Evet, o "büyük gün" de görecekleri dehşetli
manzara yüzünden vaygele başlarına! Sözkonusu "büyük
gün"ün belirtisiz bırakılması, olağanüstü
önemini ve korkunçluğunu vurgulamak içindir. O gün öyle
büyük bir toplantı gerçekleşecek ki, bu
toplantıya insanlar, cinler, melekler tümü ile katılacaklar
ve bu toplantı, kâfirlerin kendisine düzmece ortaklar yakıştırdıkları
yüce Allah'ın huzurunda gerçekleşecektir. Ayetlerin
devamında kâfirlerle alay ediliyor, onların dünyadayken
doğru yola erdirici kanıtları umursamazlıkla
karşılayan tavırları kınanıyor. Oysa
onlar o büyük ana-baba gününde kulakları herkesten iyi
işiten, gözleri herkesten keskin gören kimseler olacaklardır.
Ayeti bir daha okuyalım:
"Karşımıza gelecekleri gün kulakları
ne güzel işitecek ve gözleri ne iyi görecektir. Fakat o
zalimler bugün açık bir sapıklık içindedirler."
Bu kâfirler ne biçim adamlar! İşitmenin ve görmenin
doğru yola ve kurtuluşa erdirici olduğu zaman ne
kulakları işitir ve ne de gözleri görür. Fakat o
büyük toplantı gününde en keskin gözlü ve hassas kulaklı
kimseler kesilirler. Oysa o gün görmenin ve işitmenin
onlara perişanlıktan, rezillikten başka bir
şey kazandıracağı yoktur. Hep istemedikleri sözler
işitecekler ve sırf korkunç manzaralar göreceklerdir o
dehşetli günde! Devam ediyoruz:
"Ey Muhammed, onları o hayıflanma ve
pişmanlık günü hakkında uyar."
O gün hayıflanmalar ve pişmanlıklar öyle
üstüste biner, öyle yoğun olur ki, sadece hayıflanma
günü, ahlanma ve vahlanma günü halini alır, başka
bir şeye rastlanmaz olur. O günün havasına
hayıflanma egemendir, en göze çarpıcı
gelişmesi yazıklanma olur. Ey Muhammed, onları
hayıflanmaların, ahlanmaların ve vahlanmaların
yarar sağlamadığı o gün hakkında uyar.
Çünkü;
"Hani o gün onlar halâ gaflet içinde yüzerlerken, ve
inanmazlıklarını sürdürürlerken haklarındaki
hüküm kesinleşiverir."
İfade o kadar canlıdır ki, sanki "o gün"
ile onların iman etmemeleri arasında hiçbir zaman aralığı
yoktur, o gün ile onların içinde yüzdükleri gaflet sanki
bitişik, birbirleri ile bütünleşmiştir.
Onları işte o gerçekleşeceği kuşkusuz
gün hakkında uyar. O gün yeryüzünün tüm varlıkları,
tüm insanları yüce Allah'a döneceklerdir, O tek mülk
sahibinin mülkiyetine gireceklerdir. Okuyoruz:
Hz. İsa'nın doğuşu hikâyesi, "Allah'ın
oğlu"masalının çirkinliğini,
asılsızlığını, düzmeceliğini
ve sapıklığını ortaya koyarak
noktalandı. Bunu Hz. İbrahim hikâyesinin bir bölümü
izliyor. Bu hikâyede de müşriklik inancının ve
puta tapıcılığın çirkinliği,
asılsızlığı, düzmeceliği ve
sapıklığı ortaya konuyor. Hz. İbrahim,
Arapların soyundan geldikleri bir peygamberdir. Hatta Mekkeli
müşrikler, O'nun oğlu Hz. İsmail ile birlikte
inşa ettiği kutsal evin, yani Kâbe'nin bakıcıları,
korucuları olduklarını söylerler.
Hikâyenin bu bölümünde Hz. İbrahim'in sevecenliği
tatlı huyluluğu ve yumuşak kişiliği
belirgin biçimde dikkatimizi çeker. Ayetlerden bize Arapça
tercümeleri nakledilen sözleri ve ifadeleri onun fedakâr,
kararlı ve yumuşak huylu kişiliğinin somut
kanıtlarıdır. Aynı kişiliğin
izlerini babasının cahillikleri
karşısında takındığı cana
yakın tutum da yansıtır. Bunun yanısıra
bu hikâyede yüce Allah'ın ona yönelik rahmeti de gözler
önüne serilir. Bu engin rahmetin tecellisi olarak yüce Allah,
ona babasının ve putperest ailesinin yerine, sonradan büyük
bir ümmete dönüşecek olan hayırlı bir soy
armağan etmiştir. İlerde bu soydan birçok
peygamberler ve örnek kişilikli önderler çıkacaktır.
Fakat bu örnek neslin arkasından namazı savsaklayan,
ihtiraslarının tutsağı olan bir kuşak
geldi. Bunlar ataları Hz. İbrahim'in açtığı
aydınlık çığırdan, dosdoğru yoldan
saptılar. Sözünü ettiğimiz bu kuşak
Peygamberimizin karşısına dikilen şu müşriklerdir.
Yüce Allah, Hz. İbrahim'i dürüst ve gerçeğe son
derece bağlı bir peygamber olarak tanıtır. Bu
sıfat hem doğruluk, hem de gerçek tutkunu anlamlarını
taşır. Bu sıfatların ikisi de onun
kişiliğine uygun düşer. Şimdi ayetleri
okuyalım: