59- De ki; "Ey Kitap
Ehli, bizden hoşlanmamanızın sebebi Allah'a, bize
indirilen kitaba ve daha önce indirilmiş olan kitaplara
inanmamız ve de çoğunuzun fasık, yoldan çıkmış
kimseler olmanız değil midir?
60- De ki; "Allah
katında bundan daha kötü konumda olanları size
bildireyim mi? Allah'ın lanet ettiği, gazabına
uğrattığı, aralarından bir bölümünü
çarpıtarak maymuna ve domuza dönüştürdüğü
kimseler ile tağuta (şeytan) tapan kimselerdir. Bunlar
konumları en kötü ve doğru yoldan en sapmış
olanlardır.
Yüce Allah'ın,
peygamberinden Ehli Kitab'a yöneltmesini istediği bu soru;
bir yönden onların pratik durumunun tespiti amacına yönelik
açıklayıcı ve müslüman topluma, onların
dinlerine ve namazlarına karşı alaya
alıcı bir tutum içinde olmalarına neden olan
etkenlerin gerçekliğini ortaya çıkarıcı bir
sorudur. Diğer yönden; realitelerini ve bunu işlemeye yönelten
etkenleri kötülemek amacına yönelik kınayıcı
bir sorudur. Aynı zamanda bu müslümanları güçlendirmek,
o kavmin dostluğundan nefret ettirmek ve bu dostluktan
alıkoymaya ve sakındırmaya ilişkin geçen üç
çağrıda yeralan gerçekleri bildirmek amacına yöneliktir.
Ehli Kitab'ın,
Resulullah (salât ve selâm üzerine olsun) döneminde
müslümanlardan, günümüzde de ortaya çıkan İslâmi
diriliş hareketlerinden nefret etmelerinin nedeni, müslümanların
Allah'a ve O'nun kendilerine indirdiği Kur'an'a ve
Kur'an'ın doğruladığı, daha önce Allah
tarafından Kitap Ehli'ne indirilen kitaplara
inanmalıdır.
Onlar, müslüman
oldukları, yahudi ya da hristiyan olmadıkları için,
müslümanlara düşmanlık ediyorlar. Ehli Kitap,
Allah'ın indirdiklerinden sapmış fasıklar
oldukları için, müslümanlara düşmanlık
besliyorlardı. Fasıklık ve
sapıklıklarının kanıtı da, ellerinde
bulunanı -uydurup bozduklarını değil
doğruladığı halde son mesaja ve Allah'ın
gönderdiği tüm peygamberleri doğrulayan ve onlara
gereken saygıyı gösteren son peygambere inanmamalarıdır.
Medine'de müslümanlara
ait bir organik yapı oluştuğundan, kişilikleri
belirginleştikten, artık Allah'ın eşsiz
sisteminin gölgesinde bağımsız dinlerinden düşünce
ve hayat düzenlerinden kaynaklanan bağımsız bir
varlığa sahip oldukları günden beri, 1400 sene
boyunca silahlarının susmadığı,
kızgınlığın dinmediği bu sürekli
savaşı başlatmışlar müslümanlara karşı.
Onlar, -herşeyden
önce- müslüman oldukları için, müslümanlara karşı
bu kızgın savaşa tutuşmuşlar. Müslümanlar
dinlerinden dönmedikçe, başka bir dine girmedikçe bu kızgın
savaşı durdurmaları mümkün değildir. Bunun
nedeni, Ehli Kitap'tan çoğunun yoldan çıkmış
fasıklar olmasıdır. Bu yüzden doğru yolda
hareket eden ve dinlerinin gereklerini yerine getiren müslümanları
sevmezler.
Yüce Allah, bu gerçeği
kesin bir şekilde yerleştirmektedir. Nitekim diğer
bir sûrede, peygamberine şöyle buyurmaktadır: "Kendi
dinlerine uymadıkça ne yahudiler ne de hristiyanlar senden
asla hoşlanmayacaklardır." (Bakara Suresi, 120) Bu
sûrede de O'na, Ehli Kitab'ı gerçek psikolojik etkenleri ve
konumlarının özüyle yüzyüze getirmesini buyurmaktadır.
"De ki; "Ey
Kitab Ehli, bizden hoşlanmamanızın sebebi Allah'a,
bize indirilen kitaba ve daha önce indirilmiş olan kitaplara
inanmamız ve de çoğunuzun fasık, yoldan çıkmış
kimseler olmanız değil mi?"
Yüce Allah'ın
doğru ve apaçık kitabında çeşitli yerlerde
belirttiği bu gerçeği; günümüzde Ehli Kitap'tan ve
kendilerini "müslüman" olarak isimlendirenlerden
birçoğu, iddia ettikleri gibi materyalizm ve dinsizliğe
karşı "dindarların"
dayanışması adına sulandırmak,
karıştırmak, örtmek ve inkar etmek istemektedirler.
Günümüzde Ehl-i Kitap,
bu gerçeğin sulandırılmasını hatta
çarptırılmasını, örtbas edilmesini ve
perdelenmesini istemektedir. Çünkü onlar İslâm ülkesinde
(daha doğru bir ifadeyle bir zamanlar İslâm ülkesi
olan beldelerde) yaşayanları aldatmak istemektedirler.
İslâm'ın tutarlı ilahi sistemiyle içlerine yerleştirdiği
sağ duyuyu köreltmek istemektedirler. Çünkü bu duyu, sağlıklı
olduğu sürece haçlı sömürgeciliğinin, İslâm
yurdunu sömürmesi bir yana, İslâm karşısında
tutunması bile mümkün değildir. Açıktan açığa
yapılan haçlı savaşlarındaki ve misyoner
faaliyetlerindeki yenilgilerden sonra, aldatma ve uyutma yöntemine
başvurmaları kaçınılmazdı. Çeşitli
gösterişler yapıp, müslümanların varislerinin
arasında, din ve din adına yapılan savaşlar
sorununun bittiği düşüncesini yaymaya çalışıyorlar.
Bunun yalnızca, tüm ulusların
yaşadığı karanlık bir tarihsel dönem
olduğunu, şimdi ise dünyanın
aydınlandığını ve artık
ilerlediğini söylüyorlar. İnanç esasına
dayalı bir çarpışmaya girişmenin doğru
olmadığını, günümüz insanına
yakışmadığını ve uygun bir
davranış olmadığını, günümüzde
savaşın madde için yapıldığını,
sadece hammadde kaynaklarını ve pazarları elde edip
sömürmek için savaşıldığını söylüyorlar.
O halde onlara göre müslümanların -ya da müslümanların
varislerinin- dini ve din uğruna savaşmayı düşünmeleri
doğru değildir.
İslâm ülkelerini
sömüren Ehli Kitap, onların bu uyuşturucuyla
uyuduklarından emin olduklarında, bu sorun,
vicdanlarında gereken ciddiyetten uzak bir şekil
aldığında, artık sömürgeciler müslümanların
Allah ve inanç uğruna taşıdıkları
öfkeden güvencededirler. O öfke ki, bir gün bile karşısında
tutunamamışlardı. Bu uyutma ve uyuşturmadan.
sonra artık iş kolaylaşmıştır.
Yalnızca inanç savaşını kazanmakla
kalmayıp, onun ötesinde soyacakları, çalıp
çarpacakları, ganimetler, koloniler ve hammadde
kaynaklarını da kazanırlar. İnanç savaşında
galip geldikten sonra, madde savaşında da galip gelirler.
Bunlar ise birbirlerine çok yakındırlar.
Sömürgecilerin gizli,
apaçık şuraya buraya yerleştirdikleri İslâm
ülkesindeki Ehli Kitab'ın işbirlikçileri de, aynı
sözü tekrarlıyorlar. Çünkü onlar, sınırların
içinde görevlerini yerine getirmek üzere sömürgecilerle işbirliği
yapan kimselerdir. Bu adamlar, "Haçlı
savaşları"nın bile "Haçlı"
olmadığından söz ediyorlar. İnanç sancağı
altında onlara karşı koyan müslümanlar için de,
"müslüman" değil "milliyetçi" idiler
diyorlar.
Uyuşturulmuş,
aldatılmış bir üçüncü grup daha vardır.
Emperyalist batıda, "Haçlılar"ın
torunları bunlara seslenerek: "Bize gelin, gelin, dost
olup birleşelim. `Dinsizlik' hareketine karşı,
`din'i savunalım"diyorlar. Bu uyutulmuş
aldatılmış grup da, bu Haçlıların
torunlarının her defasında müslümanlara karşı,
dinsizlerle tek saf olduklarını, asırlar boyu böyle
yaptıkları gibi, hâlâ da böyle olduklarını
unutarak çağrılarına uyuyorlar. Aslında
dinsiz materyalistlerle savaşmak, müslümanlarla savaşmak
kadar zor gelmez onlara. Onlar materyalist dinsizliğin geçici
bir akım, süreli bir düşman olduğunu çok iyi
biliyorlar. İslâm'ın da sağlam bir temel,
kalıcı bir düşman olduğundan kuşku
duymazlar. Bu yaldızlı çağrı, İslâmî
diriliş hareketinïn şaşmaz
uyanıklığını etkisiz hale getirmek,
aynı zamanda, politik sömürülerinin düşmanı
olan dinsizlerle tutuştukları savaşta, bu
uyutulmuş, aldatılmışların emeğinden
yararlanmak, onları bir yem olarak kullanmak amacına yöneliktir.
Bunlar da onlar gibi, İslâm ve müslümanlara karşı
bir savaşa tutuşmuşlardır. Bu savaşta, müslümanların
tutarlı, ilahî hayat metodunun eğittiği
sağduyudan başka bir hazırlığı da
yoktur.
Oyuna kamp doğruluk
gösterilerine aldanan bu adamlar, "din" adına
"dinsizler"le savaşmak için, güven ve dostluğa
çağrılırlarken Ehli Kitab'ın samimi
olduğunu sanıyorlar. Oysa, -istisnasız- ondört asırlık
realiteyi unutuyorlar, bu konuda bizzat Rabblerinin direktifini
unuttukları gibi. kişi de Allah'a karşı güven
ve O'nun söylediklerine inanma duygusu varsa, bu direktiften
kaçmak ve kayıtsız kalmak mümkün değildir.
Bu adamlar, sözlerinde
kurnazca davranıyorlar ve müslümanlara Ehli Kitap'la iyi
ilişkiler kurmayı ve yaşayış ve
davranışta hoş görülü olmalarını
emreden Kur'an ayetlerini, peygamber sözlerini yazarlarken
onlarla, dostluk kurmaya ilişkin kesin
sakındırmaları, onların etkenlerine
karşı uyanık olmaya ilişkin hükümleri,
İslâmî hareketin yardımlaşma ve dostluğu
yasaklayan İslâm düzeninin stratejisine ilişkin açık
direktifleri unutuyorlar. Çünkü yardımlaşma ve
dostluk müslümanlar için din konusunda ve onun sisteminin ve
düzeninin pratik hayatta kurulması uğrunda
yapılabilir sadece. Her ne kadar bu dinlerin
bozulmasından önce, bazı temellerde birleşmeleri söz
konusu olsa da, müslümanla Ehli kitab'ın din konusunda,
üzerinde birleştikleri ortak bir ilkeleri mevcut
değildir. Çünkü Ehli Kitap bu dine, inanmalarından
dolayı onlardan nefret etmektedir ve yüce Allah'ın
dediği gibi, bu dinden dönmedikçe de onlardan hoşlanmazlar.
Kur'an'ı ikiye
ayıran bu adamlar, onu bölüp parçalamakta, ondan onay
almak amacıyla dilediklerini ve şaşkın, saçma
iddialarına uyan kısmını almakta,
şaşkın ve bozuk düşüncelerine uymayanı
ise, bir kenara atmaktadırlar.
Biz de, bu soruna
ilişkin, aldatılmışların ya da
aldatıcıların sözlerine kulak vermektense, yüce
Allah'ın sözünü dinlemeyi tercih ediyoruz. Kuşkusuz
bu konuda, yüce Allah'ın sözü son derece kesin, net,
belirgin ve açıktır.
Hoşlanmayışlarının
sebebinin Allah'a, bize ve bizden önce indirilene inanmak olduğu
belirtildikten sonra, geriye kalan sebebe ilişkin yüce
Allah'ın şu sözünün üzerinde bu noktada kısaca
duralım:
"...ve de çoğunuzun
fasık, yoldan çıkmış kimseler
olmanız."
Fasıklar bu nedenin
yarasını oluşturmaktadır. Çünkü fasıklık,
kişiyi doğruluktan hoşlanmamaya sürükler.
İşte bu olağanüstü Kur'anî yaklaşımın
tespit ettiği realiteye uygun psikolojik bir kuraldır.
Çünkü yoldan çıkıp sapıtan biri,
benimsenmiş bir sistem uyarınca dosdoğru hareket
eden birine tahammül edemez. Onun varlığı sürekli
yoldan çıkmışlığını,
sapıklığını hatırlatmaktadır.
Sapıklığına ve yoldan çıkmışlığına
somut bir kanıt oluşturmaktadır. Bu yüzden ondan
nefret etmekte, hoşlanmamaktadır. Onun
doğruluğundan nefret etmekte, sorumluluğundan
hoşlanmamaktadır. Bu yüzden onu kendi yoluna çekmek
için, büyük çaba sarf eder. Ya da kendisine karşı çıktığında,
ortadan kaldırmaya uğraşır.
Bu sürekli bir kuraldır.
Ehli Kitab'ın Medine'deki müslüman cemaate karşı
tutumlarını aşar. Her zamanki Ehli Kitab'ın,
her zamanki müslümanlara karşı tutumlarını
yansıtır. Hatta samimi ve doğru yolda hareket eden
her topluluğa karşı, yoldan çıkmış
hareket edenlere karşı, yoldan çıkmışların
toplumlarında samimilere karşı,
sapıkların toplumlarında
başlatılmış şiddetli bir
savaştır bu.
Bu savaş, şu
olağanüstü Kur'an ayetinin tasvir ettiği bu kurala
dayanan doğal bir durumdur.
Kuşkusuz yüce
Allah, iyiliğin, kötülüğün nefretini çekmesinin
kaçınılmaz olduğunu, hakkın,
batılın düşmanlığıyla
karşılaşmasının zorunlu olduğunu,
doğruluğun, mutlaka yoldan çıkmışlığın
öfkesini üzerine çekeceğini, samimiyetin, zorunlu olarak
sapıklığın kinini
artıracağını biliyordu.
Aynı şekilde yüce
Allah, iyiliğin, hakkın, doğruluğun ve
samimiyetin kendini savunmasının, kötülük, batıl,
yoldan çıkmışlık ve sapıklıkla
zorunlu bir savaşa tutuşmasının kaçınılmaz
olduğunu da biliyordu. Bu isteğe bağlı bir
savaş değildir. Hak, batıla karşı koymama
yetkisine sahip değildir. Çünkü batıl, mutlaka ona
saldıracaktır. iyilik bir kenara çekilmez. Çünkü
kötülük, onu ortadan kaldırmaya çalışacaktır.
Hak, iyilik doğruluk
ve samimiyet taraftarlarının batıl, kötülük,
yoldan çıkmışlık ve
sapıklığın kendilerinden vazgeçtiğini,
bu yüzden savaştan uzak kalacaklarını ve bir
barış ve anlaşmanın mümkün olduğunu
sanmaları gaflettir, hem de korkunç bir gaflet. Oysa bu
uyutmalara ve aldatmacalara konacaklarına tedbir ve kuvvet
bulundurmakla, zorunlu savaşa hazırlanmaları çok
daha iyi olurdu. Yoksa onlar yenilmeye ve yok olmaya mahkum
olacaklardır.
Daha sonra,
Kur'an'ın akışıyla birlikte, Ehli
Kitab'ın müslümanlardan hoşlanmayışlarının
nedenleri belirtilip bunlar kınandıktan sonra, Ehli
Kitap karşısında yüce Allah'ın, peygamberine
yönelik direktifiyle yolumuza devam ediyoruz. Yüce Allah, eski
tarihleri, Rabbleri ile olan durumları ve hazırlanan
acı azapla cevap vermektedir onlara:
"De ki; "Allah
katında bundan daha kötü konumda olanları size
bildireyim mi? Allah'ın lanet ettiği, gazabına
uğrattığı, aralarından bir bölümünü
çarpıtarak maymuna ve domuza dönüştürdüğü
kimseler ile Tağut'a (şeytana) tapan kimselerdir. Bunlar
konumları en kötü ve doğru yoldan en sapmış
olanlardır."
Burada yahudilerin
durumunu ve tarihlerini öğreniyoruz.
Onlar, yüce Allah'ın
lanetlediği, gazabına uğrattığı, içlerinde
kendisini maymuna ve domuza dönüştürdüğü
kimselerdir. Tağuta kulluk eden de onlardır.
Allah'ın,
onları lanetlemesi ve gazabına uğratması,
aynı şekilde içlerinden kimisini maymuna ve domuza
dönüştürmesi konuları, Kur'an-ı Kerim'in çeşitli
yerlerinde geçmektedir. Ancak Tağut'a kulluk yapmaları
sorununa gelince; burada açıklamayı gerektirmektedir.
Çünkü sûrenin akışı içinde özel bir anlamı
olan bir yaklaşımdır bu.
Tağut; otoritesini
Allah'tan almayan her türlü yönetim, uygulamasını
O'nun şeriatına dayandırmayan her iktidar, hakka
tecavüz eden her türlü düşmanlıktır.
Allah'ın otoritesine, ilalılığına ve
hakimiyetine, tecavüz ise; düşmanlığın en
iğrenci, azgınlığın en şiddetlisi,
anlam ve söz olarak da Tağut'un kapsamına en çok
girenidir.
Ehli Kitab'a gelince;
onlar, hahamlara ve papazlara tapmazlardı. Ancak,
Allah'ın şeriatını bırakıp,
onların kanununa uyarlardı. Yüce Allah da onları,
Haham ve papazların kulları ve müşrikleri olarak
isimlendirdi. işte bu yaklaşımda şu ince anlam
yatmaktadır. Evet onlar Tağut'a kulluk
yapıyorlardı. Yani azgın ve gerçeğe tecavüz
eden otoritelere uyarlardı. Kuşkusuz onlar, secde etmek,
rükua varmak anlamında kulluk yapmıyorlardı
onlara. Fakat onlara uymak ve itaat etmek anlamında ibadet
ediyorlardı. İşte bu, kişiyi Allah'a kulluk
dairesinden ve O'nun dininden çıkaran bir kulluk
şeklidir.
Yüce Allah,
peygamberine, Ehli Kitab'ı bu tarih ve bu tarihten
dolayı hakkettikleri bu cezayla yüzyüze getirmesini
emrediyor. Sanki onlar, karakterleri değişmez tek bir
nesildirler. Onlara bunun en kötü bir ceza olduğunu
bildirmesini buyuruyor:
"...De ki; Allah
katında bundan daha kötü konumda olanları size
bildireyim
mi?"
Yani, Ehli Kitab'ın
müslümanlara yönelik nefretlerinden, onlara kurdukları
tuzaklardan ve imanlarından dolayı çektirdikleri
eziyetlerden daha kötüsünü... Zayıf insanların
hoşlanmaması nerede, Allah'ın
hoşnutsuzluğu, azabı, bir de Ehli Kitab için
kötülük ve doğru yoldan çıkmış hükmünü
vermesi nerede?
"Bunlar konumları
en kötü ve doğru yoldan en sapmış
olanlardır."
EHLİ KİTABIN
KARAKTERİ
Ayetin
akışı tarihlerini ve buna karşılık
hakkettikleri cezayı gözler önüne serdikten sonra,
dostluklarından nefret ettirmek için niteliklerini ve
karakteristik özelliklerini sunmaya devam ediyor. Geceleri
tasarladıkları komploları ortaya çıkarmakla,.
müminlere yönelik bir sakındırma ve dikkat çekme yer
alıyor. Aynı şekilde çizilen tabloda, yahudinin
tipi iyice belirginleşiyor. Çünkü yaşanan olgudan söz
ediliyordu ve en çok da yahudilerden kaynaklanıyordu bu kötülük.