15- Ey Kitap Ehli, size
bizim peygamberimiz geldi. Bu peygamber, elinizdeki kitabın
öteden beri gizli tuttuğunuz bir hükmünü açıklıyor,
bir çoğuna da değinmiyor. Gerçekten size Allah tarafından
bir ışık, bir açıklayıcı kitap
geldi.
16- Allah,
rızası peşinde koşanları, bu kitap
sayesinde selamet yollarına erdirir, onları, kendi izni
ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır,
doğru yola iletir.
17 Allah Meryemoğlu
Mesih'dir diyen/er kesinlikle kafir olmuş/ardır. Onlara
de ki; Eğer Meryemoğlu İsa'yı annesini ve yeryüzünde
bulunan varlıkların tümünü yok etmek istese O'na kim
engel olabilir? Göklerde, yeryüzünde ve ikisi arasında
bulunan tüm varlıklar Allah'ın egemenlik tekelindedir.
O di/ediğini yaratır. Allah'ın gücü herşeye
yeter.
18- Yahudiler ve
hristiyan/ar "Biz Allah'ın evladları ve
sevdikleriyiz" dediler. Onlara de ki; o halde O, niçin
günahlarınızın yüzünden azaba çarptırıyor.
Aslında O'nun yarattığı birer
insansınız. O dilediğini affeder, dilediğini
azaba çarptırır. Gökler, yeryüzünün ve ikisi arasında
bulunan tüm varlıkların Allah'ın egemenlik
tekelindedir. Dönüş O'nadır.
19- Ey Kitap Ehli, "Bize
bir müjdeci, bir uyarıcı gelmedi " demeyesiniz
diye peygambersiz geçen bir ara dönemin arkasından size gerçekleri
açıklayan peygamberimiz geldi. İşte size müjdeleyici,
uyarıcı geldi. Allah'ın gücü her şeye yeter.
Kitap Ehli, kendilerinden
olmayan ve daha önce onlara karşı üstünlük ve
bilgiçlik tasladıkları ümmî (okuma-yazma bilmez)
toplumdan olan bir peygamberin kendilerini İslâm'a çağırmasını
çok gördüler. Çünkü onlar Kitap Ehli, diğerleri ise
ümmî idi. Allah bu ümmileri onurlandırmak istediği
zaman son peygamberi içlerinden gönderdi. Tüm insanları
kuşatan son risaleti onlara sundu. Ve kendilerine ilim verdi.
Böylece onlar, yeryüzündekilerin en bilgilisi, düşünce
ve inancı en sağlam yol, şeriat ve sistemi en
üstünü, toplum ve ahlâkı en olgunu oldular. Tüm bunlar,
Allah'ın onlara karşı lütfu, bu din ile
nimetlendirmesi ve onlardan hoşnut olmasıdır.
Diğer bu nimet olmasaydı, ümitlerin tüm insanlara
"vasi" olmaları ve bu din olmasaydı,
insanların "önder" olmaları mümkün olmazdı.
Kitap Ehli'ne yönelik bu ilahî seslenişte kendilerinden söz
alındığı gibi onların İslâm'a, bu
peygambere ve O'na yardıma, desteklemeye çağrıldıkları
tescil ediliyor. Yüce Allah, ümmi peygamberlerin araplara ve
tüm insanlara gönderildiği gibi onlara da gönderildiğine
şahitlik ederek, tescil ediyor. Onların, O'nun
risaletini Allah katında inkara güçleri olmadığı
gibi, peygamberliğinin araplara has olduğu yada Kitap
Ehli'ne yönelik olmadığını iddaya da güçleri
yoktur.
"Ey Kitap Ehli, size
bizim peygamberimiz geldi. Bu peygamber elinizdeki kitabın
öteden beri gizli tuttuğunuz bir hükmünü açıklıyor,
bir çoğuna da değinmiyor.."
O, görevi Allah'ın
yanınızda bulunan Kitab'ından gizlediklerinize
uygun gerçekleri açıklamak; ortaya koymak ve izah etmek
olan sizlere gönderilmiş bir peygamberdir. Bu hususta yahudi
ve hristiyanlar aynı durumdadır. (Hristiyanlar dinin en
temel prensibi olan "tevhid"i gizlediler. (Yahudiler ise
zina edenin recm edilmesi, bütünüyle haramlığı
gibi pek çok şer'i hükümleri gizlediler.) Ayrıca hem
yahudiler hem de hristiyanlar ellerinde bulunan Tevrat ve
İncil'de buldukları "ümmî peygamberin
gönderileceği" haberini gizlediler.
Nitekim Hz. Peygamber,
onların gizledikleri yada tahrif ettikleri şeylerin
kendi şeriatinde bulunmayan pek çoğunu
bağışladı. Allah, sürekli ve kapsayıcı
risalet gelmeden önce, geçmiş kitapların ve
şeriatlerin içerdiği, peygamber gönderilen küçük
toplumlarda sınırlı işlevleri olan ve
Allah'ın ilminde de bir zaman parçasıyla
kayıdlanmış bulunan hükümlerden, insan toplumlarında
uygulanmaz hale gelenleri neshetti. Böylece Allah'ın bütünlediği,
nimetini tamamladığı ve insanlara din seçtiği
İslâm, son şeklini almış oldu.
Artık onda ne nesih,
ne değiştirme ne de düzeltme söz konusu olamaz. onlara,
bu peygamberin getirdiği şeyin tabiatını,
insanların yaşamındaki fonksiyonunu, Allah'ın
insan yaşamında görevini yapmasını takdir
ettiği etkilerini, açıklamaktadır.
"Ey Kitap Ehli, size
bizim peygamberimiz geldi. Bu peygamber elinizdeki kitabın
öteden beri gizli tuttuğunuz bir hükmünü açıklıyor,
bir çoğuna da değinmiyor. Gerçekten size Allah tarafından
bir ışık, bir açıklayıcı kitap
geldi.
"Allah,
rızası peşinde koşanları, bu kitap
sayesinde selamet yollarına erdirir, onları kendi izni
ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır,
doğru yola iletir."
Bu kitabın
-Kur'an'ın- tabiatına ve bu sistemin -İslâm'ın-
tabiatına, onun "nur" olmasından daha ince,
daha doğru bir delil yoktur.
Mümin bu gerçeği
kalbinde tüm varlığında, yaşamında ve
zihninde hisseder ve nesneleri, olayları ve kişileri
onunla değerlendirir. Onu sırf imanın
hakikatını kalbinde duyması sebebiyle hisseder. Bu
"nur", müminin varlığını
aydınlatan, hafifleştiren, parlatan bir nurdur.
Önündeki herşeyi aydınlatır, açıklar,
ortaya koyar ve ona doğru yola iletir.
Varlığında,
çamurun değeri, toprağın karanlığı,
et ve kanın yoğunluğu, istek ve arzuların
coşkunluğu vardır. Tüm bunlar, aydınlatır,
ışıklandırır ve parlatır.
Ağırlığını hafifletiyor,
karanlığını aydınlatıyor,
yoğunluğunu inceltiyor ve coşkunluğunu
dizginliyor.
Bakış açısındaki
kapalılık ve karanlık, adımlarındaki
yavaşlık ve tereddüt, prensipleri bulunmayan aşağılık
yol ve hedefteki şaşkınlık... İşte tüm
bunlar aydınlanıyor, ışıklanıyor ve
yol üzerindeki nefis doğru yola iletiliyor..
"...Bir
ışık ve bir aydınlatıcı kitap..."
Yüce peygamberin getirdiği,
tek bir kitabın iki ayrı özelliği.
"Allah
rızası peşinde koşanları, bu kitap
sayesinde selamet yollarına erdirir, onları kendi izni
ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır,
doğru yola iletir."
Allah İslâm'ı
din seçmiştir. O, bu hoşnutluğuna uyan ve
Allah'ın ona seçtiği gibi onu kendisine seçen kimseyi
hidayete ulaştırır, "selamet yollarına"
iletir.
Bu tanımlamadan daha
ince ve daha doğru ne olabilir? "Selamet" (barış)
bu dinin, hayatın tümüne yaydığı, ferdin,
toplumun ve herşeyin; kurtuluşun ve
barışın, vicdan, akıl ve organların
kurtuluşu, toplumun, ümmetin insanın ve
insanlığın kurtuluşu... Hayatla, varlıkla,
hayat ve varlığın Rabbi Allah ile birliktelik
kurtuluşu. İnsanlığın sadece bu dinde vé
ancak onun yönetiminde, sisteminde, hukukunda ve inanç kanunlarına
göre düzenlenmiş toplumunda bulabildiği bir "kurtuluş".
Gerçek şu ki, Allah
hoşnut olduğu bu din ile, Allah'ın
hoşnutluğuna uyanları "selamet
yolları"na iletir... Tüm bu alanlardaki bütün "selamet
yolları"na... Bu gerçeği, eski veya çağdaş
cahiliyede harb yollarının acısını
tatmış olanlar gibi hiç kimse idrak edemez. Bu gerçeği,
vicdanların derinliklerindeki cahiliye inançlarından
kaynaklanan dur-durak bilmez harbin ve cahiliyenin
kanunlarından ve düzenlerinden kaynaklanan, hayatı tümüyle
perişan eden anarşik çatışmaların
acı neticelerini görmüş kimseler gibi anlayamaz.
Bu sözler ile ilk kez
muhatap olanlar, cahiliye tecrübeleri sebebiyle bu kurtuluşun
ve barışın anlamını biliyorlardı.
Çünkü onlar, bunu bizzat tatmışlar ve bundan büyük
bir haz duymuşlardı.
Bizi kuşatan ve içimize
işleyen cahiliye, asırlar boyu vicdanlarda ve
toplumlarda çatışmanın her türlüsünü insanlara
şimdi bu gerçeği idrake ne kadar muhtacız.
Tarihimizin bir
aralığında bu "kurtuluş ve
barış" içerisinde yaşamış olan
sonra, bu "selamet"den çıkıp
ruhlarımızı ve kalplerimizi ahlâkımızı
ve gidişatımızı, toplumumuzu ve
halklarımızı, parça parça eden bir çatışmaya
dalan bizler, şimdi ona ne kadar ihtiyaç duyuyoruz! Allah'ın
bizim için seçtiğini, kendimize seçtiğimiz ve O'nun
hoşnutluğuna uyduğumuzda, Allah'ın bize
bağışladığı "selamet"e
girmeye yetkin olacağız.
Bu cahiliyetin
belalarına esir olmuşuz. İslam ise bize
yakındır. İslam barışı, eğer
istersek elimizi uzatabileceğimiz kadar yakın iken,
cahiliye anarşisine dalmışız. Değersiz
şeye karşılık değerliyi veren bu
alış-veriş ne zararlı bir ticaret! Hidayete
karşılık sapıklığı satın
alıyoruz? Savaşı barışa tercih ediyoruz.
Biz
insanlığı cahiliyenin her türlü renk ve
şekildeki bu musibetlerinden kurtarabiliriz. Fakat kendimizi
kurtarmadan, "selamet" gölgesine önce kendimiz
girmeden ve Allah'ın hoşnutluğuna
sığınıp, olduğuna uymadan önce, insanlığı
kurtaramayız. Ancak bunları yaptığında,
Allah'ın "selamet yollarına" erdirdiğini
buyurduğu kimselerden oluruz.
"... Onları
kendi izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır.."
Şüphe, hurafe,
hikayeler ve masallar karanlığı... Arzular,
tartışmalar ve uçsuz bucaksız çöllerde kalmak
karanlığı... Sempatik ve emin yerlerden,
vahşet endişe ve şaşkınlık üzüntü
ve hidayetsizlik karanlığına.
Diğer
ölçülerinin, hükümlerin ve dengelerin bozukluğundan
kaynaklanan karanlık... Nur ise aydınlıktır.
Önce sözünü ettiğimiz vicdan, akıl, varlık,
hayat ve her işteki aydınlık nurdur.
"...Doğru yola
iletir.."
Ruhun fıtratına
ve ona hükmeden yasalara uygun olan "dosdoğru"
yaratılış fıtratı ve onu yönlendiren
evrensel yasalara uyan, "dosdoğru" öyle ki,
şaşırıp gerçekleri, prensipleri ve hedefleri
karıştırmadan Allah'a yönelik olan "dosdoğru".
Allah insanı ve
fıtratını, evreni ve yasalarını
yarattı. İnsana bu sistemi gönderdi. Müminlere bu dini
seçti. Aciz, cahil ve fani insanın yapısı olan
başka bir sistemin onlara hidayet etmiyeceği ve ancak bu
sistemin onları dosdoğru yola ileteceği apaçık
ve tabiidir. Yüce Allah doğru söylemiştir. Alemlere
muhtaç değildir. Onların hidayet veya
sapıklıkları, O'na fayda vermez; fakat O, onlara
çok merhametlidir. İşte bu, dosdoğru yoldur.
Meryem oğlu İsa'nın Allah olduğu sözü
küfürdür. Yahudi ve hristiyanların Allah'ın
oğulları ve sevdikleri olduğu sözü de
küfürdür. Bunlar hiçbir delile dayandırılmayan
iftiralardır.
Tüm bunlar, son
peygamberin gerçekliliğini açıklamak için getirdiği
"tevhid"in sadeliğini gizleyen ve hakikati tahrif
eden yahudi ve hristiyanların palavralarıdır.
"Allah,
Meryemoğlu Mesih'dir diyenler, kesinlikle kafir
olmuşlardır. Onlara de ki; "Eğer
Meryemoğlu İsa'yı, annesini ve yeryüzünde bulunan
varlıkların tümünü yok etmek isterse O'na kim engel
olabilir? Göklerde, yeryüzünde ve ikisi arasında bulunan tüm
varlıklar Allah'ın egemenlik tekelin-dedir. O
dilediğini yaratır. Allah'ın gücü herşeye
yeter."
Hz. İsa'nın
Rabbi katından getirdiği de bütün peygamberlerin
getirmiş olduğu "Tevhid" idi.
HRİSTİYANLARIN
HZ. İSA HAKKINDAKİ SAPIK GÖRÜŞLERİ
Allah'ın
katıksız, tek kulluk sunmaya layık olduğunun
kabulü, bütün peygamberlerin tavrıydı. Fakat
putperestlerin hristiyanlığa girmeleri ve onların
beraberinde getirdiği tevhid inancıyla
karıştırdıkları putperestlik
tortularına isteklilikleri sebebiyle, bu pak inanca
bozukluklar girdi. Öyle ki, artık onu bu bozukluklardan
ayıklamak ve temizlemek, bu inancın özünü ortaya
koymak imkansız hale geldi.
Bu sapmaların tümü
bir defada meydana gelmedi. Ardından gelen toplumlar da
belirli zaman aralıkları ile bu imana girdiler. Sonunda
akılların hatta o dine inanan bozuk inancı
şerh eden alimlerin akıllarının bile
şaşa kaldığı efsane ve masallarla
örülü bir acayip karışım meydana çıktı.
Tevhid inancı, Mesih
İsa'dan sonra da öğrencileri ve tabileri arasında
bir müddet yaşadı. Yazılan pek çok İncil'den
biri olan Barnaba İncili, Hz. İsa'dan Allah'ın gönderdiği
bir peygamber olarak söz ediyor. Sonra Hz. İsa'nın
izleyicileri arasında fikir ayrılıkları
meydana geldi. Kimi; "Mesih, diğer peygamberler gibi
Allah'ın gönderdiği bir peygamberdir" dedi. Kimi
"O evet peygamberdir. Fakat Allah ile özel bir bağı
vardır" dedi. Kimi "O, Allah'ın oğludur.
Çünkü babasız yaratılmıştır. Fakat
buna rağmen Allah'ın
yaratığıdır." dedi. Kimi de: "O,
Allah'ın oğludur. Yaratılmış
değildir. Aksine babası gibi "kadim"
sıfatını taşır." dedi.
Bu
ayrılıkları ortadan kaldırmak için M.S. 325 yılında
İznik'de 48.000 patrik ve piskoposun
katılımıyla "İznik Konsülü"
toplandı. içlerinden hristiyan tarihçi İbn-i Patrik
şöyle demiştir:
"Katılanların
görüşleri ve mezhepleri farklı idi. Kimi,
"İsa ve annesi Allah'ın dışında iki
ilahtır." diyordu. Bunlar "Raymatiler" diye
isimlendirilen berberiler idi.
Kimi: "İsa,
babasından ateşten ayrılan alev gibi
ayrılmıştır, ikinci parçanın
ayrılması ile birinci bölümde bir azalma olmaz"
diyordu. Bunlar "Sabliyus" ve taraftarları idi.
Kimi: "Hz. Meryem, Hz. İsa'yı dokuz ay
taşımadı. O, karnından suyun borudan geçtiği
gibi geçti. Çünkü o söz (kelime) kulağından girdi.
Aynı anda çocuğun çıktığı yerden
de çıktı" diyordu. Bu da, "İlyan"
ve taraftarlarının görüşüdür. Kimi: "Hz.
İsa özde bizden biri olmasına rağmen, ilahî bir
özellikle yaratılmış bir insandır. Öncelikle
Meryem'in oğludur. O'nu insanı özünün katıksız
olması sebebiyle göndermiş, ilahî nimeti beraberinde kılmış
ve O'nda sevgi ve iradeyi birleştirmiştir.
Bu yüzden "Allah'ın
oğlu" denilmiştir. Kimi de: "Allah kadîm
biricik cevher ve biricik unsurdur. Üç isimle
isimlendirilir" derler ve ne "kelime"ye ne de
"Ruhu'l Kudüs"e inanırlar. Bu, Antakya
patriği "Paulus" ve taraftarlarının görüşüdür.
Kimi de: "Onlar üç
ilahtır. Birisi iyilik, diğeri kötülük tanrısıdır.
üçüncüsü ise, aralarında adaleti sağlar"
demiştir. Bu, lânetli "markyun"un havarilerinin başı
olduğunu öne sürdüler ve "Petrus"u inkar
ettiler.
Kimi ise, Hz.
İsa'nın ilah olduğunu söyledi. Bu da "Aziz
Paulus" ve 318 delegenin görüşü idi.
Putperestlikten
hristiyanlığa geçmiş ve hristiyanlık
hakkında birşey bilmeyen Roma İmparatoru
"Kostantin" bu son görüşü tercih etti ve bu
görüş taraftarlarını muhaliflerine musallat etti.
Diğer mezheplerin
taraftarlarını -özellikle de sadece Baba'nın ilah
ve Mesih'in insan olduğu görüşünde olanları- ise
kovdu.
"Kıptî Ulus
Tarihi" adlı kitap bu karardan şöyle
bahsetmektedir:
Kutsal cemaat ve elçiler
kilisesi, "Allah'ın oğlunun
bulunmadığı bir zamanın mevcut olduğunu,
O'nun doğmadan önce mevcut olmadığını ve
O'nun yoktan var olduğunu" söyleyen herkesi veya
"oğul, baba Allah'ın cevheri dışında
bir usul veya cevherden meydana gelmiştir" diyeni yada
"Onun yaratılmış olduğuna" inanan
herkesi yahut ta "Değişmesinin, zamanın geçmesi
ile bozulmasının mümkün olduğunu" söyleyen
herkesi aforoz eder.
Fakat bu konsülün
kararları, Aryusün izleyicilerinin Allah'ı birleyen
inançlarını bozamamış ve fakat İstanbul,
Antakya, Babil, İskenderiye ve Mısır'da egemen
haline gelmiştir.
Sonra "Ruhul Kudüs"
kavramı çevresinde yeni bir tartışma
başladı. Kimileri "O ilahtır" dedi,
diğerleri ise "İlah değildir" görüşünü
ileri sürdü. Bu konudaki fikir ayrılığını
gidermek için M.S. 381 yılında I. İstanbul Konsülü
toplandı.
Hristiyan tarihçisi
İbni Patrik, İskenderiye'yi delegelerinin sözlerine
dayanarak bu konsülde alınan kararları şöyle
nakletmektedir:
İskenderiye
patriği "şöyle demiştir: "Bizce `Ruhu'l
Kudüs' Allah'ın ruhu dışında bir anlama
gelmemektedir. Allah'ın ruhu ise, O'nun hayatından
ayrı bir şey değildir. Biz, `Ruhu'l Kudüs', yaratılmıştır
dediğimiz zaman, "Allah'ın nuru
yaratılmıştır" demiş oluruz.
`Allah'ın ruhu mahluktur' dediğimiz de ise, `O'nun
hayatı mahluktur' demiş oluyoruz. `Hayatı
mahluktur' demek ise, O'nun diri olmadığını
ileri sürmektir. Biz O'nun diri olmadığını
ileri sürersek, O'na küfretmiş oluruz. O'nu inkar eden ise,
laneti hak eder!
Böylece İznik Konsülü'nde
Mesih'in ilahlığı karar altına
alındığı gibi, bu konsülde `Ruhu'l Kudüs'ün
ilahlığı da karara bağlandı. Baba,
oğul ve Ruhul Kudüs şeklindeki "üçleme"
tamamlanmış oldu.
Sonra, Mesih'in hem
insanı hem de ilahî tabiatı bir arada bulundurduğu
çevresinde ve onların deyimi ile ilahlığı ve
insanlığı konusunda, başka bir
tartışma meydana çıktı. (Kostantiniyye)
İstanbul patriği "Nastur"un görüşü
Uknum ve tabiatın bir arada bulunduğu şeklinde idi.
İlahlık uknumu, babaya nisbetinden dolayı, insan
tabiatı ise, Meryem'den doğmuş olmasından
kaynaklanıyordu. Meryem, ilahın annesi değil,
insanın annesi idi! İbni Patrik'in naklettiği gibi,
O, insanlar arasında ortaya çıkan ve onlara seslenen
Mesih hakkında şöyle demiştir:
"Ona Mesih"
diyenler, bunu oğul kavramına bağımlı bir
sevgi ile ileri sürüyorlar. Başkaları ise ona, Allah
veya Allah'ın oğlu diyorlar. Bu da gerçek anlamda değil,
Allah'ın lütfu anlamındadır. Sonra şöyle
demiştir:
Nastur; "Rabbimiz,
Mesihi aslında ilah olarak değil, hareket ve nimetle
yada Allah'tan ilham alan bir insan olarak yeryüzüne bıraktı.
Hata işlemez ve kötü birşey yapmaz görüşünü
ileri sürdü.
Rum delegeleri,
İskenderiye patriği ve Antakya delegeleri bu görüşe
karşı çıktılar ve 4. Konsülü toplamayı
kararlaştırdılar. M.S. 431 yılında
"Efes Konsülü" toplandı. Bu konsül de İbni
Patrik'in de söylediği gibi "Bakire Meryem,
Allah'ın anasıdır. Mesih gerçekte hem ilah hem de
insandır. İki tabiatlı olduğu bilinmektedir.
Uknumda ise birdir" kararına vardılar. Nastur'u
lanetlediler.
Sonra İskenderiye
Kilisesi yeni bir görüş ortaya attı ve bunun için 2.
Efes Konsülü" toplandı. Bu konsülde:
"Mesih tek tabiatlıdır.
O'nda ilahlık, insanlık ile birleşmiştir"
kararına varıldı .
Fakat bu görüş
kabul edilmedi, tartışmalar sürüp gitti. Bunun
üzerine M.S. 451 yılında "Kadıköy
Konsülü" toplandı ve "Mesih'in bir değil iki
tabiatı vardır. ilahlık bir tabiatı,
insanlık ise diğer tabiatıdır. Her ikisi de
Mesih'de birleşmiştir" kararına vardılar
ve 2. Efes Konsülünü lanetlediler. Mısırlılar bu
konsülün kararlarını kabul etmediler.
Mısırlılar arasında "Menafis"
mezhebi ile Roma İmparatorluğunun kurduğu mezhebi
arasında Al-i İmran sûresinin tefsirinin girişinde
Sör. T.V. Arnold'un, "İntişar-ı İslâm
Tarihi" adlı kitabındaki sözlerine dayanarak
naklettiğimiz sürekli görüş
ayrılığı ortaya çıktı.
Mesih'in
ilahlığı çevresindeki sapıklık düşüncelerini,
sürekli ihtilaflarını, düşmanlıklarını
ve kinlerini (bu sebeple gruplar arasında meydana gelen ve
şu güne kadar devam eden kinlerini) bu kadarlık bir
özetle tasvir etmekle yetiniyoruz..
Bu konudaki gerçeği
ortaya koymak ve ayırd edici sözü söylemek için, bu son
risalet geldi. Ve sahih inancın gerçeğini Kitap Ehli'ne
açıklamak için son peygamber geldi:
"Allah Meryemoğlu
Mesih'tir diyenler kesinlikle kafir olmuşlardır."
"Allah üçün
üçüncüsüdür, diyenler kesinlikle kafir olmuşlardır."
"Onlara de ki:
Eğer Meryemoğlu İsa'yı, annesini ve yeryüzünde
bulunan varlıkların tümünü yok etmek isterse O'na,
kim engel olabilir?"
