100- De ki; "Murdar
"ın çokluğu (yaygınlığı) senin
beğenini kazanmış olsa da, murdar ile temi- (aslında)
bir değildir. Buna göre ey sağduyulu kimseler,
Allah'tan korkunuz ki, kurtuluşa eresiniz.
Burada murdar olan
şeylerle temiz şeylerin veriliş nedeni, avda ve
yemeklerde helal ve haramın birbirinden
ayrılışı ile ilgisinden kaynaklanıyor.
Haram murdardır. Helâl ise temiz. Murdar'ın çokluğu
aldatıcı bir beğeni kazandırsa da, temiz ile
murdar bir olmaz. Temiz olan şeyler, sonunda
pişmanlık ve zarar olmayan, hastalık ve acıya
neden olmayan nimetlerdir. Murdar şeylerdeki lezzet, mutlaka
normal ölçüde dünya ve ahiretin akıbetinden emin olunacak
biçimde temiz şeylerde de vardır. İnsanın
aklı, şehevi arzuların etkisinden
kurtulduğunda, takva ile birlikte ve kalbin denetimi ile
hareket ettiğinde, temiz olan şeyi murdar şeye
tercih eder. Böylece hem dünyada hem ahirette kurtulmuş
olur:
"Buna göre ey sağduyulu
kimseler, Allah'tan korkunuz ki, kurtuluşa eresiniz."
Bu iki konu
arasındaki özel ilgi budur. Yalnız ayet bundan öte
daha geniş bir alana, daha uzak ufuklara varıyor.
Hayatın tamamını kapsamına alıyor. Ve bir
çok alanda gerçekleşiyor:
Bu ümmeti yoktan var
eden ve onu insanlara örnek gösterilen en hayırlı
ümmet kılan yüce Allah, onu son derece önemli bir göreve
hazırlıyordu. Onu, yeryüzündeki sistemin emanetini
yüklenmesi için hazırlıyordu. Hazırlıyordu
ki, bu ümmet, daha önce hiç bir ümmete nasib olmayan bir
biçimde bu emaneti dosdoğru yüklensin. Onu, daha önce
hiçbir ümmete nasip olmayan bir biçimde insanların
hayatına uygulasın. Bu ümmetin uzun bir süre eğitilmesinden,
herşeyden önce kendisini cahiliyeden arındıracak
olan cahiliyenin bataklığından alıp yüksek
yerlere, İslâm'ın muhteşem zirvesine çıkaracak
bir eğitimden geçtikten sonra, düşüncelerini, alışkanlıklarını
ve duygularını cahiliyenin tortularından
arındırmaya, iradesini hakkı ve hakkın gerekli
kıldığı yükümlülükleri yerine getirmek
için eğitmeye yönelmesinden daha tabii ne olabilirdi?
Bundan sonra hayatı hem bir bütün olarak hem de detaylarına
varıncaya kadar, Allah'ın ölçülerindeki İslâmî
değerlere uygun biçimde değerlendirmeye varması...
Gerçek anlamda ilahi bir niteliğe kavuşuncaya, kendi
insanlığını en yüksek düzeye çıkarıncaya
kadar çaba sarf etmesi gerekiyordu. İşte o zaman bu
ümmetin ölçüsünde, temiz ile pis olan şeyler bir olmaz.
Pis şeylerin çokluğu onları etkilemez! Çokluk
göze gelir ve insanın duygularını dehşete
iter. Fakat tertemiz olanın pis şeylerden
ayrılması, insanın manevi yönden yükselerek
Allah'ın ölçüleriyle ölçebileceği konuma gelmesi,
çokluğuna rağmen pis şeylerin kefesinin hafif
kalmasını sağlar, azlığa rağmen
tertemiz şeylerin kefesini bastırır. İşte
bu durumda, İslâm ümmeti, güven içinde hakimiyet
görevini.. insanlığa hakim olma görevini, rahatlıkla
üstlenebilir. İnsanlığa Allah'ın ölçüsüne
göre muamele yapar. Allah'ın değer verdiği
şekilde değerlendirir. İnsanlığa iyi,
temiz şeyleri seçer. Kötü şeylerin çokluğu onun
gözünü almaz, içini büyülemez!
Bu ölçünün faydalı
olduğu bir yer daha var. Batılın kabararak
insanlara çok göründüğü sırada... Sonra
Allah'ın ölçüsü ile bu şişirilmiş
batıla baktığında müminin eli titremeyecek,
gözleri kamaşmayacak, ölçüsü
şaşmayacaktır. Bu batıla karşı, hiçbir
köpüğü, hiçbir kabarcığı, hiçbir
teçhizatı ve sayı yönünden hiçbir gücü bulunmayan,
yalnız haktan ibaret olan hakkı seçer. Zatından ve
sıfatlarından, Allah'ın ölçüsündeki ağırlığı
ve sebatı, kendisinden olan güzelliği ve
egemenliği dışında hiçbir niteliği
bulunmayan hakkı tercih eder!
Yüce Allah, İslâm
ümmetini Kur'an metodu ile eğitti. Peygamberimizin
komutasında yetiştirdi. Allah'ın dinini gerçekten
emanet alabilecek düzeye ulaştırdı. Yalnız içlerinde
ve vicdanlarında değil, yeryüzündeki yaşamında
ve hayatında onu bir bütün olarak üstlenebilecek seviyeye
geldi. Hayatın her çeşit isteklerini,
arzularını, duygularını eğitimlerini,
menfaatler arasındaki çatışmalarını,
bireyler ve topluluklar arasındaki istilalarını
aşabilecek konuma geldi. Hayatın her alanında
insanlığı kumanda etmek için bütün gücünü
kullandı.
Yüce Allah, bu ümmeti
çeşitli yönlendirmelerle, değişik olaylarla, çeşitli
sınırlarla, değişik hükümlerle eğitti.
Bunların hepsi de sonuçta tek bir noktaya varıyor, bir
tek noktada birleşiyordu. Tüm bunların amacı, bu
ümmeti, akidesi ve düşünceleriyle, duyguları ve
reaksiyonlarıyla, yaşantısı ve ahlâkıyla,
yasası ve nizamıyla yeryüzünde Allah'ın dinini
hakim kılması ve insanlığın
kumandasını üstlenmesi için hazırlanmaktı.
Ve cenabı Allah bu ümmete dilediğini gerçekleştirdi.
yeryüzü hayatında Allah'ın dininin bu parlak
şekli, bir realite olarak gerçekleşti. Bu realite
olarak yaşanan bir idealdi. Çünkü Allah'ın gücü herşeye
yeter. Ayrıca insanlık böyle bir ideale ulaşmak için
çalıştığında, her zaman Allah'ın
yardımını yanında bulacaktır.