Muhammed b. İshak, bu surenin indiriliş sebebine
ilişkin olarak unları anlatıyor: "Bize,
kırk küsür seneden beri yanımıza gidip gelen
Mısırlı bir ihtiyar anlattı, o da İkrime
den, o da İbn-i Abbas'tan dinlemiş: Kureyşliler,
Nadr b. Haris ve Ukbe b. Ebu Muayt'ı Medine'ye yahudi
hahamlarının yanına göndererek şöyle dediler:
"Onlara Muhammed hakkında bazı şeyler sorun,
onun niteliklerini ve söylediklerini anlatın. Çünkü
yahudiler kendilerine kitap gönderilen ilk toplumdurlar, onlar,
peygamberler hakkında bizim bilmediğimiz bilgilere
sahiptirler." Bunun üzerine bu şahıslar
çıkıp Medine'ye gittiler. Onlara Peygamber Efendimize
-salât ve selâm üzerine olsun- ilişkin birtakım
sorular sordular. Onun durumunu anlatıp bazı sözlerini
aktardılar. Ardından şunları söylediler;
Siz Tevrat a bağlı kimselersiniz, bu
arkadaşımız hakkında bize fikir verirsiniz
diye geldik." Bunun üzerine hahamlar şöyle dediler.
"Size söyleyeceğimiz üç şeyi sorun. Eğer
bu konularda size bilgi verirse Allah tarafından gönderilmiş
bir peygamberdir. Aksi taktirde yalancı birisidir, artık
ona karşı nasıl isterseniz öyle davranın.
İlk çağlarda kaybolan gençlerin başına ne
geldiğini sorun. Çünkü bu gençlerin
diye yaygara
kopardılar. Valıyin gecikmesi, Peygamberimizi üzüyor
ve Mekkeliler'in söyledikleri, zoruna gidiyordu. Sonra Cebrail
-selâm üzerine olsun- yüce Allah katından ona Eshab-ı
Kehf suresini getirdi. Bu sure, müşriklerin tutumlarına
üzülen Peygamberimize yönelik serzeniş niteliğindeki
ayetleri içeriyordu. Ayrıca bu sure, gençler ve gezgin adam
hakkında sorulan sorulara ilişkin bilgileri ihtiva
ediyordu. Bir de şu ayet inmişti: "Sâna ruh
hakkında soru sorarlar. De ki; "Ruh Rabb'imin tekelinde
olan bir olgudur. Size bilginin çok az bir bölümü verilmiştir."
(İsra, 85)
Bu bir rivayettir. Özel olarak "Ruh" ayetinin
indiriliş sebebine ilişkin İbni Abbas'tan bir
başka rivayet nakledilmiştir. Avfi bu rivayetten söz
eder. Rivayete göre yahudiler, Peygamber Efendimize şöyle
demişler: "Bize ruhtan söz et. Cesetteki ruh nasıl
azap görür, halbuki ruh doğrudan doğruya Allah
vergisidir." Bu konuda Peygamberimize herhangi bir vahiy
inmedi. Onlara herhangi bir açıklamada da bulunamadı.
Daha sonra Cebrail geldi ve ona şu ayeti indirdi: "Sana
ruh hakkında soru sorarlar. De ki; "Ruh Rabb'imin
tekelinde olan bir olgudur. Size bilginin çok az bir bölümü
verilmiştir."
Ayetlerin indiriliş sebepleri ile ilgili çeşitli
rivayetler vardır. Ancak biz, doğruluğunda
kuşkuya yer bulunmayan Kur'an ayetinin
sınırları içinde kalmayı tercih ediyoruz. Bu
ayetten anlıyoruz ki, Zülkarneyn hakkında bir soru
sorulmuş ama kesin olarak kimin sorduğunu bilmiyoruz.
Soruyu kimin sorduğunu bilmek, hikâyenin ifade ettiği
anlama bir katkıda bulunmayacaktır. Bu yüzden biz
hikâyeye herhangi bir eklemede bulunmadan Kur'an ayetini ele alıyoruz.
Ayet, Zülkarneyn'in şahsı,
yaşadığı dönemi ve yeri hakkında
herhangi bir açıklamada bulunmuyor. Bu belirsizlik,
Kur'an'da yeralan hikâyelerin değişmez özelliğidir.
Çünkü Kur'an'da yeralan hikâyelerin asıl amacı,
tarihi tespit değildir. Amaç, hikâyeden yararlı sonuç
çıkarmaktır. Çoğu zamanda yer ve zaman tespitine
gerek kalmadan hikâyelerden istenen sonuç çıkarılabilir.
Yazılı tarih, İskender-i Zülkarneyn adlı
bir kraldan söz eder. Ancak bu kralın Kur'an-ı Kerim'de
sözü edilen Zülkarneyn olmadığı kesin. Çünkü
Yunan Kralı İskender putperestti. Oysa Kur'an'da sözü
edilen Zülkarneyn Allah'ın birliğine inanan bir mü'mindir,
ölümden sonra dirilişe ve ahirete inanan birisidir.
