Hikâyenin bu "hatırlatma"yı izleyen
sahnesi, bir dua sahnesidir. Bu sahnede Hz. Zekeriyya'yı
yanık bir yürekle ve gizli bir fısıltı ile
Rabbine dua ederken görüyoruz. Okuyalım:
3- Hani O, Rabbine içinden yalvarmış.
4- Ve demi,ti ki; "Ey Rabbim, kemiklerim
yıprandı, yaşlılık alevi
başımı sardı. Şimdiye kadar sana dua edip
de bedbaht olduğum hiç olmadı. "
5- Benden sonra yerime geçecek yakınlarımdan yana
endi,eliyim. E,im de çocuktan kesilmiştin Bana kendi
katından bir oğul bağışla."
6- "Bu oğul, benim ve Yakuboğullarının
mirasını sürdürsün. Ya Rabbi, onu sevimli bir insan
yap." .
Hz. Zekeriyya insanların gözlerinden uzak, söylediğini
işitemeyecekleri tenha bir köşede, yüce Allah'ı
ile başbaşa kalarak O'na yalvarıyor. O'na
omuzlarını çökerten, canını sıkan
derdini açıyor. O'na yakınlık ve dolaysız
ilişki ifade eden bir dille sesleniyor; "Rabbim"
diyor. Araya harflerin ve ünlem edatlarının
aracılığını bile koymuyor. Gerçi yüce
Allah, kulların hiçbir çağrısı, hiçbir
seslenişi olmadan da onların dertlerini işitir.
Fakat dertliler, dertlerini anlatmakla ferahlarlar; bu yüzden
şikayetlerini sözlere dökme gereğini duyarlar. Rahmeti
bol olan yüce Allah, kullarının bu fıtrat
kaynaklı niteliklerini bildiği için onların
kendisine dua etmesinden, O'na dertlerini açmalarından,
canlarını sıkan problemlerini O'na
duyurmalarından hoşlanır. Bu
hoşlanışın ifadesi olarak şöyle
buyuruyor:
"Rabbiniz `Bana dua ediniz de duanızı kabul
edeyim' dedi." (Mü'min Suresi 60)
Amaç kulların sinirlerini rahatlatmalarıdır,
taşıdıkları yükün baskısından
kurtulmalarıdır, yüklerini kendilerinden güçlü ve
kendilerinden muktedir olan Allah'a havale etmiş olmanın
rahatlığını, hafifliğini gönüllerinde
hissetmeleridir; dergâhına başvuranları
eliboş döndürmeyen, kendisine güvenenleri hayal kırıklığına
uğratmayan bir yüce merci ile ilişki içinde olduklarının
gönül huzurunu duymalarıdır.
Hz. Zekeriyya, Rabbine "kemiklerinin
yıpranmışlığını"
şikayet ediyor. İnsanın kemikler-i
yıpranınca tüm vücudu da yıpranmış olur.
Çünkü kemikler, vücudun en dayanıklı kesimini
oluştururlar. Vücudu ayakta tutan, organları
arasındaki birliği sağlayan unsurlar onlardır.
Yine Hz. Zekeriyyâ'nın "yaşlılık
alevinin başını sarması"ndan şikayet
ettiğini okuyoruz. Bu tasvir edici ifade
yaşlılığı, tutuşmuş bir
ateşe benzeterek bu tutuşmuş ateşin,
başın her yanını sardığını,
bu alevlenmiş başta hiçbir siyah noktanın
kalmadığını somutlaştırarak gözlerimizin
önüne getirmektedir.
"Kemiklerin yıpranmışlığı"
ve "başı ihtiyarlık alevinin sarması"
ayrı yaşlılığı ve düşkünlüğü
somutlaştıran "kinaye" nitelikli ifadelerdir.
Hz. Zekeriyya'nın içini kemiren dert budur. Rabbine durumunu
anlatırken ve dilediğini sunarken dile getirdiği
şikayet budur.
Bu yoldaki şikayetine şu sözleri eklemeyi gerekli
görüyor:
"Şimdiye kadar sana dua edip de bedbaht olduğum
hiç olmadı."
Bu sözleri ile şunu itiraf ediyor: Rabbi, onu
yaptığı duaları kabul etmeye
alıştırmıştır. O gençlik
günlerinde, güçlü dönemlerinde Rabbine dua edip de bedbaht
olduğunu hiç hatırlamamaktadır. Oysa şimdi,
şu yaşlılık çağında, şu elden
ayaktan düştüğü günlerde yüce Allah'ın
duasını kabul etmesine ve şahsına yönelik
nimetlerini tamama erdirmesine her zamankinden daha çok muhtaçtır.
Hz. Zekeriyya durumunu anlattıktan, dilekçesini sunduktan
sonra neden korktuğunu açıklıyor ve
dilediğini somut olarak arzediyor. Korkusu ölümünden sonra
arkada bırakacakları ile ilgilidir. Onların
mirasına istediği biçimde sahip çıkmayacaklarından
korkmaktadır. Onun başta gelen mirası, üstlendiği
ve yürüttüğü hakka çağrı misyonudur. Çünkü
O, İsrailoğullarının önde gelen
peygamberlerinden biridir. Diğer bir mirası, gözetimi
altındaki yakınlarıdır. Bu
yakınlarından biri üzerine titrediği Hz.
Meryem'dir. Çünkü bu kadın, sorumlusu olduğu mabedin
bakımını yürütmektedir. Bir başka
mirası da iyi yönettiği ve yüce Allah'ın
rızası uğruna kullandığı servetidir.
İşte Hz. Zekeriyya, bu mirasının tümünden
yana, yerini alacak olan yakınlarından endişelidir.
Bu miras karşısında tavırlarının
kendi tutumu gibi olmayacağından korkmaktadır. Bize
gelen bazı bilgilere göre O, yerine geçecek yakınlarının
bu mirasa sahip çıkacak nitelikte kimseler
olmadığı kanısındadır. Şimdi de
derdinin ana noktasına basmaya sıra geliyor:
"Eşim de çocuktan kesilmiştir."
Eşinden çocuğu olmamıştır.
yüzden mirasına
sahip olmak üzere yetiştireceği, yerine geçirmek amacı
ile eğitebileceği bir evladı yoktur.
İşte Hz. Zekeriyya'nın korkusu, endişesi
budur. Ne istediğine gelince Rabbinden kendisini aratmayacak,
onun, babalarının ve atalarının peygamberlik
mirasına gerektiği gibi sahip çıkacak,
hayırlı bir evlat istiyor. Okuyoruz:
"Bana kendi katından yerimi tutacak bir oğul
bağışla. Bu oğul, benim ve
Yakuboğullarının mirasını sürdürsün."
Hz. Zekeriyya, yüce Allah'ın bu seçkin peygamberi, yaşlılığının
son günlerinde Rabbinden istediği bu evladın nasıl
bir insan olması gerektiğini, onun hangi meziyetle
bezenmesi gerektiğini belirtmeyi de unutmuyor. Okuyoruz:
"Ya Rabbi, onu sevimli bir insan yap."
Onu sert, geçimsiz, şımarık ve ihtiraslı
bir kişi yapma. "Sevimli" sözcüğü, bütün
bu çağrışımları özünde taşır.
"Sevimli" insan seven, sevilen ve çevresindeki herkese
hoşnutluk ve sevgi ışığı saçan
kimse demektir.
İşte Hz. Zekeriyya'nın yanık bir yürekle
ve fısıltılı bir ses tonu ile Rabbine yönelttiği
dua budur. Bu duanın sözleri, anlamları, çağrışımları
ve gönülleri okşayan müzikal melodisi, ortaklaşa bir
biçimde bu dua sahnesini somut olarak gözlerimizin önüne
getirmektedirler.
Bir sonraki ayette bu duanın kabul edilme anının.
tablosu çiziliyor. Bu tablodan buram buram ilâhi ilgi, ilâhi
lütuf ve ilâhi hoşnutluk tütüyor. Okuyalım: