Bu tabloda Hz. Meryem'i, üçüncü "şok"
yaşarken görüyoruz.
Ayetler, onun hamileliğine ilişkin bilgi vermiyor.
Acaba nasıl gebe kaldı ve bu gebeliği ne kadar sürdü''
Acaba bu hamilelik, her kadının başından geçen
normal bir hamilelik mi idi:' Eğer öyle ise şöyle düşünebiliriz:
Cebrail'in soluğu, dişi spermaya canlılık ve
hareket aşıladı. Arkasından bu sperma,
embriyoya, embriyo bir lokmalık et parçasına ve et parçası
kemiğe dönüştü. sonra kemikler kaslarla giydirildi,
böylece oluşan cenin, ana rahmindeki bilinen günlerini
doldurmuş oldu.
Olayların böyle bir gelişme çizgisi izlemiş
olmaları mümkündür. Çünkü dişi sperma, döllendikten
sonra gelişme ve büyüme sürecine girer ve bu süreç dokuz
kameri ay sonra noktalanır. Bu olayda Cebrail'in üflediği
soluk dölleme olayını gerçekleştirmiş ve
dişi sperma bu noktadan itibaren doğal gelişim sürecini
izlemiş olabilir.
Buna karşılık böylesine özel bir durumda dişi
sperma, Cebrail'in üflediği soluktan sonra normal
dışı bir gelişme çizgisi de izlemiş
olabilir. Bu durumda sözünü ettiğimiz gelişme
aşamalarının süreleri kısaltılmış
olabilir. Böylece bu aşamaları izleyen ceninin
oluşumu, gelişmesi ve olgunlaşması son derece
kısa bir zamana sığmış olabilir.
Ayetler bu iki gelişme sürecinden hangisinin gerçekleştiği
hakkında bilgi vermiyor. Bu yüzden hakkında herhangi
bir delile sahip olmadığımız bu meseleyi daha
fazla kurcalayacak değiliz.
Şimdi gözlerimizi, ailesinden uzak bir köşeye
çekilen Hz. Meryem'e çevirelim. O bu yalnızlık köşesinde
öncekilerden çok daha dehşet uyandırıcı bir
durumdadır. Daha önceki durumlardaki problemi namus, terbiye
ve ahlak problemi idi. Bu problem, kendisi ile vicdanı
arasındaki bir problemdi. Oysa şimdiki
sıkıntısı başkadır. Şimdi
toplum önünde rezil olmanın, bir skandal kahramanı
olarak çevresi ile yüzyüze gelmenin eşiğindedir.
Bu psikolojik acılarının yanısıra
fizyolojik sancıların pençesinde de kıvranmaktadır.
Kendisini bir hurma ağacı dalının yanına
koşturan, bu hurma dalına tutunmaya zorlayan
amansız doğum sancıları çekmektedir. Bu
ıssız yerde tek başınadır,
yapayalnızdır. Bakire bir genç kız olarak bu tür
sancılarla ilk kez tanışmanın
şaşkınlığı içinde bocalamaktadır.
Karşı karşıya geldiği durum hakkında
hiçbir ön bilgisi olmadığı gibi, kendisine en
ufak bir yardımda bulunacak bir kimsesi de yoktur. Bu yüzden
bunalım derecesine yaklaşmış bir bezginlik içinde
şöyle dediğini duyuyoruz:
Biz onun bu sözleri söylerken yüzünde beliren
ızdıraplı mimikleri görür gibi oluyor, duygusal
çırpınışların nabzını
avucumuzda hisseder gibi oluyor, çektiği acıların
yüzlere yansıttığı izlere ellerimizle dokunur
gibi oluyoruz. O karşı konulmaz bir özlem ile "unutulmuş"
olmayı arzuluyor. Tıpkı aybaşı
kanını silmek için kullanılan ve sonra
fırlatılıp atılan bir paçavra gibi olmak
istiyor.
İşte bu dayanılmaz acılar içinde engin dehşetin
dalgaları ile boğuşurken
karsılaştığı sürprizlerin en büyüğü
meydana geliyor. Okuyalım: