O

Kehf

O

   

47- O gün dağları yerlerinden,söküp yürütürüz. Yeryüzünü çırılçıplak ve dümdüz görürsün. Tek bir kişiyi gözardı etmeksizin tüm insanları biraraya toplarız.

48- Hepsi sıra sıra Rabb'inin huzuruna çıkarılırlar. Onlara "Tıpkı ilk yarattığımızda olduğunuz gibi şimdi karşımıza çıktınız. Oysa benimle hiç karşılaşmayacağınızı sanmıştınız " denir.

49- İnsanların amel defterleri (çalışma karneleri) ortaya getirilmiştir. Günahkârların bu defterlerin yazılarını korku dolu gözlerle incelediklerini görürsün. Bir yandan da "Vay başımıza gelenlere! Ne biçim def termiş bu; küçük-büyük hiçbir davranışımızı atlatmadan sayıp dökmüş, derler. " Yaptıkları her işin kaydını karşılarında bulmuşlardır. Rabb'in hiç kimseye haksızlık etmez.

Bu tabiat olaylarının yeraldığı bir sahnedir. Bu olayların meydana getirdikleri korku, kalplerin bu olaylar karşısında duydukları korku somutlaştırılıyor. Bu sahnede sarsılmaz dağlar hareket ediyor, yürüyor. Peki kalpler nasıl ürpermez, dehşete kapılmaz. Bu sahnede yeryüzü çıplak olarak beliriyor; her taraf ortadadır yeryüzünün. Üzerinde tepe, çukur, dağ, vadi gibi hiçbir şey yok dümdüz ortadadır. Kalplerin gizlilikleri de saklı hiçbir şey kalmamak üzere bu şekilde ortaya dökülecektir.

Herhangi bir şeyin gözlenmesine, herhangi bir kimsenin saklanmasına imkân vermeyecek şekilde dümdüz ve her şeyiyle ortada bulunan bu yeryüzünde "Tek bir kişiyi gözardı etmeksizin tüm insanları biraraya toplarız."

Hiç kimseyi gözden kaçırmayan bu kapsamlı toplantıdan, alınarak hepsi büyük bir meydana götürülürler "Hepsi sıra sıra Rabbinin huzuruna çıkarılırlar." İnsanların dünya üzerine ayak basmalarından dünya hayatının sonuna kadar yeryüzünde bulunan sayısız yaratık, biraraya gelir, toplanır ve sıra sıra dizilirler. Hiçbiri bu toplantıya, bu sıraya katılmazlık edemez. Çünkü yeryüzü hiç kimseye saklanma imkânı vermeyecek şekilde her şeyiyle ortadadır ve dümdüz hale getirilmiştir.

Bu noktada surenin akışı o günün niteliklerini saymayı bir yana bırakıyor ve doğrudan doğruya o geniş meydanda toplananlara hitap ediyor. Sanki sahne şu anda gözlerimizin önünde yaşanıyor gibi. Sahnede olup bitenleri adeta görüyor, konuşulanları bizzat işitiyoruz gibi. Bu günü yalanlayan, böyle bir şeyi inkâr edenlerin yüzlerindeki utanç ifadesini görüyor gibiyiz. "Tıpkı ilk yarattığımızda olduğu gibi şimdi karşımıza çıktınız. Oysa benimle biç karşılaşmayacağınızı sanmıştınız."

O günün niteliklerinin anlatılmasından, doğrudan toplananlara hitap etmeye yönelik bu dönüşüm, sahneyi daha canlı hale getiriyor, somutlaştırıyor. Sanki bu sahne gaybın bilinmezlikleri içinde hesaplaşma gününde değil de şu anda karşımızdaymış gibi.

Yüzlerdeki utanç ifadesini, çehrelere yansıyan aşağılanmışlık belirtilerini ayrıca bu suçlulara azarlayıcı bir üslupla hitap eden ulu ve dehşet verici sesi çok yakından hissediyor ve görüyor gibiyiz. "Tıpkı ilk yarattığımızda olduğunuz gibi şimdi karşımıza çıktınız." Ama siz böyle bir şeyin olmayacağını sanıyordunuz. "Oysa benimle hiç karşılaşmayacağınızı sanmıştınız."

Bir olayı tanımlama üslubundan direkt hitap üslubuna geçmek suretiyle sahne canlı ve hareketli hale getirildikten sonra surenin akışı tekrar orada olup bitenleri anlatmaya başlıyor:

"İnsanların amel defterleri (çalışma karneleri) ortaya getirilmiştir. Günahkârların bu defterlerin yazılarını korku dolu gözlerle incelediklerini görürsün." İşte bu önlerine konan, onların dünya hayatlarındaki çalışma karnesidir, amel defteridir. Bu defteri inceliyorlar, evirip çeviriyorlar, her şey var defterde. Son derece kapsamlı, iğneden ipliğe, her şeyi içeren incelikli bir defter. Bunu görür görmez başlarına gelecek akıbetten korkmaya başlıyorlar. Hiçbir şeyi gözden kaçırmayan hiçbir davranışı atlamayan bu defteri inceleyince içleri daralıyor, sıkılıyorlar. "Vay başımıza gelenlere! Ne biçim deftermiş bu, küçük-büyük hiçbir davranışımızı atlamadan sayıp dökmüş" derler." Bu, yürek acısından kaynaklanan, öfke dolu ve en kötü akıbete çarptırılacağının bilincinde olan birinin söyleyeceği sözdür. Çünkü kıskıvrak yakalanmış, her şey ortaya dökülmüştür. Bir tarafa kaçması, kıvırması mümkün değildir. Demagoji yapmaya, yalan yanlış açıklamalarda bulunup yakayı kurtarmaya imkân yoktur: "Yaptıkları her işin kaybını karşılarında bulmuşlardır." Böylece haksızlığa uğramadan hakettikleri cezaya çarptırılmışlardır. "Rabb'in hiç kimseye haksızlık etmez.'

Kıyamet günü durumları bundan ibaret olan suçlular güruhu şeytanın kendilerine düşman olduğunu biliyorlardı. Ne var ki, onlar bu düşmanı dost bilip önder edindiler. O da onları bu korkunç duruma sürükledi, başlarına bu felâketin gelmesine neden oldu. Şeytan ve soydaşları Hz. Adem'le -selâm üzerine olsun- İblis arasında başgösteren olaylardan bu yana insanlara düşmanlıklarını sürdürdükleri halde insanların onları dost bilip önderler edinmesi ne kadar çelişkili, ne kadar tuhaf bir durumdur!

 

 

O

 

O