16- Bu Kitap'ta Meryem hakkında
anlattıklarımızı da hatırla. Hani O,
ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere
çekilmişti.
17- Komşuları ile arasına bir perde
germişti. Bu sırada ona ruhumuzu (Cebrail'i) gönderdik.
O, ona normal bir erkek kılığında görünmüştü.
18- Meryem, O'na "Ben senden "Rahman" olan
Allah'a sığınırım. Eğer kötülük
yapmaktan sakınan biri isen bana dokunma "dedi.
19- Cebrail dedi ki; "Gerçekten ben, sana temiz bir oğlan
vermek için sırf Rabbinin ginderdiği elçiyim"
20- Meryem, Cebrail'e "Benim nasıl oğlum
olabilir? Bana hiç erkek eli değmiş değildir, hiç
gayri meşru ilişkim de olmadı" dedi.
21- Cebrail dedi ki; "Allah ,söyle diyor: Bu
iş
benim için kolaydır. Bu olayı insanlara gücümüzü
kanıtlayan bir mucize ve oğlunu da onlara rahmet
kaynağı olarak sunmak istiyoruz. Bu olay
kesinleşmiş bir hükümdür.''
Şimdi hikâyenin ilk sahnesi önündeyiz. Karşımızda
vücuduna erkek eli değmemiş, genç bir bakire kız
var. Daha ana karnındayken annesi tarafından bir mabedin
hizmetine adanmış. Onun hakkında hiç kimse temizliğinden
ve iffetliliğinden başka bir şey bilmiyor. Hatta bu
yüzden İsrail mabedinin temiz
bakıcılarının babası olan Hz. Harun'un
soyundan geldiği söyleniyor. Öteden beri ailesi temiz ve
dürüst olarak tanınıyor.
İşte şimdi bu genç kız özel bir durumunun
gereği olarak ailesinden uzaklaşarak onların göremeyecekleri
tenha bir yere çekiliyor. Bu "özel durum"un ne olduğunu
ayetler bize söylemiyor. Belki de bu özel durum tamamen genç kızlara
özgü bir durumdur da bu yüzden açıklanmıyor.
İşte genç kızımız bu tenha köşede,
yalnız olduğundan emin olarak otururken, birdenbire
çarpıcı bir sürprizle yüzyüze geliyor. Karşısında
eli-ayağı düzgün, normal bir erkek duruyor. Okuyoruz:
"Bu sırada ona ruhumuzu (Cebrail'i) gönderdik. O,
ona normal bir erkek kılığında görünmüştü."
Bu sürpriz üzerine ödü kopan genç kızımız,
şimşek hızı ile ayağa kalkıyor.
Issız bir yerde yalnız başınayken yabancı
bir erkekle yüzyüze gelen her genç kız gibi paniğe
kapılmıştır. Hemen Allah'a
sığınıyor, kendisine yardım etmesini, bu
zor durumunda imdadına yetişmesini diliyor. Bir yandan
da karşısındaki yabancı erkeğin takva
duygusunu uyarmaya girişiyor. Onu Allah'dan korkmaya, bu
tenha yerde kendisini gözetleyen yüce Rabbinden çekinmeye çağırıyor.
Okuyalım:
"Meryem O'na `Ben senden Rahman olan Allah'a
sığınırım. Eğer kötülük yapmaktan
sakınan biri isen bana dokunma' dedi."
Öyle ya. İçinde kötülükten sakınma duygusu
taşıyan kimse "Rahman" sıfatlı yüce
Allah'ın adını duyar duymaz irkilir ve
şehvetini frenleyerek şeytandan gelen dürtülerine gem
vurur.
Hikâyemizin kahramanı olan genç kızı
hayalimizde canlandırmaya çalışalım. Tertemiz,
masum, son derece güçlü bir namus eğitimi almış,
iffetli bir aile ortamında büyümüş, daha ana
karnındayken Allah'a adandıktan sonra Hz. Zekeriyyâ'nın
gözetimi altına girmiş bir iffet örneği
karşısındayız. Bu yüzden az önce karşılaştığı
sürpriz, onu tepeden tırnağa sarsan ilk "şok"
olur. Devam ediyoruz:
"Cebrail, ona 'Ben Rabbinin gönderdiği bir elçiyim.
Sana temiz, hayırlı bir erkek çocuğu
bağışlamak için geldim' dedi."
Hayalimizi işletmeye devam ederek bu masum genç kızın
işittiği bu sözler karşısında
duyacağı korkunun ve utancın derecesini kavramaya
çalışalım. Karşısında eli
ayağı düzgün, normal, yani insan cinsinden olduğu
kuşkusuz görünen yabancı bir adam duruyor. Adam, Allah
tarafından gönderildiğini söylüyor, ama genç kız
henüz bundan emin değildir. Belki de
saflığından, temiz duygularından
yararlanmayı amaçlayan kötü niyetli bir tuzakla karşı
karşıyadır. Adam, her mahcup genç kızın
kulaklarını tırmalayacak bir amaçla geldiğini
açık açık söylüyor. Kendisine bir erkek çocuğu
bağışlamak istediğini belirtiyor. O tenha
yerde yalnız ikisi vardır, ortalıkta başka hiçbir
Allah kulu yok. Bu yüzden bu durum, Hz. Meryem'i bir daha tepeden
tırnağa sarsan ikinci "şok" olur.
Fakat çok geçmeden toparlanır ve namusunu tehdit
altında hisseden bir dişiye yaraşacak bir kahraman
kesilir. Bu eda ile karşısındaki erkeğe açık
açık sorar. Nasıl? Okuyoruz:
"Meryem, Cebrail'e 'Benim nasıl oğlum olabilir?
Bana hiç erkek eli değmiş değildir, hiç gayrımeşru
ilişkim de olmadı' dedi. "
Görüldüğü gibi Hz. Meryem, dobra dobra konuşuyor.
Hem söylemek istediğini açık sözlerle dile getiriyor,
örtülü ifadelerin dolambaçlığına
başvurmuyor. Bu ıssız yerde yabancı adamla
baş başadır. Üstelik adam, bu baskın kokan
ziyaretinin amacını az önce açıklamış
durumda. Fakat nasıl olacak da adam kendisine bir erkek
çocuk bağışlayacak? Meryem bunu henüz anlamış
değil. Gerçi adam kendisine "Ben Rabbinin gönderdiği
bir elçiyim" dedi. Kendisine ne doğumunda ve ne de
hayatında hiçbir lekeli nokta bulunmayan tertemiz bir erkek
çocuğu armağan etmek amacı ile geldiğini
belirtti, böylece güvenini kazanmaya çalıştı,
ama bu tatlı sözler, O'nu içinde bulunduğu durumdan
kaynaklanan korkusunu yatıştırmaya yetmedi. O halde
şimdi utangaçlığın sırası
değil. En iyisi açık açık konuşmalı. Bu
iş nasıl olacak? Kendisi vücuduna erkek eli değdirmemiş
bir bakiredir. Ayrıca bir fahişe de değildir ki,
çocuk peydahlamaya yol açacak bir cinsel ilişkide
bulunmayı kabul etsin!
Hz. Meryem'in bu sorusundan açıkça anlıyoruz ki,
kendisi bilinen erkek-kadın çiftleşmesi
dışında başka bir çocuk peydahlama yöntemi
olabileceğini bir an bile aklının ucundan geçirmiyor.
Bu da insan düşüncesinin çerçevesi içinde son derece
normal bir tavırdır. Devam edelim:
Cebrail dedi ki; "Allah şöyle diyor: Bu iş
benim için kolaydır. Bu olayı insanlara gücümüzü
kanıtlayan bir mucize ve oğlunu da onlara rahmet
kaynağı olarak sunmak istiyoruz."
Evet, Hz. Meryem'in, gerçekleşebileceğini
aklının ucundan bile geçirmediği bu olağanüstü
olay yüce Allah için son derece kolaydır. Çünkü olmasını
istediği şeye sadece "ol" demesi yeterli olan
sınırsız güç için, her iş kolaydır. O
iş ister öteden beri biline gelen yasalara uygun olsun,
isterse ters olsun, farketmez.
Okuduğumuz ayette Cebrail, Hz. Meryem'e şu açıklamayı
yapıyor: Yüce Allah, kendisine bu işin O'nun için son
derece kolay olduğunu bildiriyor. Bu olayı meydana
getirmekteki amacı onu insanlara bir mucize olarak
sunmaktır.
Bu
mucize O'nun
varlığını, gücünün sınırsızlığını
ve iradesinin kayıtsızlığını gösteren
bir kanıt olacaktır. Ayrıca başta yahudiler
olmak üzere bütün insanlar hesabına rahmet niteliği
taşıyacaktır. Çünkü onları yüce Allah'ı
tanımaya, O'nun kulu
olmayı
benimsemeye ve hoşnutluğunu kazanmaya özendirecektir.
Cebrail ile bakire Meryem arasındaki
karşılıklı konuşma bu noktada sona eriyor.
Bu karşılıklı konuşmadan sonra neler
olduğunu ayetler bize anlatmıyor. Başka bir deyimle
Kur an-ı Kerim'in hikâye anlatımında her zaman gördüğümüz
sanatsal üslubun tezahürü olarak bir "boşluk"
ile karşı karşıyayız. Bununla birlikte
bize şu bilgi verilmektedir. Vücuduna erkek eli değmemiş
bir bakire olmasına rağmen, Hz. Meryem'e bir oğlu
olacağı bildirilmişti ve bu erkek çocuğun
insanlara yönelik bir mucize ve rahmet olması yüce Allah
tarafından kararlaştırılmıştı
ya, bu karar bir oldu-bitti niteliği
kazanmıştı, gerçekleşmesi
kesinleşmişti. Okuyoruz:
"...Bu olay kesinleşmiş bir hükümdür."
Peki nasıl? burada bu konuda daha fazla bir açıklama
yapılmıyor. ("Tahrim" suresinin 12. ayetinde
"namusuna el değdirmiş olan imran kızı
Meryem de mü'minler için bir örnektir. Biz ona ruhumuzdan bir
soluk üflemiştik" deniyor. Acaba incelemekte
olduğumuz Meryem suresinin yukarıdaki bir ayetinde geçen
"ruhumuz' ifadesi ile "Tahrim" suresinde geçen
"ruhumuz" ifadesi içerik bakımından bir midir,
başka bir deyimle bu ifadeler anlamdaş
mıdırlar?
Kişisel kanımıza göre bu ifadeler farklı
anlam taşıyorlar. Bu ifade ile, bu surede "Ruh-ul
al emin (güvenilir) lâkabı ile anılan Cebrail
kasdediliyor. O yüce Allah'ın Hz. Meryem'e gönderdiği
elçidir. Buna karşılık bu ifadenin "Tahrim"
suresindeki anlamı, yüce Allah'ın Hz. Adeni e bir
soluğunu üflemiş olduğu "ruh"un
aynısıdır. Hz. Adem bu soluğun sonucunda
"insan" biçiminde ortaya çıkmıştı.
Yine bu ruh, Hz. Meryem'in edep yerine üflenen bir soluk
sayesinde rahimdeki dişi sperma hücresi gelişmeye
hazır bir canlı kimliği kazanmıştır.
Bu ilahı soluk, hem hayat vermekte ve hem de ortaya çıkardığı
canlıya türünün gerektirdiği temel yetenekleri
bağışlamaktadır. İnsan sözkonusu olunca
bu temel yetenekler, onu yücelikler alemine tırmandıran,
"insan"a yaraşır algılarla, düşünce
ile, duygularla ve sezgilerle donatan ayrıcalıklı
nitelikler demektir.
Bu yaklaşımımızın
ışığı altında biz Hz. Meryem'in
olayını da şöyle açıklıyoruz:
"Ruh-ul emin" lâkabı ile anılan Cebrail, yüce
Allah'dan aldığı bu "ruh"un soluğunu
taşıyarak Hz. Meryem'e iletmiştir.
Ama bu açıklamamızın arkasından şu
temel görüşümüzü bir kere daha vurgulamak isteriz: Biz
ne "Cebrail" anlamındaki ruhun ve ne de öbür
anlamdaki ruhun özünü kavrayamayız. Bunların her
ikisi de bilgimize kapalı kavramlardır. Yalnız biz
bu iki surenin ilgili ayetlerini irdeleyince buradaki
"ruh"un, oradaki "ruh"tan farklı anlama
geldiğini anlarız.)
Bunun arkasından hikâyenin yeni bir sahnesi gözlerimizin
önüne getiriliyor. Az önce
şaşkınlığı ile başbaşa
bıraktığımız bakire Meryem, bu yeni
tabloda daha dehşetli bir görüntüde karşımıza
çıkarılıyor. Okuyalım: