12- Allah,
İsrailoğullarından kesin söz almış
başlarına kendi aralarından on iki önder göndermiştik.
Allah onlara demişti ki; "Ben sizinle beraberim.
Eğer namazı kılar, zekatı verir, peygamberime
inanır, onların tarafını tutar ve dünyada karşılığını
beklemeksizin Allah'a borç verirseniz, kesinlikle
kötülüklerinizi siler, sizleri altlarından ırmaklar
akan cennetlere yerleştiririm. Bu sözleşmeden sonra içinizden
kim kâfir olursa doğru yoldan sapmış olur.
13- Verdikleri sözlerden
caydıkları için onları lanetledik ve kalplerini
katılaştırdık. Onlar kelimelerin
anlamlarını değiştirirler, kendilerine verilen
öğütlerin başlıcalarını unuturlar. Pek
azı dışında, onlardan sürekli ihanet
görürsün. Yine de onları bağışla,
yaptıklarına aldırış etme. Hiç şüphesiz
Allah iyi davrananları sever.
14- "Biz
hristiyanız" diyenlerden de kesin söz almıştık.
Fakat onlar da kendilerine verilen öğütlerin başlıcalarını
unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık
ve kin .saldık. Allah şimdi yaptıklarını
ilerde onlara tek tek bildirecektir.
Allah'ın yahudilerle
yaptığı sözleşme, şartı ve sonucu
olan iki taraflı bir antlaşma idi. Bu ayet,
antlaşmanın bağlanması ve hangi şartlar
altında yapıldığını anlattıktan
sonra, bu antlaşmanın maddelerini,
şartını ve sonucunu tesbit ediyor. Antlaşma,
İsrail denilen Hz. Yakub'un oğullarından türeyen
tüm kabileleri temsil eden 12 yahudi reisle yapılmıştır.
Antlaşmanın metni şöyledir:
"Allah,
İsrailoğullarından kesin söz almış
başlarına kendi aralarından on iki önder göndermiştik.
Allah onlara demişti ki; "Ben sizinle beraberim.
Eğer namazı kılar, zekatı verir, peygamberime
inanır, onların tarafını tutar ve dünyada karşılığını
beklemeksizin Allah'a borç verirseniz, kesinlikle
kötülüklerinizi siler, sizleri altlarından ırmaklar
akan cennetlere yerleştiririm. Bu sözleşmeden sonra içinizden
kim kafir olursa doğru yoldan sapmış olur."
"Ben sizinle
beraberim".
Bu büyük bir söz. Allah'ın beraber olduğu kimseye -bu
halde- kim karışabilir. Biri ona karşı koymaya
bile, o gerçekte ne bir varlığa, ne de bir olan toz
zerresinden ibarettir. Allah'ın yanında olduğu
kişi, yolunu şaşırmaz.
Allah'ın
birlikteliği yeterli olduğu gibi doğru yolu da
kılavuzlar. Allah'ın yanında olduğu kimse,
asla üzülmez ve hiçbir sorunu olmaz. Çünkü Allah'ın
yakınlığı gönlünü rahatlatır ve onu
mutlu kılar. Özetle Allah'ın beraber olduğu
kişi, garantidedir ve amacına da
ulaşmıştır.
Artık bu yüce
konumunu yükseltmesine gerek kalmamıştır. Fakat yüce
Allah, bu birlikteliği sebep ve şartlardan kopuk
bırakmadığı gibi, bir onur bahşetme
olayı da kılmamıştır. O yalnızca,
şartları ve sonuçları olan bir
antlaşmadır. '
1- Bu antlaşma ilkin,
"namaz kılmak" yükümlülüğünü getiriyor.
Bunu sıradan bir şekilde kılmak değil, kul ile
ilahı arasında gerçek irtibatı sağlayan usulüne
uyarak kılmak. Sağlam ilahi sisteme uygun eğitim ve
arındırma unsuru olması ve kötülük ve aşırılıktan
uzaklaştıran bir özellik taşıması
sebebiyle Allah'ın huzurunda verdiği bir utanma duygusu
ile kötülük ve günahtan uzaklaşmayı
unutmamalıdır.
2- Zekat vermek... Böylece
Allah'ın rızıktaki nimetine, malın ilk sahibi
olduğu ve o gerçek -hükümdar ve insanlar O'nun vekilleri
olduğu için- şartlarına uygun tasarruflarda
bulunarak O'na itaati kabullenmek müslüman toplumun hayatını
temellendirdiği esaslara dayanan toplumsal yükümlülükleri
yerine getirmek ve ekonomik hayatı ise, malın küçük
bir azınlık arasında el değiştiren bir
imtiyaz olmaması büyük bir çoğunluğun yeteri
kadar alım satıma ve tüketimden acizlikleri yüzünden
genel bir durgunluk olmaması ve üretim tüketim dengesinin
bozulmaması ve işlemez hale gelmemesini üstlenen
sisteme göre düzenlenmesi sağlanır. Aksi halde bir
yanda bolluk, diğer yanda ise sefalet olması ve toplumda
her türlü bozulma ve karışıklıklara sürüklenmesi
demektir. Tüm bu kötülükler ekonomik düzenin ve malın
paylaşımının Allah'ın sistemine göre yapılması
ile ve ayrıca zekat sayesinde önlenir.
3- Allah'ın
peygamberlerine ayırım yapmaksızın
inanmaktır. Hepsi Allah katından gönderilmiş, tümü
Allah'ın dinini getirmiştir. Bunlardan birine bile
inanmamak tümünü reddetmek , tümünü reddetmek ise Allah'ı
inkardır...
İslâm sadece
pasif-kuru bir imandan ibaret değildir. O, peygamberleri
destekleyen, Allah'ın görevlendirdiği ve onları
gerçekleştirmek için bütün hayatları
adadıkları hususlarda onlara arka çıkarak yerine
getirilen aktif bir davranıştır.
Allah'ın dinine iman;
müslümanın inandığının muzaffer
olması, yeryüzünde değerlenmesi ve insan
hayatında uygulanması için çalışmayı
gerektirmektedir. Allah'ın dini sırf inanca dayalı
düşünce ne de sadece ibadetlerden ibarettir. O, hayatta
uygulanan bir dünya görüşü ve hayatı tüm
yönleriyle düzenleyen bir sistemdir.
Tatbiki için
desteklenmeye, omuz verilmeye, gayret ve cihada ve tatbike
konulduktan sonra da korunmaya gerek duyan dünya görüşü
ve sistemidir. Aksi halde mümin sözünü yerine getirmemiş
olur.
4- Zekattan başka
genel infak yükümlülüğü, yüce Allah bu konuda -O herşeyin
sahibi olduğu halde- `Bağışlayıcı
olan Allah'a borç vermek' deyimini kullanıyor. O'nu ihsan
ettiği şeylerden Allah için infak etmeyi, "Allah'a
borç vermek" olarak isimlendirmek, O'nun katmerli bir
lütfudur.
İşte bunlar
şartlar ve yükümlülüklerdir. Sonuçları ile
şunlardır:
1- Günahları
bağışlamak... İnsan hata eder. Ne kadar
iyilikte yapsa, günaha düşmekten kurtulamaz. Buna göre,
onun günahlarını bağışlamak; onun
zayıflığını, acizliğini ve
kusurlarını gideren geniş bir nimettir.
2- Altından
ırmaklar akan cennet!... Bu, Allah'ın büyük bir
lütfudur. İnsanın ameli ile
ulaşamıyacağı, ancak insanın
malından infak etmesi ve gücü yettiğince çaba sarf
etmesi üzerine, Allah'ın fazlı ile
ulaşabileceği şeydir...
Yapılan
antlaşmanın bir de zorunlu
karşılığı olan bir şartı
vardır:
"... Bu
sözleşmeden sonra içinden kim kafir olursa doğru
yoldan sapmış olur."
Hidayet kendisine
belirtildikten, ahdinin sınırları gösterildikten,
yol apaçık ortaya konduktan ve
karşılığı kesinleştikten sonra ne küfreden
kimse artık hidayete ulaştırılır ne de
sapıklıktan kurtarılır.
Bu Allah'ın
yahudilerin -tümü adına- reisleri ile
yaptığı antlaşmadır. Hepsi bunu kabul
etmişler, böylece ahid de herbiri ile yapılmış
ve ümmetin tümüne mal olmuştur. Peki yahudiler ne
yaptı? Allah ile yaptıkları antlaşmayı
bozdular, sebepsiz yere peygamberlerini öldürdüler. Yahudiler
Hz. İsa'yı öldürmek ve çarmıha germek için
tuzaklar kurdular. Kitapları Tevrat'ı
değiştirdiler ve hükümlerini yerine getirmeyip
unuttular. Peygamberlerin sonuncusuna da inadla ve alçakça karşı
durdular. O'na ve aralarındaki antlaşmalara ihanet
ettiler. Allah'ın hidayetinden kovulmayı hakkettiler ve
kalpleri -artık bir daha bu hidayete yönelmemecesine- kaskatı
oldu.
"Verdikleri sözlerden
caydıkları için onları lanetledik ve kalplerini
katılaştırdık. Onlar kelimelerin
anlamlarını değiştirirler, kendilerine verilen
öğütlerin başlıcalarını unuturlar..."
Allah doğru söylemiştir...
Bu, yahudinin değişmez karakteridir. Lanet yüzlerinden
okunmakta. Çünkü hidayetten kovulmuşluk ve
lanetlenmişlik cibilliyetlerine sinmiştir.
Katılık, rahmet
ve sevecenlikten uzak karanlık bakışlarında ve
insanı duygulardan uzak ilişkilerinde belirmektedir.
Korktuklarında ve bir çıkar gördüklerinde yada bir
meydan okuma ve direnç ile karşılaştıklarında
ise, -riyakarca- yumuşak sözler etmeye başlarlar. Görünüşleri
ve bakışlarındaki kabalık
yayılmış ve kalpleri ile gönüllerinin sertliğini
yansıtan bir gösterge olmuştur. Onların asıl
tabiatı, sözlerin anlamını bozmak ve Musa'ya
indirilen kitabın ilk şeklini tahrif etmektir. Bunu da;
ya kitaba, kaypakça hedefleri doğrultusunda çok şey
eklemeleri ve bunları -Allah'a iftira ile- kitabın
ayetleri kabul ederek yada, geri kalan temel ayetleri de çıkar
ve pis amaçları doğrultusunda tevil ederek yaparlar.
Dini emir ve hükümleri
özel hayatlarında ve toplumlarında uygulamayarak ihmal
ederler ve unuturlar. Çünkü bunları uygulamak onlara,
Allah'ın sağlam ve temiz sistemi doğrultusunda olma
sorumluluğu yüklüyor:
"... Pek
azı dışında onlardan sürekli ihanet
görürsün..."
Medine'de, İslâm
toplumundaki yahudilerin durumunu tasvir eden bu ayet, peygambere
seslenmektedir. Onlar öteden beri bilinen taraflarına uygun
olarak, peygamberlere tuzak kurmaktan geri durmuyorlardı.
Bu durumları,
Medine'de, daha sonra Arap yarımadasında
kaldıkları sürece devam etti. Dahası, İslâm
toplumu; onları barındıran, açlarını
doyuran, güzellikle muamele eden ve refahlandıran,
onları faydalandıran tek toplum olmasına
rağmen, bu tavırları sürüp gitti.
Her zaman, -Peygamber
döneminde olduğu şekilde- hile ve hiyanetliklerini sürdürerek
akrepler, yılanlar, tilkiler ve kurtlar gibi, hile ve
hiyanetlerine devam ettiler ve antlaşmalarına
uymadılar. Müslümanların başına açıkça
bela açmaya güç yetirdikleri nadir zamanlarda, tuzaklarını
kurdular ve ağlarını yaydılar. Her
fırsatta müslümanların üstün düşmanlarıyla
güç birliği yaptılar, antlaşmalarını
bozdular, ne sözlerine uydular ne de zulmettikleri müslümanlara
acıdılar. Yahudilerin çoğunluğu böyledir.
Nitekim yüce Allah da Kitap'da onları böyle vasıflandırmış
ve öteden beri, Allah'ın sözleşmesini bozan, tevarüs
ettikleri cibilliyetlerinden haber vermiştir.
Kur'an'ın,
yahudilerin Medine'de peygambere karşı konumlarına
dair özel ifadeleri çok nüktelidir:
"Pek azı
dışında, onlardan sürekli ihanet
görürsün..."
Her ince bir davranışın
altından alçakça bir niyet, melûn sözler ve namert bakışlar.
Ayet, ihanetlerini tek başına tebarüz ettirmek, ihanet
havasını oluşturmak ve bütün toplumu bu sıfatın
kapladığını belirtmek için, nitelenenden söz
etmeyip yalnızca "ihanet" sıfatından
bahsediyor, işte bu, cibilliyetlerinin ve Hz. Peygamber ile
İslâm toplumuna karşı konumlarının
özünü oluşturmaktadır. Şüphe yok ki, bu Kur'an,
bu ümmetin öğreticisi, mürşidi, gözeticisi ve tüm
yol boyunca kılavuzudur... O, düşmanlarının
konumları ile Allah'ın hidayeti
karşısında atalarının ve tarihlerinin
durumunu ortaya koyar. Eğer bu ümmet, Kur'an'a danışırsa,
direktiflerini dinlerse, kanunlarını ve hükümlerini
hayatında uygularsa, düşmanları hiçbir zaman
kendisine bir zarar veremez. Fakat Allah ile olan sözleşmelerini
bozarsalar, Kur'an'ı yürürlükten kaldırıp onu,
vaaz, nasihat ve dualarda kullanırsalar, onu güzel sesle
okumalarının yanında hayattan
uzaklaştırsalar hep bilinen belalar başlarına
gelir. Geldide.
Yüce Allah, yahudilerin
kendisi ile yaptıkları antlaşmayı
bozmaları üzerine, Allah ile yapılan
antlaşmayı bozmaktan kaçındırmak için, onların
melûn kovulmuş ve katı kalpli oluşlarını
ve kelimelerin anlamlarını tahrif edişlerini
anlatıyor ve sözünde durmayan herkesin başına
gelenlerin onların da başına gelmesinden
sakındırıyor. Bu uyarıya
aldırış etmedikleri ve diğer yollara
saptıkları takdirde Allah, onlardan insanlığa
önderlik yetkisini aldı ve onları şu andaki
aşağılık durumlarıyla baş başa
bıraktı. Eğer onlar, Allah'a döner, sözlerine sarılır
ve antlaşmalarını yerine getirirlerse, Allah ta,
onları yeryüzünde egemenlik,insanlara önderlik ve
şahidlik konumuna tekrar getireceğine ilişkin
vaadini tutar.. Yoksa, İnsanlar arasındaki bu
ezilmişlikleri devam edip gider. Bu Allah'ın bir sözüdür.
Allah ise sözünden dönmez.
Ayetin indiği
sırada Allah'ın peygambere bu konudaki tenbihi şöyledir:
"...
Yine de onları
bağışla, yaptıklarına
aldırış etme.."
Yahudilerin kötülüklerinin
bağışlanması, iyiliktir. İhanetlerinin
affedilmesi, iyiliktir. Fakat bir daha affedilip
bağışlanmıyacakları bir zaman geldi. Ve
Allah, peygamberine onlar: Medine'den çıkarmasını
emretti. Sonra bütün Arap yarımadasından çıkarılmaları
emredildi. Bu da yerine getirildi.
Bunun yanısıra
Allah, peygamberine ve İslâm toplumuna, "Biz hristiyanız"
diyen Kitap Ehli'nden de "söz" aldığını,
fakat onların da sözlerini bozduklarını ve sözlerini
bozmalarının cezasını çektiklerini anlatıyor:
"Biz
hristiyanız" diyenlerden de kesin söz almıştık.
Fakat onlar da kendilerine verilen öğütlerin başlıcalarını
unuttular. Bu yüzden kıyamet gününe kadar aralarına düşmanlık
ve kin saldık. Allah şimdi yaptıklarını
ilerde onlara tek tek bildirecektir."
Burada özel bir anlama
gelen hususi bir tanımlama kullanılıyor:
"Biz
hristiyanız" diyenlerden de..."
Bu tanımlama,
"onların, hayatlarında gerçekliği olmayan bir
iddia" ileri sürdüklerini göstermektedir. Ayette geçen
sözün anlamı, Allah'ın "bir" kabul
edilmesidir. Bu ise, hristiyanların tarihlerindeki köklü
sapma noktasıdır. Bu kendilerine
hatırlatıldığı halde unuttukları
hisseleridir. Bu unutkanlıkları, daha sonraki bütün
sapmalarına da sebep olmuştur. Nitekim -az ileride genel
olarak açıklayacağımız gibi- tarihte ve günümüzde
sürüp giden gruplara, menkıbeler ve fırkalar
arasındaki ayrılıklar ve Allah'ın kendisi ile
olan sözleşmelerini bozmaları ve onlara
hatırlatılmış olan hisselerini
unutmalarının cezası olarak, kıyamete
değin aralarında sürüp gideceğini bildirdiği
düşmanlık ve kinleri; bu unutkanlıktan
doğmuştur.
Allah'ın
yaptıklarının karşılığı
olarak bildirdiği ve yaptıklarına uygun düşen
cezalarını içeren ahiret cezası ise bunlardan
ayrıdır.
"Biz
hristiyanız" diyenler arasında gerek eski, gerekse
modern tarihleri boyunca, Allah'ın Kitab'ında
anlattığını doğrular şekilde;
ayrılık kin ve düşmanlık sürüp gitmiştir.
Bütün tarihleri boyunca başkaları ile
yaptıkları savaşlarda
akıttıklarından daha fazla kanı, birbirlerinin
eliyle akıtılmışlardır. Bu, onların
ister inanç çevresindeki dini tartışmaları
sonucunda isterse dini liderlik çevresindeki ayrılıklardan
kaynaklansın yada siyasi, ekonomik ve sosyal çatışmalar
nedeniyle olsun, aynıdır. Uzun yıllar boyunca bu düşmanlık
ve ayrılıklar dinmemiş, bu savaşlar ve
karşılıklı saldırılar son
bulmamıştır. Bu durum, en doğru sözlü olan
yüce Allah'ın buyurduğu gibi, sözleşmelerini
bozmaları ve kendilerine hatırlatılan Allah'ın
ahdinin gereğini yerine getirmeyi unutmalarının
cezası olarak kıyamete değin sürecektir.
İlk madde Hz.
İsa'nın ölümünün ardından, bir müddet
geçtikten sonra saptıkları; Allah'ın `Bir
bilinmesi' maddesidir. Diğer sebepleri burada uzunca saymaya
yerimiz müsait değildir.
VE SON ÇAĞRIYA
KİTAP EHLİNİN TUTUMU
Ayetlerin
akışı, yahudi ve hristiyanların Allah ile
yaptıkları "sözleşmeleri"
karşısında konumlarını ortaya koyduktan
sonra hitabı, peygamberlerin sonuncusunun risaletini ve O'nun
ümmi (okuma-yazmasız) Araplara geldiği gibi, tüm
insanlara da geldiğini kendilerine bildirmek için hem
yahudileri hem de hristiyanları içerecek şekilde bütün
Kitap Ehli'ne yöneltiyor. Onlar buna muhataptırlar ve son
peygambere uymakla emr olunmuşlardır. Daha önce
söylediğimiz gibi bu da Allah ile yaptıkları sözleşmenin
bir maddesidir. Son peygamber, bu konudaki Allah ile olan sözleşmelerini
bozarak ellerindeki Kitap'tan gizlediklerinden pek çoğunu
onlara açıklamak, onların kimini de şeriatte
zorunlulukları kılmadığı için ortadan
kaldırmak üzere gelmiştir. Şimdi,
hristiyanların, "İsa-Mesih, Allah'tır" sözleri
ile yahudilerin "Bir Allah'ın oğulları ve
sevgilileriyiz" şeklindeki sözlerle saldırıldığı
gibi son peygamberin düzeltmek için geldiği sapık inançlarına
da saldırılıyor. Bu hitab, herşeyi apaçık
ortaya koyan risalet sonrasında, Allah katında bir
delillerinin kalmadığını ve
"peygamberlerin ardından uzun süre, unuttular ve işi
karıştırdılar" asla hakları
olmadığı belirtilerek son buluyor: