92- Arkasından yine bir sebebe sarılarak yola koyuldu.
93- Sonunda iki seddin arasına varınca setlerin
berisinde nerede ise hiç söz anlamayan bir toplumla karşılaştı.
94- Bu adamlar "Ey Zülkarneyn, Ye'cuc ile Me'cuc bu
yörede sürekli kargaşa çıkaran topluluklardır.
Sana bir miktar mal versek, karşılığında
onlar ile aramızda bir set yapar mısın?"
dediler.
95- Zülkarneyn onlara dedi ki; "Rabb'imin bana bağışladığı
güç, sizin bana vereceğiniz maldan daha
hayırlıdır. Siz bana beden gücünüzle yardımcı
olunuz da onlar ile aranıza aşılmaz bir sat
çekeyim. "
96- "Bana demir parçaları getiriniz. "
Getirdikleri demir parçalarının oluşturduğu
yığını yanlardaki setlerin tepeleri ile
aynı düzeye çıkarınca adamlara ' `körükleri
çalıştırınız " dedi. Demir
yığınını ateş haline getirince ' `Bana
biraz erimiş bakır getiriniz de üzerine dökeyim "
dedi.
97- Ye'cuc ile Me'cuc, bu setin ne üzerinden aşabildiler
ve ne de bir yerinde delik açabildiler.
98- Zülkarneyn "Bu set, Rabb'imin rahmetidir. Fakat
Rabb'imin belirlediği an gelince onu yerle bir eder. Hiç kuşkusuz
Rabb'imin sözü gerçektir" dedi.
Biz, ne Zülkarneyn'in "iki set" arasında
vardığı yer hakkında ne de bu iki setin nerede
oldukları hakkında kesin bir şey söyleyemiyoruz.
Ayetten bütün anladığımız, onun
aralarında bir boşluk veya geçiş yeri bulunan iki
doğal engel ya da sonradan yapılmış iki set
arasındaki bir bölgeye vardığı ve orada
"nerede
ise hiç söz anlamayan" ilkel
bir toplumla karşılaştığıdır. .
Onun güçlü bir fatih olduğunu görüp, gücünü yapıcı
yönden kullanan iyiliksever biri olduğunu anladılar.
İki engelin ötesinden üzerlerine saldıran, geçiş
yerinden girip yurtlarını talan eden, aralarında
bozgunculuğun yaygınlaşmasına neden olan, bu
arada kendilerini savunarak engel de olamadıkları Ye'cuc
ve Me'cuc'a karşı, aralarında
topladıkları bir miktar mal
karşılığında bir set yapmasını
önerdiler.
Yeryüzünde bozgunculuğa karşı savaş açmış
bulunan bu iyilik taraftarı hükümdar, daha önce açıkça
duyurduğu iyiliği ve yapıcılığı
öngören hayat sistemi uyarınca kendisine sunulan malı
reddetti ve karşılıksız olarak seti yapmaya
karar verdi. Bu arada seti yapmanın en kolay yolu iki
doğal engel arasındaki geçidi kapatmak olduğunu düşündü.
Bu amaçla, bu ilkel toplumdan maddi ve bedensel güçleriyle
kendisine yardımcı olmalarını istedi: "Siz
bana beden gücünüzle yardımcı olunuz da onlar ile
aranızda aşılmaz bir set çekeyim", "Bana
demir parçaları getiriniz." Onlar da demir parçalarını
toplayıp iki engel arasındaki açıklığa
yığdılar. Böylece iki doğal tepecik
aralarına yığılan demir parçaları
sayesinde birbiri ile bitişmiş gibi oldular.
"Getirdikleri
demir parçalarının oluşturduğu
yığın yanlardaki setlerin tepeleri ile aynı düzeye
çıktı." Bu
yığın iki tepenin zirveleri ile aynı düzeye
kadar yükseldi. Daha sonra Zülkarneyn demiri eritmek amacı
ile tutuşturulmuş ateşe doğru "Adamlara
`körükleri çalıştırınız' dedi." Demir
yığını şiddetli alevin ve
kızgınlığın etkisi ile "ateş
haline gelince", "Bana biraz erimiş bakır
getirin de üzerine dökeyim dedi." Yani demir ile kaynaşıp
karışması, böylece daha dayanıklı hale
getirmesi için erimiş bakır getirin.
Bu yöntem demirin daha dayanıklı hale getirilmesi için
yeni yeni kullanılıyor. Çünkü son dönemlerde belli
oranlarda bakır katıldığında demirin daha
sağlam ve daha dayanıklı olacağı ortaya
çıkarılmıştı. İşte bu yöntemi
yüce Allah Zülkarneyn'e göstermiş ve Allah'dan başka
hiç kimsenin sayısını bilemediği yüzyıllar
önce kullanılan bu yöntemi, modern beşeri bilimlerden
çok önce ebedi kitabında tescil etmiştir.
Böylece iki doğal engel bitişti. Ye'cuc ile
Me'cuc'un saldırı için kullandıkları yol da
kapanmış oldu.
"Ye'cuc ile Me'cuc, bu setin ne üzerinden aşabildiler"
yani tırmanamadılar.
"Ne
de bir yerinde delik açabildiler." Yani
bir açıklık bulup içeri sızamadılar.
Artık bu güçsüz ve ilkel topluma saldırmalarına
imkân kalmamıştır. Onlar da kendilerini güvenlikte
hissedip huzura kavuştular. (Tirmizi şehri
yakınlarında `Demir kapı' adı ile bilinen bir
set ortaya çıkarıldı. Onbeşinci yüzyıl
başlarında Alman bilgini (Sıld Berger) buraya
uğramış ve kitabında ondan sözetmişti.
Aynı şekilde İspanyol tarihçi (Glawjo) 1403 yılındaki
yolculuğunda buradan sözederek "Şehrin demir
kapı olarak bilinen seti Semerkant ve Hindistan yolu
üzerindedir" der. Zülkarneyn'in yaptığı set
bu olabilir.)
Zülkarneyn kendi elleriyle gerçekleştirdiği bu büyük
işe baktığında şımarmıyor, büyüklüğe
kapılmıyor. Güç ve bilginin verdiği coşkuyla
kendinden geçmiyor, zaferiyle sarhoş olmuyor. Tam tersine yüce
Allah'ı anıyor, ona şükrediyor. Yüce Allah'ın
başarmasını sağladığı bu iyi
işi, ona bağlıyor. Allah'ın gücü adına
kendi gücünü görmezlikten geliyor. İşi bütünüyle
ona bırakıyor. Kıyamet gününden önce tüm dağların,
engellerin ve setlerin un ufak olacağına, yeryüzünün
engebesiz dümdüz bir yüzeye dönüşeceğine
ilişkin inancını duyuruyor.
"Zülkarneyn `Bu
set,
Rabbimin rahmetidir. Fakat Rabb'imin belirlediği an
gelince onu yerle bir eder. Hiç kuşkusuz Rabb'imin sözü
gerçektir' dedi."
Bununla Zülkarneyn'in hayatından aktarılan bu bölüm
son buluyor. Kuşkusuz Zülkarneyn, iktidarını iyi
işler uğruna, yapıcı yönde kullanan
hükümdarın güzel bir örneğidir. Yüce Allah, onu
yeryüzüne egemen kılmış, her türlü sebebe sarılma
imkânını eline vermişti. O da yeryüzünün doğusuna
ve batısına seferler düzenlemiş ama zorbalık
yapmamış, büyüklük taslamamıştı.
Elindeki iktidarı kullanarak
azgınlaşmamış,
şımarmamıştı. Gerçekleştirdiği
fetihleri, maddi kazanç için bir araç olarak kullanmamıştı.
Fertleri, toplumları ve ülkeleri sömürmemişti.
Fethettiği ülkelerde yaşayan insanlara köle muamelesi
yapmamıştı. O ülkelerin halklarını,
kendi amaçları ve ihtirasları uğruna
kullanmamıştı. Gittiği her yerde adalet
dağıtmıştı. Geri kalmış ilkel
toplumlara yardımcı olmuş, hiçbir karşılık
beklemeden düşmanlarını kovmuştu. Yüce
Allah'ın kendisine bahşettiği güç ve iktidarı,
yeryüzünün kalkınması, insanların
ıslahı, haksızlığın bertaraf
edilmesi ve hakkın gerçekleşmesi uğruna
kullanmıştı. Sonra yüce Allah'ın kendi
elleriyle gerçekleştirdiği bütün iyilikleri yüce
Allah'ın rahmetine ve lütfuna bağlamıştı.
Gücünün zirvesinde olduğu bir sırada bile yüce
Allah'ın gücünü, ululuğunu en sonunda O'na döneceğini
unutmamıştı.
Şimdi... Peki kimdir bu Ye'cuc ile Me'cuc? Şu anda
nerdedirler? Durumları neydi, bundan sonra ne olacak?
Bu sorulara kesin bir cevap vermek güçtür. Çünkü Kur'anda
ve bazı sahih hadislerde onlarla ilgili yeralan açıklamaların
dışında herhangi bir bilgiye sahip değiliz.
Kur'an-ı Kerim bu konuda Zülkarneyn'in diliyle şu açıklamada
bulunuyor: "Rabb'imin belirlediği an gelince onu
yerle bir eder. Hiç kuşkusuz Rabb'imin sözü gerçektir."
Bu ayet, herhangi bir zaman belirtmiyor. Yüce Allah'ın
vaadi seddi yerle bir etmesi anlamındadır. Bu da Tatar
saldırıları, yeryüzünü istila edip devletleri yıkmaları
ile birlikte gerçekleşmiş olabilir.
Bu konuyla ilgili Enbiya suresinde ise şöyle
buyurulmaktadır:
"Sonunda Ye'cuc ile Me'cuc'un önündeki set
yıkıldığında
bunlar bütün tepelerden akarak her tarafa yayılırlar."
"Gerçek vaadin (kıyamet gününün) eşiğine
gelindiğinde kâfirlerin bakışları
dehşetten donakalır ve `Eyvah halimize! Biz bu anın
geleceğinden gafil yaşadık, biz gerçekten
zalimlerden olduk' derler." (Enbiya, 96-97)
Bu ayette Ye'cuc ile Me'cuc'un harekete geçmesi ile ilgili
herhangi bir zaman belirlemiyor. Gerçek vaadin yaklaşması
ise kıyametin yaklaşması anlamındadır. Bu
da Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- döneminden
itibaren gerçekleşmiştir. Çünkü Kur'an-ı
Kerim'de şöyle bir ifade vardır: "Kıyamet
yaklaştı ve ay yarıldı" (Kamer 1) Yüce
Allah'ın hesabındaki zaman insanlarınkinden
farklıdır. Dolayısıyla kıyamet
yaklaşması ile kopması arasında milyonlarca
yıl ya da asır geçebilir. İnsanlar bunu çok uzun
bir süre olarak görürler. Ama yüce Allah'a göre çok kısa
bir süredir.
Şu halde bu setin "Kıyamet
yaklaştı" denildiği an ile günümüz arasındaki
zaman diliminde açılmış olması,
dolayısıyla doğudan saldırıya geçen Moğol
ve Tatar istilalarının Ye'cuc ile Me'cuc'un
yayılması şeklinde yorumlanması mümkündür.
Bir de İmam Ahmed'in Süfyan es-Sevri'den, onun da
Urve'den, onun da Zeynep binti Ebu Selemeden, onun da Habibe binti
Ümmi Habibe binti Ebu Süfyan'dan, onun da annesinden, onun da
Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- eşi Zeynep
binti Cahş'tan rivayet ettiği sahih bir hadis var. Hz.
Zeynep diyor ki: Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-
bir gün uykudan uyandığında yüzü kıpkırmızı
olmuş ve şöyle diyordu: "Yaklaşan tehlikeden
vay Araplar'ın haline, bugün (başparmağı ile
şehadet parmağını halka yaparak)
tıpkı bunun gibi Ye'cuc ile Mec'cuc'un önündeki set
açıldı. "Ya Resulullah içimizdeki iyi insanlar
olduğu halde yokolur muyuz?" dedim. "Evet kötü
insanlar çoğalırsa" dedi.
Bu rüya onüç buçuk asır önce görülmüştür.
Ondan sonra Tatar saldırıları baş göstermiş,
Hülağu tarafından son Abbasi hükümdarı
Mutasım'ın devrilmesi sonucu Abbasi halifeliğinin
yıkılması ile birlikte Araplar'ın
egemenlikleri yerle bir olmuştu. Peygamberimizin -salât ve
selâm üzerine olsun- gördüğü rüyanın yorumu bu
olabilir. Hiç kuşkusuz bunu en iyi bilen yüce Allah'dır.
Bütün söylediklerimiz görüşler arasından birini gerçeğe
daha yakın bulmaktan ibarettir. Yoksa kesin bir şey söylüyor
değiliz.
Ardından surenin akışına döndüğümüzde
Zülkarneyn'in dile getirdiği Rabbinin gerçek sözü
üzerine bir kıyamet sahnesi ile değerlendirme
yapıldığını gö
rüyoruz.