HELAL VE HARAMLAR
87- Ey müminler, Allah'ın
size helal kıldığı tertemiz nimetleri haram
saymayın, sınırları aşmayın. Hiç kuşkusuz
Allah sınırları aşanları sevmez.
88- Allah'ın size
bağışladığı helal ve temiz
nimetlerden yiyince, Allah'tan korkun.
89- Allah size
ağız alışkanlığı ile
yaptığınız yeminlerden dolayı değil,
bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı
sorumlu tutar. Böyle bir yemini bozmanın cezası,
kefareti ya ailenize yedirdiğiniz yemeğin
ortalaması üzerinden on yoksulu doyurmak ya yine on yoksulu
giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bunların hiçbirini
bulamayan (yapamayan) kimse, üç gün oruç tutar. İşte
bozduğunuz yeminlerin cezası, kefareti budur.
Yeminlerinizi tutun Allah, şükredesiniz diye, size
ayetlerini böyle açık açık anlatıyor.
Ey müminler... Sizin
imanınızın ilk şartı -Allah'ın
kulları birer insan olarak- yalnız Allah'a mahsus
bulunan ilahlık özelliklerini kendinizde görmemektir. Buna
göre siz, Allah'ın helal kıldığı
tertemiz nimetleri haram yapamazsınız. Aynı
şekilde Allah'ın size rızık olarak
verdiği tertemiz ve helal nimetleri haram kılmak
suretiyle onları yasaklayamazsınız. Size bu helal
ve tertemiz nimetleri rızık olarak veren Allah'tır.
"Şu helaldir, şu haramdır" demek
yetkisine de yalnız O sahiptir.
"Ey müminler,
Allah'ın size helal kıldığı tertemiz
nimetleri haram saymayın, sınırları
aşmayın. Hiç kuşkusuz Allah
sınırları aşanları sevmez. Allah'ın
size bağışladığı helal ve tertemiz
nimetlerden yiyin ve inandığınız Allah'tan
korkun."
Yasama yetkisi meselesi
tamamen ilahlık meselesi ile ilgili bir meseledir.
İnsanın hayatını düzenleme konusunda, ilahlık
hakkının temelini şu gerçek oluşturmaktadır:
İnsanları yaratan ve onlara rızık veren
Allah'tır. Buna göre, verdiği rızkın
dilediği kısmını helal kılmak,
dilediğini onlara haram kılmak hakkına sahip olan
da yalnız Allah'tır. Bu, bizzat insanların da kabul
edeceği bir yaklaşımdır. Çünkü mülkün
sahibi, aynı zamanda mülkün tasarruf hakkına da
sahiptir. Bu apaçık ilkenin dışına çıkan
kimse, hiç kuşkusuz haddini aşan bir azgındır!
Müminler tabiatıyla inandıkları Allah'a
karşı sınırları aşmazlar. Allah'a
karşı sınırları aşmak ile Allah'a
inanmak, aynı kalpte asla bir araya gelemez!
İşte bu iki
ayetin apaçık bir mantıkla ele aldığı
mesele budur. Bu gerçeği, sınırları
aşandan başkası kabul etmekten yan çizemez. Ve
Allah sınırları aşanları sevmez. Bu genel
meseledir. Kulların boynundaki ilahlık hakkını
tanımaya ilişkin genel bir ilkeyi belirlemektedir.
Allah'a imanın ilk şartına bağlı olarak müminlerin
bu meseledeki tutumları ile de ilgilidir.
Bazı rivayetler bu
iki ayetin ve yeminlerin hükmüne ilişkin sonraki ayetin,
peygamber döneminde müslümanların hayatında meydana
gelen özel bir olay hakkında indiğini belirtmektedir.
Şu kadar var ki: Önemli olan ayetlerin genel kapsamıdır,
sebebin özel oluşu önemli değildir. Sebep; anlama,
azıklık ve netlik kazandırmakla birlikte, bu ilkeyi
değiştirmez.
İbni Cerir der ki:
Peygamber (salât ve selâm üzerine olsun) bir gün oturdu ve
insanlara hatırlatmalarda bulundu. Sonra onları daha
fazla korkutmadan kalkıp gitti. Ashaptan birkaç kişi:
"Eğer bir şeyler yapmazsak kurtulamayız.
Nitekim hristiyanlar kendilerine bir takım şeyleri haram
kılınıştı. Biz de kendimize bazı
şeyleri haram kılalım!" dediler. Buna
bağlı olarak, bazıları et yemeyi ve gece
yatmayı, bazıları gündüzleri yemeyi, bazıları
ise, kadınlarla evlenmeyi kendilerine haram
kıldılar. Bu durumu haber alan Peygamberimiz şöyle
buyurdu: "Bazılarına ne oluyor ki,
kadınları, yemeği ve uykuyu haram
kılıyorlar? İyi bilin ki, ben geceleyin uyku da
uyur, namaz da kılarım, bazan oruç tutarım, bazan
tutmam. Kadınlarla da evlenirim. Benden yüz çeviren benden
değildir." Bunun üzerine, "Ey müminler, Allah'ın
size helal kıldığı tertemiz nimetleri haram
saymayın, sınırları aşmayın.." diye
başlayan yukardaki ayet indi.
Buhari ve Müslim'de,
Enes'ten (r.a) gelen bir rivayet de, İbni Cerir'in bu
rivayetini desteklemektedir. Bu rivayete göre:
Enes der ki: "Üç
kişi peygamberin hanımlarına geldi. Peygamberin
nasıl ibadet ettiğini soruyorlardı. Peygamberin
nasıl ibadet ettiği kendilerine bildirilince sanki onu
az gördüler ve "Biz nerede Peygamber nerede, Allah O'nun
geçmiş ve gelecek tüm günahlarını
bağışlamış bulunmaktadır"
dediler. Sonra onlardan biri: "Ben bundan böyle geceleyin
sürekli olarak namaz kılacağım" dedi.
Diğeri: "Ben de sürekli oruç tutacağım, hiç
oruçsuz günüm olmayacak" dedi. Ötekisi ise: "Ben de
kadınlardan uzak duracağım, hiç evlenmeyeceğim"
dedi. Resulullah oraya geldi ve şöyle buyurdu: "Böyle
böyle söyleyenler siz misiniz? Allah'a yemin ederim ki,
Allah'tan en çok korkanınız ve O'ndan en fazla
sakınanınız benim. Buna rağmen ben, oruç da
tutarım, oruç tutmadığım da olur. Gece namaz
da kılarım, uyurum da. Kadınlarla da evlenirim. Kim
benim izlediğim yoldan yüz çevirirse benden değildir."
Tirmizi de kendi
isnadı ile İbni Abbas'tan şunları rivayet eder:
Bir adam Peygamber'e (salât ve selâm üzerine olsun) geldi ve:
"Ben et yediğim zaman kadınları arzu
ettiğim ve şehvetimin etkisinde kaldığım
için et yemeyi kendime haram kıldım" dedi. Bunun
üzerine Allah'ın: "Ey müminler, Allah'ın size
helal kıldığı tertemiz nimetleri haram
saymayın." diye başlayan yukardaki ayeti indi.
Ant ve yeminlerle ilgili sonraki ayetlere gelince:
"Allah sizi,
ağız alışkanlığı ile
yaptığınız yeminlerden dolayı değil,
bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı
sorumlu tutar. Böyle bir yemini bozmanın cezası,
kefareti ya ailenize yedirdiğiniz yemeğin
ortalaması üzerinden on yoksulu doyurmak ya yine on yoksulu
giydirmek ya da bir köle azad etmektir. Bunlardan hiç birini
bulamayan (yapamayan) kimse üç gün oruç tutar. İşte
bozduğunuz yeminlerin, cezası, kefareti budur.
Yeminlerinizi tutun. Allah şükredesiniz diye, size
ayetlerini böyle açık açık anlatıyor."
Bu ayetin, mübah olan
şeyleri kendilerine yasaklamaya ilişkin yeminlerin söz
konusu olduğu durumlar ve benzerleri ile ilgisi açıktır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, müslümanlardan bir grup
bir takım nimetleri haram kılmış, Resulullah
onların bu yasaklama girişimine karşı çıkmış,
Kur'an-ı Kerim de, onların kendi başlarına
helal ve haram kılma girişimlerini reddetmiş, bunun
kendilerinin işi değil, kendisine iman ettikleri
Allah'ın işi olduğunu bildirmiştir. Bu ayet,
aynı zamanda iyilik yapmaktan geri durmak ve kötülük
yapmaya karar vermekle ilgili her çeşit yemini de
kapsamına almaktadır. Yemin eden kişi, yemin
ettiği şeyin daha güzelini gördüğünde, daha
güzelini yapmalı, bu ayeti kerimede belirtilen
şekillerde yeminin kefaretini vermelidir.
İbni Abbas der ki:
"Bu ayetin nüzul sebebi: Yiyeceklerin, giyeceklerin ve kadınların
helâl olmalarını, kendilerine haram kılan ve bu
konuda yemin eden topluluktur. "Allah'ın size helal
kıldığı tertemiz nimetleri haram saymayın."
ayeti indirilince, yeminlerimizi ne yapacağız
dediler. O zaman bu ayet indi.
Bu ayet-i kerime yüce
Allah'ın, müslümanları, gönülden bir niyet ve kasıtla
desteklenmeyen, sadece dille ifade edilen yeminlerinden hesaba
çekmeyeceği hükmüne yer vermekte, bununla beraber rast
gele yeminlere fazla dalınmaması gerektiği telkin
edilmektedir. Çünkü, Allah adına yapılan yeminlerin
kendilerine has bir kutsallığı ve ciddiyeti
olmalıdır. Öyleyse rastgele Allah'ın adına
yemin edilmemelidir.
Beraberinde bir
kasıt ve niyet taşıyan kesinleşmiş
yeminler ise bozulduğu takdirde, bu ayetin açıkladığı
tarzda bir kefaret ödenmesini gerektirir:
"Böyle bir yemini
bozmanın cezası, kefareti ya ailenize yedirdiğiniz
yemeğin ortalaması üzerinden on yoksulu doyurmak ya
yine on yoksulu giydirmek ya da bir köle azad etmektir: Bunların
hiç birini bulamayan (yapamayan) kimse, üç gün oruç tutar.
İşte bozduğunuz yeminlerin cezası, kefareti
budur."
On yoksulu doyurmak,
yeminini bazan şahsın kendi ailesine yedirdiği
yemeklerin "ortalaması üzerinden" olmalıdır.
Ayet-i kerimede "ortalaması
üzerinden" diye geçen "Evsat" kavramı,
"En güzel" anlamına geldiği gibi "En
orta" anlamına da gelebilir. İki anlamını
birden kastedilmiş olması da düşünülebilir. Zira
"orta" olan aynı zamanda "en güzel"
olandır. İslâm'ın kriterlerine göre, orta olan en
güzel olandır... "Ya da giydirmek" kavramı da
en sağlıklı yaklaşıma göre, giydirilecek
elbisenin ortalamasını ifade eder. "Veya bir köle
azad etmek" ifadesinde ise. kölenin mümin olması
gerektiği belirtilmemiştir. Onun içindir ki, bu konuda
birtakım fıkhî ihtilaflar söz konusu olmuştur.
Fakat burada onlara yer vermeye gerek yoktur. "Bunların
hiç birini bulamayan (yapamayan) kimse üç gün oruç tutar".
Bu, kesinleşmiş yeminlerde, başka kefaret türlerine
güç yetirilmediği zaman başvurulacak olan kefaret
şeklidir. Bu üç gün orucun arka arkaya mı yoksa,
aralıklı mı tutulması gerektiği konusunda
da; ayet, onların arka arkaya tutulması gerektiğini
bildirmediğinden, fıkhî bir ihtilaf söz konusudur. Bu
tefsirde, bu tür detaylara ait fıkhî bir ihtilaflara
dalmamayı metod olarak kabul etmiş bulunuyoruz. Bu
konulardaki fıkhî görüşleri incelemek isteyen,
fıkıh kitaplarının ilgili bölümlerine başvurmalıdır.
Aslında bu görüşlerin hepsi, bizi ilgilendiren
asıl önemli nokta ile uyum arzetmektedir. Burada mesele
kefaretin, bozulan yeminin değerini tekrar kendisine
kazandırmak ve yeminlerin hafife alınmasını
önlemek amacı taşıdığıdır.
Zira bunlar birer "anlaşmadır" ve yüce Allah
anlaşmalara bağlı kalmayı istemektedir.
İnsan kendi yeminini kesin bir şekilde otaya koyduktan
sonra, daha iyi bir şeyle
karşılaştığında, daha iyi olan
şeyi yapmalı, yeminini bozmasının kefaretini
ödemelidir. Helal kılma, haram sayma gibi kendi hakkı
olmayan bir konuda kesin yemin ettiğinde, yeminini
bozmalı ve kefaretini ödemelidir.
Bundan sonra, bu
ayetlerin nüzul sebebini oluşturan asıl konuya dönebiliriz.
Meseleye "özel sebep" açısından
baktığımızda yüce Allah burada, Allah'ın
helal kıldıklarının tertemiz olduğunu,
haram kıldıklarının ise, pis olduğunu
belirttiği, insanın Allah'ın kendisine seçtiğinden
başkasını seçmeye iki yönden hakkı
olmadığını bildirdiği görülecektir: Birincisine
göre: Helâl ve haram kılma yetkisi sadece
rızık veren Allah'ın özelliklerindendir. Zira rızık
verme özelliği, rızkın helâlını ve
haramını belirlemeyi dé kapsamaktadır. Yoksa bu, yüce
Allah'ın hiç hoşlanmadığı
sınırları aşmaktadır. Ve Allah'a iman
etmekle asla bağdaşmaz. İkincisine göre: Yüce
Allah tertemiz, güzel nimetleri helâl kılar. Bu nedenle hiç
kimse, bu tertemiz, güzel nimetleri kendisine haram kılamaz.
Bunlar hem kendisinin hem de hayatın yararınadır.
Zira insanın, kendisini ve hayatı, bu tertemiz ve güzel
nimetleri ile helal kılan yüce Allah'ın bildiği ve
tanıdığı ölçüde tanıması mümkün
değildir. Eğer Allah'ın helâl kıldığı
bu nimetler, kullarına zararlı ve kötü olsaydı
Allah onlardan kullarını korurdu. "İnsanların
onlardan mahrum olmasında bir iyilik olsaydı bu
nimetleri kendilerine helâl kılmazdı." Bu
dinin amacı, beşer hayatının bütün güçleri
arasında tam bir uygunluk, mutlak bir denge sağlamak,
onları iyiye ve yararlı olana kavuşturmaktır.
Bu din, insanın doğuştan gelen ihtiyaçlarından
hiç birini ihmal etmez. İnsanın,
sağlıklı biçimde işleyen ve kendisi için
belirlenen yoldan ayrılmayan yapıcı güçlerinden
hiçbirini bastırmaz. Bu nedenle ruhbanlıkla
savaşır. Çünkü ruhbanlık insanın
fıtratını bastırmak, enerjisini boşa
harcamak, Allah'ın gelişmesini istediği
hayatın gelişmesini önlemeye çalışmaktır.
Ayrıca bu din, Allah'ın tertemiz nimetlerinin herhangi
birini haram kılmayı da yasaklamıştır.
Zira bunlar, hayatın oluşması, gelişmesi ve
yenilenmesine etki eden faktörlerdir. Yüce Allah bu hayatı,
gelişsin, yenilensin ve Allah'ın yasasına
bağımlı olan gelişme ve yenilenme yoluyla yükselsin
diye yaratmıştır. Ruhbanlık ve tertemiz
şeyleri haram kılma ise, Allah'ın hayat için
öngördüğü nizam ile çelişmektedir. Çünkü bunlar,
hayatı yücelme ve yükselme bahanesiyle belli bir noktada
dondurmaktadır. Halbuki yücelme ve yükselme de, Allah'ın,
hayat için belirlediği yasanın kapsamına dahildir.
Bunlar, Allah'ın, insanlara öğrettiği ölçüde
rahat bir biçimde fıtratla uyum sağlayan bir yasaya göre
işlemektedir.
Bütün bunlardan sonra,
sebebin özel oluşu, ayetin genel hükmünü sınırlandırmaz
diyebiliriz. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu genel hüküm,
ilahlık ve yasama meselesiyle ilgilidir. Bu mesele yemede, içmede,
evlilikte bir takım helâller, haramlar çerçevesi ile sınırlandırılamaz.
Burada asıl mesele, hayatın herhangi bir alanında
yasama hakkını Allah'ın dışında hiç
kimseye vermemektedir.
Biz bu ilkeyi yer yer
tekrar ediyor ve önemini vurguluyoruz.
Zira İslâm'ın
uzun bir zaman boyunca layık olduğu biçimde ve gerçek
anlamda hayata hükmetmekten uzak kalışı, bu
ilkenin anlamlarını ve boyutlarını
Kur'an-ı Kerim'de ve İslâm dininde ortaya konan gerçek
şekliyle anlaşılmasını
zorlaştırmış bulunmaktadır. Neticede
"helâl" ve "haram" insanların gözlerinde
asıl kapsamları daralmıştır. Öyle ki,
helâl ve haram kavramları, sadece kesilen bir hayvanın,
yenecek bir yemeğin, içilecek bir içkinin, giyilecek bir
elbisenin, kıyılacak bir nikahın
sınırlarını aşamaz olmuştur...
İşte artık insanların, "bu helâl mıdır,
haramınıdır?" diye, İslâm'ın görüşlerini
almaya çalıştığı konular sadece
bunlardır! Bütün insanları ilgilendiren işlerde
ve büyük meselelerde ise; insanlar, teorilere, anayasalara ve
Allah'ın yasasının yerine konan kanunlara
başvurmaktadır! Sosyal düzenin tamamında, siyasal
düzenin tamamında, uluslararası sistemin tamamında,
Allah'ın yeryüzündeki ve insanların hayatındaki
özelliklerinin hepsinde artık, İslâm'a danışılmaz
olmuştur.!
Halbuki İslâm,
hayatın tamamını kapsayan bir sistemdir. Ancak ona
bir bütün olarak uyan kimse, mümindir ve Allah'ın
dinindedir. Bir tek hükümde dahi olsa başkalarına uyan
kimse, imanı reddetmiş, Allah'ın
ilahlığına baş kaldırmış ve
Allah'ın dininden dışarı çıkmış
olur. İstediği kadar inanç sistemine saygısı
bulunduğunu ve müslüman olduğunu söylesin, farketmez!
O'nun, Allah'ın yasasından başka bir yasaya
uyması, iddiasını yalanlamakta ve O'nu
Allah'ın dininden dışarı çıkmakla
damgalamaktadır.
İşte açıklamakta
olduğumuz Kur'an ayetlerinin ortaya koymak istediği
genel kural budur. Bu ayetler, bu önemli kuralı Allah'a
imanın ilk şartı yahut, Allah'a karşı
sınırları aşmanın bir tezahürü olarak
göstermektedir. Kur'an ayetlerinin gerçek kapsamı da budur.
Bu kapsam, aynı zamanda bu dinin ciddiyetine, bu
Kur'an'ın ciddiyetine, ilahlığın ve
imanın anlamının ciddiyetine de uygun düşmektedir.
Helal ve haramı
belirlemeye ilişkin yasama meselesi, Medine'de bulunan
İslâm ümmetinin eğitim projesi, ümmetin cahiliye
atmosferinden ve kalıntılarından, bireysel ve
toplumsal geleneklerinden arındırılması
meselesiyle ilgili olarak son ve kesin emirler geliyor. Burada içkinin
ve kumarın haram kılınması, Allah'a ortak
koşmakla aynı anlama gelen, dikili anıtlar ve fal
oklarının haram sayılmasıyla birlikte
veriliyor: