HRİSTİYANLARIN
SAPIK GÖRÜŞLERİ
72- "Allah,
Meryemoğlu Mesih'(İsa)dır" diyenler kesinlikle
kafir olmuşlardır. Oysa Mesih demişti ki; "Ey
israiloğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a
kulluk ediniz. Kim Allah'a ortak koşarsa Allah ona cenneti
kesinlikle haram etmiştir, onun varacağı yer
cehennemdir, zalimlerin hiçbir yardım edeni yoktur. "
73- "Allah üçün
üçüncüsüdür" diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır.
Tek Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Eğer onlar bu
dediklerinden vazgeçmezler ise onların içinde kafirleri başlarına
acıklı bir azap gelecektir.
74- Onlar Allah'a tevbe
etseler, O'ndan af dileseler olmaz mı? Hiç kuşkusuz
Allah affedicidir, merhametlidir.
75- Meryemoğlu Mesih
sadece bir peygamberdir. Ondan önce de birçok peygamber gelip
geçmiştir. Annesi de özü-sözü doğru bir
kadındı. Her ikisi de (öbür insanlar gibi) yemek
yerlerdi. Bak biz onlara ayetlerimizi nasıl açık açık
anlatıyoruz ve sonra bak onlar bu ayetleri nerelerinden çarpıtıyorlar!
76- De ki; "Allah'ı
bırakıp size ne zarar ve ne de yarar dokundurmaya gücü
yetmeyen nesnelere mi tapıyorsunuz? Oysa Allah herşeyi
işitir ve herşeyi bilir.
77- De ki; Ey Kitap Ehli,
dininiz konusunda gerçeğe aykırı
aşırılıklara kapılmayınız,
sizden önceki dönemlerde sapıtmış, bir çoklarını
saptırmış ve düz yolu
şaşırmış kimselerin keyfi arzularına
uymayınız.
Daha önce, yüce Allah'ın
bir peygamberi sıfatı ile Hz. İsa'nın Allah
katından getirdiği inanç sistemine, bu sapık saçmalıkların
Kilise konseyleri aracılığı ile nasıl
sızdırıldıklarını kısaca
anlatmıştık. Dediğimiz gibi Hz. İsa,
diğer peygamber kardeşleri gibi, içine hiçbir müşriklik
unsuru katılmamış, halis bir Tevhid inancı
getirmişti. Çünkü bütün peygamberler, müşrikliğin
kökünü kazıyarak Tevhid inancını yeryüzüne
egemen kılmak üzere gelmişlerdir.
Şimdi de Teslis ve
Hz. İsa'nın ilahlığı konularında söz
konusu kilise konseylerinde oluşturulan görüş
birliği ve bu görüş birliğinin arkasından
meydana gelen düşünce farklılıklarına yine
kısaca değineceğiz. Bilindiği gibi bu çelişkili
duruma daha önce de parmak basmıştık.
Hristiyan yazar Nuvfel b.
Nimetullah b. Serkis, "Sevsenetü Süleyman" adlı
eserinde bu konuda şunları yazar:
"Değişik
kiliselere göre farklılık göstermeyen ve İznik
Konsülü tarafında belirlenen anayasada yeralan
hristiyanlık inancının ilkeleri şunlardır:
Bir tek ilaha, baba ilaha inanmak. Bu baba ilah herşeyi
denetimi altında tutar, göklerin ve yerin,
görünür-görünmez herşeyin
yaratıcısıdır. Ayrıca bir başka tek
ilah olarak Yasu(İsa)ya inanmak gerekir. Yasu, yüzyıllarca
önce, Allah'ın nurundan, baba Allah'tan doğmuş tek
oğuldur. Hak ilahtan gelmiş hak bir ilahtır.
Doğurulmuş fakat yaratılmamıştır.
Baba ilah ile aynı cevherdendir. Herşey onun
aracılığı ile varolmuştur. O biz insanlar
için, bizim günahlarımızdan ötürü gökten yere
inerek cesede bürümüş bir Ruhul Kudüs olmuştur.
Bakire Meryem'i yoldaş edinmiş, Platus zamanında
bizden koparılarak çarmıha gerilmiş,
ızdırap çektirilerek mezara konmuş ve
kitapların yazdığına göre üçüncü gün
ölüler arasından doğrularak göğe çıkmış
ve Rabbin sağına oturmuştur. İlerde ölülere
ve dirilere dinini aşılamak için şerefle geri
gelecektir. Onun mülkü hiç sona ermez. Bir de Ruhul Kudüs'e
inanmak gerekir. O baba ilahtan meydana gelmiştir. Oğul
ilah ile birlikte baba ilaha secde eder, onu kutsar. O
peygamberler aracılığı ile
konuşandır."
Öte yandan Dr. R. Bosset
"Kitaba Mukaddes Tarihi" adlı eserinde
şunları yazar; "Allah'ın tabiatı üç
kutsal unsurdan (uknumdan) oluşmuştur bunlar
birbirlerine eşittirler: Baba ilah, oğul ilah ve Ruhul
Kudüs ilah. Yaratma fonksiyonu oğul ilah
aracılığı ile baba ilaha aittir.
Fedakarlık oğul ilaha ve günahlardan arındırma
da, Ruhul Kudüs'e aittir."
Üç kutsal unsuru bir
tek ilahın yapısında düşünmek, Tevhid ile
Teslis ilkelerini birbirleri ile bağdaştırmak
akıl için son derece zordur. Bu yüzden hristiyan teologlar,
aklın daha baştan reddettiği bu mesele üzerinde
düşünmeyi erteleme, geriye atma yolunu seçmişlerdir.
Nitekim Rahip Poertre'nin "İlkeler ve
Ayrıntılar" adlı broşüründen aldığımız
şu parağraf sözünü ettiğimiz aklî değerlendirmeyi
geriye atma amacını dile getirir:
"Biz bu meseleyi
aklımızın gücü oranında anladık.
Gelecekte, göklerde ve yerde bulunan herşeyin üzerindeki
perdeler kalktığı zaman, bu meseleyi daha iyi
anlayabileceğimizi umuyoruz. Şimdi ise
anladığımız kadarı bizim için yeterlidir."
İşte yüce
Allah "Bu saçma sözler, tümü ile küfürdür"
buyuruyor. Daha önce dediğimiz gibi hem Hz.
İsa'nın Allah olduğu ve hem de Allah'ın, üç
kutsal unsurun üçüncüsü olduğu biçimindeki sözlerin
her ikisi bu kategoriye girer. Yüce Allah'ın sözünden
sonra başka söz yoktur. O doğruyu söyler ve doğruyu
iletir. Okuyoruz:
"Allah,
Meryemoğlu Mesih'(İsa)dir" diyenler kesinlikle
kafir olmuşlardır. Oysa Mesih demişti ki; `Ey
İsrailoğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan
Allah'a kulluk ediniz. Kim Allah'a ortak koşarsa Allah ona
cenneti kesinlikle haram etmiştir, onun varacağı
yer cehennemdir, zalimlerin hiçbir yardım edeni yoktur."
Görüldüğü gibi
Hz. İsa, hristiyanları vaktiyle uyardı fakat, bu
uyarıya kulak asmayarak peygamberlerinin aralarından
ayrılışından sonra
sakındırıldıkları
sapıklığa düştüler. Hz. İsa'nın sözlerini
unutarak cennetten mahrum olmalarına ve cehennemi
boylamalarına yol açacak eğri bir yola girdiler.
Okuyoruz:
"Ey
İsrailoğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan
Allah'a kulluk ediniz."
Görüldüğü gibi
Hz. İsa hristiyanlara, hiçbir ortağı bulunmayan
tek Allah'ın kulları olmaları bakımından
kendisi ile onlar aynı düzeyde olduklarını
aynı konumu paylaştıklarını açıkça
ilan ediyor.
Kur'an-ı Kerim,
hristiyanların diğer saçma ve inkarcı sözlerini
de yukardaki hükmün kapsamına alıyor. Okuyoruz:
"Allah, üç kutsal
unsurun üçüncüsüdür' diyenler de kesinlikle kafir olmuşlardır."
Arkasından bütün
peygamberlerin Allah katından getirdikleri inanç
sistemlerinin ortak dayanağını oluşturan temel
gerçeği vurguluyor. Okuyoruz:
"Tek Allah'tan
başka hiçbir ilah yoktur."
Ayetin devamında
hristiyanlar, sözlerine yansıyan ve inançlarına
yerleşen bu kâfirliğin kötü akıbetine
ilişkin olarak tehdit ediliyorlar. Okuyoruz:
"Eğer onlar
dediklerinden vazgeçmezlerse içlerindeki kâfirlerin başlarına
acıklı bir azap gelecektir."
Burada sözü edilen
"kafirler"den maksat, yüce Allah tarafından açıkça
kafirlik sebebi olarak ilan edilen bu saçma sözlerden
vazgeçmeyenlerdir.
Bu tehdidi ve
korkutucu ifadeyi, özendirici ve umut aşılayıcı
bir ifade izliyor. Okuyoruz:
"Onlar Allah'a tevbe
etseler, O'ndan af dileseler daha iyi olmaz mı? Hiç kuşkusuz
Allah affedicidir, merhametlidir."
Böylece tevbe kapısı
önlerinde açık tutuluyor. Henüz fırsat eldeyken, henüz
iş işten geçmemişken yüce Allah'ın
bağışlayıcılığına ve
rahmetine umutla sığınsınlar diye.
Arkasından, bu
adamlar, realitenin somut ve tutarlı mantığı
ile karşı karşıya getiriliyorlar. Böylelikle
fıtratlarının dumura uğramış
sağduyusu tekrar canlandırılmak isteniyor.
Aynı zamanda bunca ısrarlı açıklamalardan
sonra yine de bu yalın mantıktan uzak kalmış
olmalarına hayret ediliyor. Okuyoruz:
"Oysa
Meryemoğlu Mesih(İsa) sadece bir peygamberdir. Ondan
önce de birçok peygamberler gelip geçmiştir. Annesi de
özü-sözü doğru bir kadındı. Her ikisi de (öbür
insanlar gibi) yemek yerlerdi. Bak biz onlara ayetlerimizi nasıl
açık açık anlatıyoruz ve sonra bak onlar bu
ayetleri nasıl çarpıtıyorlar?"
Yemek yemek, gerek Hz.
İsa'nın ve gerekse özü-sözü doğru annesinin
hayatlarında somut biçimde görülen bir realite idi. Bu
olgu sonradan yaratılmış (hadis)
canlıların karakteristik özelliklerinden biridir. Hz.
İsa ile annesinin insan olduklarını, hristiyan
teolojisinin deyimi ile O'nun "Nasuti" niteliğe
sahip olduğunu kanıtlar. Yemek yemek, karşı
konulmaz bir organik içgüdüye tatmin sağlar. Oysa
yaşamak için yemek yemek zorunda olan bir canlı ilah
olamaz. Yüce Allah, kendinden kaynaklanan öz bir güçle yaşıyor,
varlığını sürdürüyor ve etkinliğini
devam ettiriyor. Bunların hiçbiri için hiçbir şeye
muhtaç değildir. Onun özüne ne dıştan
birşey girer ve ne de ondan birşey
dışarıya çıkar. Meselâ yemek gibi.
Burada yalın ve
realist bir mantık sergileniyor. Öyle ki, hiçbir aklı
başında insan ona karşı çıkamaz. Bu yüzden
bu mantığın sergilenişinin ardından
hristiyanların olumsuz tutumu yeriliyor, bu açık
mantığa sırt çevirmeleri hayretle karşılanıyor.
Tekrarlıyoruz:
"Bak biz onlara
ayetlerimizi nasıl açık açık anlatıyoruz ve
sonra bak, onlar bu ayetleri nasıl çarpıtıyorlar?"
Evet, Hz.
İsa'nın hayatı somut bir insan hayatı idi. Bu
durum, -O'nun aksi yöndeki bütün uyarılarına
rağmen- kendisini ilahlaştırmaya yeltenenleri zor
duruma düşürüyor, çıkmaza saplandırıyor.
Bu yüzden yukarda kısaca anlattığımız
gibi bu kimseler, O'nun ilahlığı ve
insanlığı (nasutiliği) konusunda sonu gelmez
tartışmalara dalmışlar, içinden çıkılmaz
görüş ayrılıklarına gömülmüşlerdi.
(Maide Suresi, 15-16 ayetlerinin tefsirine bakınız.)
Ayetlerin
akışı içinde sergilenmesine devam edilen bu yalın
Kur'an mantığı, başka bir açıdan kendini
göstererek yine şaşkınlık
duygularımızı harekete geçirmeyi amaçlıyor.
Okuyalım:
"De ki;
`Allah'ı bırakıp ne zarar ve ne de yarar
dokundurmaya gücü
yetmeyen nesnelere
mi tapıyorsunuz?Oysa Allah herşeyi işitir ve o
herşeyi bilir. "
Bu ayette,
sapıkların tapınmaya yeltendikleri sahte ilâhlara
değinilirken, kasıtlı bir şekilde akıl
sahibi varlıklar için kullanılan "men(o)"
zamiri yerine , "ma(o)" zamiri kullanılıyor. Böylece
tapılan tüm "yaratıklar", akıl sahibi
olanlar da dahil olmak üzere aynı kategoriye konuyor. Amaç
bu sahte ilahların, ilahlık özünden uzak olan
"sonradan yaratılmışlık"
niteliklerine dikkatleri çekmektir. Bu ortak nitelik Hz.
İsa'yı da, Ruhul Kudüs'ü de , Hz. Meryem'i de kapsamına
alır. Çünkü bunların ortak özelliği yüce
Allah'ın yaratıkları olmaları olgusudur.
Ayet bu noktada
mesajının çapını daha da genişleterek yüce
Allah tarafından yaratılmış herhangi bir
varlığın ilah olma ihtimalinden asla söz
edilemeyeceğini son derece kolay anlaşılır
somut bir gerekçeye bağlıyor. Çünkü bu sahte ilahlar
insanlara yarar ve zarar dokundurabilme gücünden yoksundurlar.
Devam ediyoruz:
"Allah herşeyi
işitir ve herşeyi
bilir."
Yüce Allah işitir
ve bilir, bu yüzden de hem yarar hem de zarar dokundurma gücüne
sahiptir. O kullarının kendisine yönelttiği çağrıları
ve ibadetleri işittiği gibi, bu duaların ve
ibadetlerin gerisindeki kalplerde saklı tutulan, açığa
vurulmayan duyguları da bilir. Onun dışındaki
sahte ilahlar ise, böyle gizli sırları ne
işitebilirler ne bilebilirler ve ne de kendilerine yöneltilen
çağrılara karşılık verebilirler.
Yüce Allah bütün bu
uyarıları ve direktifleri geniş kapsamlı bir
çağrı ile noktalıyor. Peygamberimizi bu çağrıyı
Kitap Ehli'ne yöneltmekle yükümlü tutuyor. Okuyoruz:
"De ki; `Ey Kitap
Ehli, dininiz konusunda gerçeğe aykırı
aşırılıklara kapılmayınız;
sizden önceki dönemlerde sapıtmış, bir çoklarını
saptırmış ve düz yolu
şaşırmış kimselerin keyfi arzularına
uymayınız."
Nitekim yukardan beri sözünü
ettiğimiz sapıklıklar Hz. İsa'ya saygı gösterme
konusunda düşülen aşırılıktan
kaynaklanmıştır. Bunun yanısıra
putperestlikten kalma inançlarını
hristiyanlığa aktaran Roma
İmparatorlarının keyfi arzuları ile
aslında birbirlerinin amansız rakipleri olan kilise konsüllerinin
keyfi yorumları elele vererek, bu saçma sözleri yüce
Allah'ın saf dinine sokuşturmuşlardır. Oysa
Hz. İsa, yüce Allah'tan alıp getirdiği bu dini
peygambere yaraşır bir güvenirlikle insanlara duyurmuş
ve onlara şöyle demişti:
"Ey
İsrailoğulları, benim ve sizin Rabbiniz olan
Allah'a kulluk ediniz. Kim Allah'a ortak koşarsa Allah ona
cenneti kesinlikle haram etmiştir, onun varacağı
yer cehennemdir, zalimlerin hiçbir yardım edeni
yoktur."
Yukardaki sesleniş,
Kitap Ehli'ni kurtarmaya yönelik son çağrıdır. Bu
çağrı onları sapıklıkların, çatışmaların,
keyfi arzuların ve ihtirasların
bataklığından çıkarmayı amaçlıyor.
Daha önce sapmış, bir çoklarını
saptırmış ve düz yolu
şaşırmış kimselerin
gırtlaklarına kadar gömüldükleri sapıklıklardan,
çatışmalardan, keyfi arzulardan ve ihtiraslardan
yakalarını kurtarmalarını öğütlüyor.
Yukardaki çağrı ile bağlanan bu noktada
birazcık durarak şu üç önemli gerçeğe
kısaca değinmek istiyoruz:
Birinci gerçek: İslâm
sistemi, inanca ilişkin düşünceyi doğrultmak, düzeltmek
için yoğun bir çaba harcıyor; bu düşünceyi;
Allah'ın kayıtsız-şartsız birliği
temeline oturtmaya çalışıyor; bu tevhid ilkesini,
Kitap Ehli'nin inançlarını bozan paganizmin ve müşrikliğin
izlerinden, sızıntılarından
arındırmaya özeniyor; insanlara, ilahlık
kavramının özünü tanıtmaya gayret ediyor;
onları, ilahlığın karakteristik özelliklerini
yüce Allah'ın tekelinde görmeye, gerek bir takım
insanları ve gerekse başka yaratıkları bu
karakteristik özelliklere ortak etmemeye çağırıyor.
İnanca ilişkin
düşünceyi berraklaştırmak için, eksiksiz ve
kesin tevhid temeline yönelten bu olağanüstü özen bize
açıkça gösterir ki, bu düzeltme işlemi son derece
önemlidir, ayrıca inanca ilişkin düşünce, insan
hayatının gerek yapılanmasında ve gerekse
sağlıklı işleyişinde hayati bir
fonksiyona sâhiptir; bunların yanısıra İslâm
inancı, bütün insan faaliyetlerinin ve bütün insanlar
arası ilişkilerin temeli ve ana ekseni saymaktadır.
İkinci gerçek: Kur'an-ı
kerim "Allah, Meryemoğlu Mesih'(İsa)dır"
ve "Allah, üç kutsal unsurun üçüncüsüdür"
diyenlerin kesinlikle kafir olduklarını belirtiyor. Yüce
Allah'ın bu sözünden sonra artık müslümana
söylenecek başka söz düşmez. Yüce Allah, "bu
adamlar bu saçma sözleri gerekçesi ile kafirdirler" diye,
buyururken bu kimseleri, yani bu tür sözler söyleyen
hristiyanları ilahî kaynaklı bir dinin mensupları
saymak, müslümana yakışmaz.
Gerçi İslâm daha
önce dediğimiz gibi, hiç kimseyi kendi inancını
bırakarak İslâm'a girmeye zorlamaz, ama müslüman
olmayanların sapık inançlarına "Bunlar, yüce
Allah'ın hoşlandığı türden birer
dindir" demez. Tersine, yukarda okuduğumuz ayetler bu
sapıklıkların kâfirlik gerekçesi olduğunu, kâfirliğin
de asla yüce Allah'ı hoşnut edecek bir din
olamayacağını açık açık söylemektedirler.
Üçüncü gerçek: Bu
gerçek, ilk iki gerçeğin zorunlu sonucudur ve şudur:
İslâm'ın insanlara öğrettiği biçimde Allah'ın
birliğini onaylayan ve Peygamberimizin getirdiği
şekli ile İslâm'ın Allah katından gelmiş
tek "din" olduğuna inanan bir müslüman, sözünü
ettiğimiz Kitap Ehli'nden biri ile dostluk ve
işbirliği ilişkisi kuramaz, bunun imkanı
yoktur.
Bundan dolayı
inkarcı materyalizm ve ateizm karşısında ortak
bir mücadele cephesi oluşturmak amacı ile bütün
sözde "dinler"in işbirliği
yapmasını söylemek, İslâm tarafından ciddiye
alınması düşünülemeyecek anlamsız, boş
bir sözdür. Çünkü temel inanç ilkeleri konusunda böylesine
uçurum çapında ayrılıklar olunca, artık
diğer konularda uzlaşmaya imkan kalmaz. Sebebine
gelince; İslâm'a göre hayattaki herşey en başta
inanç temeline dayanır.
İSRAİLOĞULLARININ
TARİHİ
Son olarak İsrail
oğullarına gönderilen peygamberlerin tarih boyunca
İsrailoğullarının kafirlerine karşı
tutumlarını ortaya koyan kapsamlı bir açıklama
geliyor. Bu peygamberlerin (salat ve selam üzerlerine olsun)
tutumları Hz. Davud'un ve Hz. İsa'nın
tutumları ile
somutlaştırılmıştır. Bu iki
peygamber de İsrailoğullarının kafirlerini
lanetlemiştir. Allah da onların beddualarını
kabul etmiştir. Çünkü İsrailoğulları
isyankardı, zalimdi. Sosyal açıdan çözülmüşlerdi.
Kötülüğe karşı susmayı tercih ediyor, içlerinde
yayılan kötülüğe engel olmaya çalışmıyorlardı.
Kafirleri dost ediniyorlardı. Bu nedenle Allah'ın
gazabına ve lanetine uğradılar. Sonsuza dek
cehennemlik oldular :