmiş ve çağrısını seslendirmek üzere
görevlendirmiştir. O hem "Resul" hem de "Nebi"
idi. "Resul" kendisine orijinal bir çağrı
mesajı sunulmuş ve bu çağrıyı insanlara
iletmekle görevlendirilmiş seçkin bir peygamberdir. "Nebi"
ise insanlara orijinal bir mesaj duyurmakla görevlendirilmiş
değildir. O, yüce Allah'dan aldığı bir inanç
sisteminin taşıyıcısıdır.
İsrailoğulları arasında Hz. Musâ'nın çağrısını
sürdürmekle ve ona yüce Allah tarafından gönderilen
Tevrat'ı hayata aktarmakla görevlendirilmiş birçok
"Nebi"ler vardı. Nitekim yüce Allah şöyle
buyuruyor:
"Gerek islâma bağlı peygamberler ve gerekse
Allah'a bağlı bilginler ve din adamları
Allah'ın bu kitabının görevli koruyucuları ve
doğruluğunun şahitleri sıfatı ile
yahudiler arasında buna göre hükmetmişlerdir." (Maide
Suresi 44)
Yine bu ayetlerde Hz. Musâ ya önemli üstünlükler bağışlandığı
belirtiliyor. O'na Tur`un sağ yanından (doğallıkla
o sıradaki pozisyonuna göre sağma düşen taraftan)
seslenilmiş ve konuşma mesafesine kadar Allah'a
yaklaştırılmıştır. Bu yakın
mesafeden yapılan konuşma yüce Allah'a yakarma
biçiminde olmuştu. Biz bu konuşmanın nasıl
gerçekleştiğini ve Hz. Musâ'nın onu nasıl
anlayabildiğini biliniyoruz. Acaba bu konuşma
kulakların işitebileceği seslerden mi
oluşmuştu, yoksa insan yapısının bütünü
ile algılayamadığı dolaysız bir mesaj
mıydı? Eğer öyle idi ise yüce Allah, Hz. Musâ'nın
insana özgü yapısını O'nun ezeli sözünü algılamaya
nasıl yetenekli hale getirdi? Bunların hiçbirini
bilmiyoruz. Fakat bu konuşma olayının gerçekleştiğine
inanıyoruz. Yüce Allah'ın kullarından biri O'nunla
iletişim kurabilir. Bu iletişim sırasında ne
kul, kulluk niteliğinden soyutlanır ve nede yüce Allah'ın
yüce sözü, yüceliğini kaybeder. Böyle bir iletişimi
gerçekleştirmek Allah için basit bir iştir. Üstelik
daha önce insan "insan" olma niteliğini,
Allah'ın ruhundan yapısına üflenen bir soluk
sayesinde kazanmıştı.
Bilindiği gibi Hz. Harun, Hz. Musâ ya yardımcı
ve destekçi olarak verilmişti. Bunu Hz. Musa yüce Allah'dan
istemişti. Okuduğumuz ayetlerde bu armağan, Hz. Musâ
ya yönelik bir rahmet olarak anılıyor. Başka bir
ayette Hz. Musâ'nın bu isteği bize şöyle aktarılır:
"Kardeşim Harun'un konuşma yeteneği
benimkinden üstündür. Onu benimle birlikte görevlendir ki,
beni desteklesin, omuzlasın. Çünkü onların beni
yalanlayacaklarından korkuyorum. (Kasas Suresi 34)
Zaten "rahmet" bu surenin tümünün havasına
egemen olan bir motiftir. Ayetlerin devamında Hz.
İbrahim'in soyunun başka bir kolu ele alınarak
Araplar'ın atası Hz. İsmail gündeme getiriliyor.
Okuyoruz:
Burada Hz. İsmail sözün eri olmakla, sözünü tutmakla
övülüyor. Sözünde durmak tüm peygamberlerin, hatta bütün
iyi kulların ortak niteliğidir. Fakat
anlaşılan bu nitelik Hz. İsmail'de son derece
belirgindi. Bu yüzden özellikle vurgulanması, dikkatlere
sunulması uygun görülmüştür.
Hz. İsmail, orijinal mesaj sahibi bir "Resul"
idi. Bu yüzden ilk Araplar arasında hakka çağrı görevi
yürütmüş olmalıdır. Zaten Arapların
atası idi. Peygamberimizin peygamber olmasına yakın
yıllarda tek Allah inancına bağlı, tek-tük
bazı araplara rastlanıyordu. Bu kimselerin Hz.
İsmail'in bağlılarının
uzantıları olmaları kuvvetle muhtemeldir. Ayetlerde
Hz. İsmail'e gelen inanç sisteminin temel ibadetlerinin
namaz ve zekât olduğu anlatılıyor ve Hz.
İsmail'in yakınlarına bu ibadetleri
yapmalarını emrettiği belirtiliyor. Sonra da O'nun
Allah'ın hoşnutluğunu kazanmış bir
kişi olduğu dile getiriliyor. "Hoşnutluk"
bu surenin havasına egemen olan belirgin motiflerden biridir.
Bu motif, "merhamet" motifinin bir benzeri,
aralarında anlam yakınlığı vardır.
Ayetlerin devamında son olarak Hz. İdris'in hikâyesine
değiniliyor. Okuyoruz: