O

Meryem

O

   

1- Kâf, ha, ya, ayn, sad

Bazı surelerin başlarında gördüğümüz bu birbirinden kopuk harflér hakkında, öteden beri benimsediğimiz yorum şudur: Bu harfler, bu Kur'an-ı Kerim'in ayetlerini oluşturan alfabenin bir bölümüdürler. İnsanlar gündelik konuşmalarında ve yazılarında bu harfleri kullanabildikleri halde, bu harflerden oluşan kelimeleri halde bu harf ve kelime malzemesini kullanarak bu kutsal kitabı ortaya koyan yüce sanatkârın eserinin bir benzerini meydana getirmekten acizdirler; bu harfler, yüce sanatkârın eserinde insanın ifade gücünü aşan bir sentezin yapı taşları olarak karşımıza çıkıyor.

Bu, birbirinden kopuk harflerin hemen arkasından surenin ilk hikâyesi olan Hz. Zekeriyya ile Hz. Yahya hikâyesi başlıyor. Hikâyenin temel dayanağı ve egemen havası merhamet olduğu için "merhamet" kavramını gündeme getirerek,

2- Bu ayetlerde Rabbinin, kulu Zekeriyya'ya yönelik rahmeti anlatılıyor.

Hikâyenin bu "hatırlatma"yı izleyen sahnesi, bir dua sahnesidir. Bu sahnede Hz. Zekeriyya'yı yanık bir yürekle ve gizli bir fısıltı ile Rabbine dua ederken görüyoruz. Okuyalım:

3- Hani O, Rabbine içinden yalvarmış.

4- Ve demi,ti ki; "Ey Rabbim, kemiklerim yıprandı, yaşlılık alevi başımı sardı. Şimdiye kadar sana dua edip de bedbaht olduğum hiç olmadı. "

5- Benden sonra yerime geçecek yakınlarımdan yana endi,eliyim. E,im de çocuktan kesilmiştin Bana kendi katından bir oğul bağışla."

6- "Bu oğul, benim ve Yakuboğullarının mirasını sürdürsün. Ya Rabbi, onu sevimli bir insan yap." .

Hz. Zekeriyya insanların gözlerinden uzak, söylediğini işitemeyecekleri tenha bir köşede, yüce Allah'ı ile başbaşa kalarak O'na yalvarıyor. O'na omuzlarını çökerten, canını sıkan derdini açıyor. O'na yakınlık ve dolaysız ilişki ifade eden bir dille sesleniyor; "Rabbim" diyor. Araya harflerin ve ünlem edatlarının aracılığını bile koymuyor. Gerçi yüce Allah, kulların hiçbir çağrısı, hiçbir seslenişi olmadan da onların dertlerini işitir. Fakat dertliler, dertlerini anlatmakla ferahlarlar; bu yüzden şikayetlerini sözlere dökme gereğini duyarlar. Rahmeti bol olan yüce Allah, kullarının bu fıtrat kaynaklı niteliklerini bildiği için onların kendisine dua etmesinden, O'na dertlerini açmalarından, canlarını sıkan problemlerini O'na duyurmalarından hoşlanır. Bu hoşlanışın ifadesi olarak şöyle buyuruyor:

"Rabbiniz `Bana dua ediniz de duanızı kabul edeyim' dedi." (Mü'min Suresi 60)

Amaç kulların sinirlerini rahatlatmalarıdır, taşıdıkları yükün baskısından kurtulmalarıdır, yüklerini kendilerinden güçlü ve kendilerinden muktedir olan Allah'a havale etmiş olmanın rahatlığını, hafifliğini gönüllerinde hissetmeleridir; dergâhına başvuranları eliboş döndürmeyen, kendisine güvenenleri hayal kırıklığına uğratmayan bir yüce merci ile ilişki içinde olduklarının gönül huzurunu duymalarıdır.

Hz. Zekeriyya, Rabbine "kemiklerinin yıpranmışlığını" şikayet ediyor. İnsanın kemikler-i yıpranınca tüm vücudu da yıpranmış olur. Çünkü kemikler, vücudun en dayanıklı kesimini oluştururlar. Vücudu ayakta tutan, organları arasındaki birliği sağlayan unsurlar onlardır. Yine Hz. Zekeriyyâ'nın "yaşlılık alevinin başını sarması"ndan şikayet ettiğini okuyoruz. Bu tasvir edici ifade yaşlılığı, tutuşmuş bir ateşe benzeterek bu tutuşmuş ateşin, başın her yanını sardığını, bu alevlenmiş başta hiçbir siyah noktanın kalmadığını somutlaştırarak gözlerimizin önüne getirmektedir.

"Kemiklerin yıpranmışlığı" ve "başı ihtiyarlık alevinin sarması" ayrı yaşlılığı ve düşkünlüğü somutlaştıran "kinaye" nitelikli ifadelerdir. Hz. Zekeriyya'nın içini kemiren dert budur. Rabbine durumunu anlatırken ve dilediğini sunarken dile getirdiği şikayet budur.

Bu yoldaki şikayetine şu sözleri eklemeyi gerekli görüyor:

"Şimdiye kadar sana dua edip de bedbaht olduğum hiç olmadı."

Bu sözleri ile şunu itiraf ediyor: Rabbi, onu yaptığı duaları kabul etmeye alıştırmıştır. O gençlik günlerinde, güçlü dönemlerinde Rabbine dua edip de bedbaht olduğunu hiç hatırlamamaktadır. Oysa şimdi, şu yaşlılık çağında, şu elden ayaktan düştüğü günlerde yüce Allah'ın duasını kabul etmesine ve şahsına yönelik nimetlerini tamama erdirmesine her zamankinden daha çok muhtaçtır.

Hz. Zekeriyya durumunu anlattıktan, dilekçesini sunduktan sonra neden korktuğunu açıklıyor ve dilediğini somut olarak arzediyor. Korkusu ölümünden sonra arkada bırakacakları ile ilgilidir. Onların mirasına istediği biçimde sahip çıkmayacaklarından korkmaktadır. Onun başta gelen mirası, üstlendiği ve yürüttüğü hakka çağrı misyonudur. Çünkü O, İsrailoğullarının önde gelen peygamberlerinden biridir. Diğer bir mirası, gözetimi altındaki yakınlarıdır. Bu yakınlarından biri üzerine titrediği Hz. Meryem'dir. Çünkü bu kadın, sorumlusu olduğu mabedin bakımını yürütmektedir. Bir başka mirası da iyi yönettiği ve yüce Allah'ın rızası uğruna kullandığı servetidir. İşte Hz. Zekeriyya, bu mirasının tümünden yana, yerini alacak olan yakınlarından endişelidir. Bu miras karşısında tavırlarının kendi tutumu gibi olmayacağından korkmaktadır. Bize gelen bazı bilgilere göre O, yerine geçecek yakınlarının bu mirasa sahip çıkacak nitelikte kimseler olmadığı kanısındadır. Şimdi de derdinin ana noktasına basmaya sıra geliyor:

"Eşim de çocuktan kesilmiştir."

Eşinden çocuğu olmamıştır. Bu yüzden mirasına sahip olmak üzere yetiştireceği, yerine geçirmek amacı ile eğitebileceği bir evladı yoktur.

İşte Hz. Zekeriyya'nın korkusu, endişesi budur. Ne istediğine gelince Rabbinden kendisini aratmayacak, onun, babalarının ve atalarının peygamberlik mirasına gerektiği gibi sahip çıkacak, hayırlı bir evlat istiyor. Okuyoruz:

"Bana kendi katından yerimi tutacak bir oğul bağışla. Bu oğul, benim ve Yakuboğullarının mirasını sürdürsün."

Hz. Zekeriyya, yüce Allah'ın bu seçkin peygamberi, yaşlılığının son günlerinde Rabbinden istediği bu evladın nasıl bir insan olması gerektiğini, onun hangi meziyetle bezenmesi gerektiğini belirtmeyi de unutmuyor. Okuyoruz:

"Ya Rabbi, onu sevimli bir insan yap."

Onu sert, geçimsiz, şımarık ve ihtiraslı bir kişi yapma. "Sevimli" sözcüğü, bütün bu çağrışımları özünde taşır. "Sevimli" insan seven, sevilen ve çevresindeki herkese hoşnutluk ve sevgi ışığı saçan kimse demektir.

İşte Hz. Zekeriyya'nın yanık bir yürekle ve fısıltılı bir ses tonu ile Rabbine yönelttiği dua budur. Bu duanın sözleri, anlamları, çağrışımları ve gönülleri okşayan müzikal melodisi, ortaklaşa bir biçimde bu dua sahnesini somut olarak gözlerimizin önüne getirmektedirler.

Bir sonraki ayette bu duanın kabul edilme anının. tablosu çiziliyor. Bu tablodan buram buram ilâhi ilgi, ilâhi lütuf ve ilâhi hoşnutluk tütüyor. Okuyalım:

 

 

O

 

O