Böylece yüce Allah'ın
zatı, aslı, iradesi ve otoritesi ile, İsa'nın
annesinin ve diğer tüm varlıkların zatları
arasındaki tartışmayı ortadan kaldıracak
kesinlikle mutlak ayrım ortaya kondu. Yüce Allah'ın
zatı tektir, dileği bağımsızdır ve
hakimiyeti biriciktir. Hiç kimse dilediğinden birşeyi
geri çevirmeye (Eğer Mesih e Meryem'i veya annesini yada
yeryüzündekilerin tümünü yok etmeyi dilerse) ve otoritesini
geçersiz kılmaya güç yetiremez.
O, herşeyin hükümdarı
ve herşeyin yaratıcısıdır. O,
yaratılmışlardan ayrı ve her mahlûkun var
edenidir:
"Göklerde,
yeryüzünde ve ikisi arasında bulunan tüm varlıklar
Allah'ın egemenlik tekelindedir. O, dilediğini
yaratır. Allah'ın gücü herşeye yeter."
Böylece İslâm
inancının netliği, açıklığı ve
yalınlığı ortaya çıkmaktadır. Kitap
Ehli gruplarının inançları ile karışan
putperestlik, hikayeler, hayaller ve sapmalar
yığını karşısında İslâm
inancının parlaklığı artmakta ve
orjinalliği belirginleşmektedir.
İlahlığı gerçeği ile, kulluk sunmaya
layık oluş gerçeği ve bu iki gerçek arasındaki
keskin ve tam ayırım hiçbir şüphe, tereddüt ve
karışıklığa yol açmayacak şekilde
ortaya konmaktadır.
Yahudi ve hristiyanlar
kendilerinin, Allah'ın oğulları ve sevdikleri
olduklarını söylüyorlar:
"Yahudiler ve
hristiyanlar, "Biz Allah'ın evladları ve
sevdikleriyiz" dediler."
Onlar, kendi düşüncelerine
dayanarak yüce Allah'a, babalık
yakıştırıyorlar, cesed babalığı
değil, ruh babalığı iddia ediyorlardı. Bu
tevhid inancına ve ilahlık ile kulluk arasındaki
kesin ayrıma gölge düşürmektedir. Bu ayrım
kabullenilmeden ne düşünce doğru yolu bulur, ne de
hayat doğru yöne yönelir. Böylece bütün kulların
kulluk ile kendisine yöneldiği bir olsun. İnsanlara
yasalar koyan, onlara değerler, ölçüler, kanunlar,
hükümler, sistem ve prensipler var eden merciin bir olması
sonucu; özellikler birbirine karıştırılmasın
sıfatlar ile özellikler birleştirilmesin ve
ilahlık ile kulluk alanları
karıştırılmasını.
Burada temel sorun,
sadece inançtaki sapma değildir. Sorun aynı zamanda, tümüyle
bu sapmaya dayalı hayat tarzı
yozlaşmasıdır. Yahudi ve hristiyanlar,
Allah'ın oğulları ve sevdikleri olduklarına
dair iddialarının peşi sıra,
"Allah'ın onlara günahları yüzünden asla
affetmeyeceğini" "onları asla cehenneme
sokmayacağına, girseler bile orada, sadece bir kaç gün
kalacaklarını" söylüyorlar. Bu ise; Allah'ın
adaletinin yerine gelmeyeceği, O'nun kullarından bir
grubu kayırdığı, onları yeryüzünde
bozgunculuk yapmaya bıraktığı sonra da,
diğer bozgunculara vereceği azabı onlara
vermeyeceği anlamına gelir. Hayattaki hangi şey, bu
düşünceler kadar fesat kaynağı olabilir?
Hayattaki hangi şey bu sapma kadar kargaşalık ve
ızdırap kaynağı olabilir?
Bu noktada İslâm,
düşüncedeki bu bozukluğa ve hayatta fesat çıkarması
mümkün olan herşeye kesin bir darbe vuruyor. Bu
iddianın asılsız olduğunu ilan ettiği
gibi, Allah'ın kimseyi kayırmayan adaletini de ortaya
koyuyor:
"Onlara de ki;
"O halde O, niçin günahlarınız yüzünden azaba
çarptırıyor. Aslında O'nun
yarattığı birer insansınız. O,
dilediğini affeder, dilediğini azaba çarptırır."
Böylece, inancın
kesin gerçeği ilan ediliyor, oğulluk
iddiasının asılsız olduğu ve Kitap
Ehli'nin de yaratılmış insanlar oldukları
ortaya konuyor. Allah'ın adaleti; bağışlama ve
azabının katında aynı temele
dayandığı ilan ediliyor.
Bağışlaması ve azab etmesinin her birinin
kendine has sebepleri kabul edilerek bunlar O'nun yüce dileğine
(oğulluk veya şahsi ilişkiye değil)
dayandırılıyor.
Sadece Allah'ın
herşeyin hükümdarı olduğu ve herşeyin
kendisine döneceği tekrar ediliyor:
"Yahudiler ve
hristiyanlar "Biz Allah'ın evladları ve
sevdikleriyiz" dediler. Onlara de ki; "O halde O, niçin
günahlarınız yüzünden azaba çarptırıyor.
Aslında O'nun yarattığı birer
insansınız. O, dilediğini affeder, dilediğini
azaba çarptırır. Gökler, yeryüzünün ve ikisi arasında
bulunan tüm varlıklar Allah'ın egemenlik tekelindedir.
Dönüş O'nadır."
O, teba değil, hükümdardır.
Zatı da biriciktir, dilemesi de biriciktir. Her şey
kendisine döner.
Bu açıklama, Kitap
Ehline yönelik bu sesleniş ile son buluyor; bu sesleniş
ise, onların bütün bahanelerini özürlerini ortadan kaldırıyor
ve kapalılık, mazeret ve gizlilik
bulunmaksızın bir yol ayrımı ile bir
akıbetle karşı karşıya
bırakıyor.
"Ey Kitap Ehli,
ilerde, "Bize bir müjdeci, bir uyarıcı
gelmedi" demeyesiniz diye, peygambersiz geçen bir ara
dönemin arkasından size gerçekleri açıklayan
peygamberimiz geldi. İşte size müjdeleyici, uyarıcı
geldi. Allah'ın gücü her şeye yeter."
Bu keskin
karşılama ile, bütün Kitap Ehli'ne hiçbir bahane kılınıyor.
Bu ümmi peygamberin kendilerine gönderilmediğine dair hiçbir
delilleri kalmıyor. Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Ey kitap Ehli, size
peygamberimiz geldi..."
Onların uzun süre
uyarılmadıkları, müjdelenip, korkutulmadıklarına
(ve bu yüzden de unutup saptıklarına) dair hiçbir
özürleri kalmıyor.
Şimdi onlara müjdeleyici
ve korkutucu gelmiştir...
Sonra onlara, Allah için
hiçbir şeyin imkansız olmadığı, ümmi
bir peygamber göndermesinin engellenemeyeceği bunun
yanısıra O'nun, Kitap Ehli'ni yaptıklarından
dolayı hesaba çekmeye de muktedir olduğu ifade
ediliyor:
"...Allah'ın gücü
herşeye yeter."
Kitap Ehli ile olan bu
hesaplaşma son buluyor. Daha önce kendilerine
peygamberlerinin getirdikleri Allah'ın dosdoğru dininden
saptıkları ortaya konuyor. Allah'ın müminlere
seçtiği inancın gerçeği açıkça ortaya
konuyor. Ümmi peygamber karşısındaki
konumlarına ilişkin bahaneleri, asılsız
olduğu için reddediliyor ve kıyamet günü ileri
sürebilecekleri tüm yolları kapatılıyor.
YAHUDİI,ERİN DÖNEKLİĞİ
Bütün bunlarla, bir
yandan hidayete çağrılırken, diğer yandan müslümanlara
karşı kurdukları tuzakların etkisi
azaltılıyor. Müslüman toplum ile hidayet isteklileri
için, sırat-ı müstakime giden yol aydınlatılıyor.
Dersin sonunda,
yahudilerin peygamberleri ve Allah'ın vaadettiği kutsal
toprakların kapılarını kendilerine açan Hz.
Musa'ya karşı konumları, Rableriyle
yaptıkları "sözleşme"ye karşı
tutumları, onu nasıl bozdukları ve verdikleri sözlerini
bozmaları üzerine hak ettikleri cezanın ne olduğu
meselesine değiniliyor.