Astronomi bilgini Ebu Reyhan el-Biruni "Geçmiş yüzyıllardan
geride kalan izler" adlı eserinde şöyle der:
"Kur'an-ı Kerim'de sözü edilen Zülkarneyn, bu isimle
anılan bir Himyer kralı idi. Çünkü Himyer kralları,
isimlerinin başına "zi" eki
bitiştirilerek anılırlardı. "Zinüvas,
Ziyezn" gibi. Sözünü ettiğimiz kralın da
adı Ebubekir b. İfrikaş idi. Bu kral, orduları
ile birlikte Akdeniz sahillerine kadar gitmiş, Tunus ve
Merakeş gibi yerlere uğramıştı. Orada
İfrikiye şehrini kurmuştu. Daha sonra tüm kıta,
bu adı (Afrika) almıştı. Güneşin
doğduğu ve battığı yerlere
ulaştığı için Zülkarneyn adını
almıştı."
Bu sözler doğru olabilir. Ancak bu sözlerin doğru
olup olmadığını kesin şekilde belirleme
imkânına sahip değiliz. Çünkü hayatının
bir bölümü Kur'an'da anlatılan Zülkarneyn'le ilgili
olarak yazılı tarihte bir araştırma yapmak mümkün
değildir. Bu hikâyenin durumu, tıpkı Kur'an-ı
Kerim'de anlatılan Nuh, Hud, Salih kavimleri gibi diğer
hikâyelerin durumuna benzer. Çünkü insanlığın
ömrüne oranla tarih ilminin doğuşu çok yeni bir olaydır.
Kuşkusuz yazılı tarihten önce hakkında hiçbir
şey bilinmeyen çok olaylar yaşanmıştır.
Dolayısıyla bu tür olaylar hakkında, henüz yeni
doğmuş olan tarih ilminden açıklama beklenemez.
Şayet Tevrat bozulmuşluktan ve eklemelerden
kurtulabilmiş olsaydı, bu tür olaylar hakkında güvenilir
bir kaynak olacaktı. Ne var ki Tevrat; efsane olduğundan
şüphe götürmeyen yığınla hurafeyle doludur.
Allah tarafından vahyedilmiş olan asıl Tevrat'a
eklendiklerinden kuşku duyulmayan birçok rivayet yeralmaktadır.
Şu halde Tevrat içindeki tarihi hikâyeler, güvenilir bir
kaynak kabul edilemez.
Bu durumda, bozulma ve değiştirilmeden korunmuş
bulunan Kur'an'dan başka kaynak kalmıyor. İçindeki
tarihi hikâyelerin tek kaynağı odur.
İki açık nedenden dolayı Kur'an'da yeralan hikâyeleri
tarih ilmine göre değerlendirmeye tabi tutmanın
doğru olmayacağı kesindir.
Birincisi, tarih ilmi yeni doğmuştur. Tarih ilmi
doğmadan önce insanlık tarihinde, hakkında
herhangi bir şey bilinmeyen sayısız olaylar
yaşanmıştır. Kur'an-ı Kerim'de tarihte
izine rastlanmayan bu tür olayları zaman zaman anlatır.
İkincisi; tarih -bu olayların bazısını
kapsamına alsa bile- her yönüyle yetersiz bir varlık
olan insanoğlunun ürünüdür. Bu yüzden insanın
ortaya koyduğu her üründe kendini gösteren eksiklik, yanlışlık
ve tahrif ona da yansıyacaktır. İletişim araçlarının
ve araştırma yöntemlerinin bunca gelişme
kaydettiği günümüzde bile bir tek haber ya da olayın
değişik şekillerde
anlatıldığına tanık olabiliyoruz. Bu bir
tek haber ya da olaya farklı açılardan
bakıldığını, hakkında birbiriyle
çelişen yorumlar yapıldığını görebiliyoruz.
İşte tarih dediğimiz ilim bu dedikodulardan,
birbiriyle uyuşmayan çelişkili bilgilerden meydana
gelmiştir. Bundan sonra incelemeye ve ayıklamaya tabi
tutulduğu söylense de. Kur'an-ı Kerim'de yeralan hikâyeler
hakkında tarih ilminin görüşüne baş vurmaktan sözetmek,
Kur'anın her konuda gerçek ve kesin hükmü belirlediğini
vurgulayan inanç sisteminden önce, insanların kabul
ettikleri bilimsel kurallara da ters düşmektedir.
Dolayısıyla Kur'ana inanan aynı şekilde
bilimsel araştırma yöntemlerine inanan birisi böyle
saçma bir söz söyleyemez.
Bazıları Zülkarneyn hakkında Peygamberimizden
-salât ve selâm üzerine olsun- soru sormuş, yüce Allah da
Zülkarneyn'in hayatının burada anlatılan
kısmın vahyetmişti. Zülkarneyn'in hayatını
ele alan Kur'an dışında bir başka kaynak da
yok elimizde. Bu yüzden bir bilgiye dayanarak hikâyeyi daha geniş
boyutlarda ele alma imkânından yoksunuz. Tefsirlerde bu hikâyeye
ilişkin çeşitli söylentiler vardır. Ancak biz bu
söylentilere kesinlikle güvenemiyoruz. İçindeki israiliyat
ve hurafelerden dolayı bu söylentilerden uzak durulmasının
gerekliliğine inanıyoruz.
Kur'anın akışında, Zülkarneyn'in çıktığı
üç yolculuktan söz ediliyor: Birincisi; yeryüzünün batısına,
ikincisi; doğusuna, üçüncüsü de; iki set arasındaki
bölgeye yapılmıştır. Şu halde ayetlerin
akışı içinde bu üç yolculukta olup bitenleri
izleyelim.
Zülkarneyn hikâyesi önce onunla ilgili bir açıklama
ile başlıyor.