Bir peygambere yakışan bir edep tavrı ile
peşinden gelip gelmeyeceğini soruyor. Ve işi oldu
bittiye getirmeye kalkışmıyor. Bir peygamber olarak
bilge bir kuldan olgunlaştırıcı gerçek
bilgiyi öğretmesini istiyor.
Fakat adamın sahip olduğu bilgi sebepleri belli, sonuçları
bilinen beşeri bilgilere benzemiyor. Bu gayba ilişkin
dolaysız bilginin bir türüdür. Yüce Allah öngördüğü
bir hikmetten dolayı ve dilediği oranda ona bu bilgiden
öğretmiştir. Bu yüzden bir peygamber, bir resul olmasına
rağmen, Hz. Musa bu adama ve uygulamalarına
karşı sabredemiyor. Çünkü bu uygulamalar dış
görünüşleri itibariyle akıl ve mantıkla,
eşyanın tabiatına ilişkin hükümlerle çelişiyorlar.
Bu yüzden bu uygulamaların gerisindeki gizli hikmeti
kavramak zorunludur. Aksi taktirde şaşkınlık
uyandıracak, hoşnutsuzluğa neden olacaklardır.
Bunun için kendisine dolaysız bilgi öğretilen bu kul
da Musa'nın, arkadaşlığına ve
uygulamalarına karşı sabredemeyeceğinden,
bunlara katlanamayacağından korkuyor:
Bindikleri gemide, başka yolcular da var. Denizin
ortasında yol alırlarken o kul geliyor gemide bir delik
açıyor! Dış görünüşe bakılırsa
bu davranış, gemiyi ve yolcularını batma
tehlikesi ile karşı karşıya getiriyor, büyük
bir kötülüğe neden oluyor. Şu halde bu adam niçin bu
kötülüğe yelteniyor?
Hz. Musa -selâm üzerine olsun- mantıksal hiçbir
gerekçesi bulunmayan bu tuhaf davranış
karşısında hem verdiği sözü hem de arkadaşının
ileri sürdüğü şartı unutuyor. İnsan bir
ilkeyi soyut olarak etraflıca düşünebilir, ama bu
anlamın pratik uygulaması, somut bir örneği ile
karşı karşıya kaldığı zaman
teorik düşünceden farklı bir realite
karşısında bulunduğunu farkeder. Çünkü
pratik deneyimin soyut düşünceden farklı bir tadı
vardır. İşte Musa önceden, sebeplerini kavrayamadığı
olaylara katlanamayacağı uyarısında
bulunulmuş, ama o sabretmeye karar vermiş, yüce
Allah'dan yardım dilemiş, sabredeceğine söz vermiş,
ileri sürülen şartı kabul etmişti. Fakat o, bu
adamın uygulamalarındaki pratik deneyimle
karşı karşıya kalınca tepki gösteriyor,
karşı çıkıyor.
Evet, Hz. Musa'nın tepkisel ve heyecanlı bir
karaktere sahip olduğu doğrudur. Bu karakterin
özelliklerini hayatın tüm devrelerindeki uygulamalarında
gözlemlemek mümkündür. Örneğin bir yahudi ile kavga
ettiğini görünce bir Mısırlı'yı
yumruklamış, bilinen o
kızgınlığı ile adamı öldürmüştü.
Daha sonra yaptığına pişman olmuş, özür
dileyerek Rabbi'nden affedilmesini istemişti. Ama ikinci gün
yahudinin bir başka Mısırlı ile kavga
ettiğini görünce tekrar saldırmıştı.
Evet. Hz. Musa işte böyle bir karaktere sahiptir. Bu
yüzden adamın davranışı
karşısında sabredemiyor, işin
tuhaflığı karşısında verdiği sözü
yerine getiremiyor. Ne var ki, pratik deneyimden, teorik düşünceden
farklı bir tat alma ve apayrı bir gerçekle karşılaşma
bütün insanların ortak özellikleridir. İnsanlar
fiilen tatmadıkça, pratik olarak denemedikçe meseleleri
gereği gibi kavrayamazlar.
İşte bu yüzden Hz. Musa kızıyor,
adamın yaptığına karşı çıkıyor:
"Musa,ona "İçindekileri boğmak için mi
gemiyi deldin? Gerçekten çok çirkin bir iş yaptın"
dedi.
O bilge kul büyük bir sabır ve yumuşaklıkla,
yolculuğa çıkmadan önceki sözlerini hatırlatıyor: