O

Kehf

O

   

37- Aralarındaki tartışmayı sürdüren arkadaşı kendisine dedi ki; "Seni önce topraktan, sonra spermadan yaratan, sonunda da insan biçimine koyan Allah'ı inkâr mı ediyorsun?"

38- Bana gelince, benim Rabb'im Allah'dır. O'na hiç kimseyi kesinlikle ortak koşmam.

39- Aslında bahçene girdiğinde `Maşaellah' gerçek güç, Allah'ın tekelindedir deseydin ya! Gerçi sen malımın ve evlatlarımın seninkilerden az olduğunu görüyorsun.

40- Fakat Rabb'im bana senin bahçenden daha iyisini verebilir ve senin bahçeni de gökten gelen bir afete uğratarak çıplak bir düzlüğe çevirebilir.

41- Ya da bahçenin suyu yerin öyle derin katmanlarına sızar ki, bir daha aramaya bile gücün yetmez.

İşte imanın kaynaklık ettiği onurluluk ve üstünlük duygusu mü'min nefiste bu şekilde coşar. Artık mü'min mal ve tayfaya aldırmaz, zenginlik ve şımarıklığa yaltaklanmaz, haktan, doğruluktan taviz vermez, bu konuda arkadaşa eşe-dosta ayrıcalıklı davranmaz. Mü'min, mevki-makam ve mal-mülk karşısında üstün bir konumda olduğunu, yüce Allah'ın katındaki nimetlerin dünya hayatının çekici güzelliklerinden daha hayırlı olduğunu yine yüce Allah'ın lütfunun büyük olduğunu o yüzden bu lütfa ümit bağlaması gerektiğinin bilincinde olur. Aynı şekilde yüce Allah'ın öc almasının korkunç olduğunu ve bunun da Allah'ı anmaktan gafil olan azgınlara isabet etmesinin pek de uzak olmadığını bilir.

Aniden surenin akışı bizi gelişme ve verimliliğin yansıtıldığı sahneden alıp yerle bir olmanın, verimsizliğin, çoraklığın yansıtıldığı sahneyle karşı karşıya getiriyor. Az önceki şımarık ve büyüklük taslayan tip gitmiş, yerine pişmanlık duyan, af dileyen bir başka tip gelmiştir. Evet mü'min adamın dedikleri fiilen gerçekleşmiştir.

42- Derken bahçesinin tüm ürünü ansızın yok oluverdi. Yerle bir olan üzüm kütüklerinin yıkıntıları karşısında yapmış olduğu masrafların iç yanıklığı ile vahlanmaya ve elleri ile dizlerini döverek "Keşke Rabb'ime hiç kimseyi ortak koşmasaydım" demeye koyuldu.

Tamamen canlı, psikolojik durumları somutlaştırarak yansıtan hareketli bir sahne. Bütün ürün yerle bir ediliyor. Sanki her yönden bir baskına uğramış da geride sağlam, işe yarar birşey kalmamış gibi. Bahçe bir felakete uğramış, üzüm kütükleri yerle bir olmuş, kırılıp dökülmüşler. Sahibi de yapmış olduğu masrafların iç yanıklığı ile, kaybolup giden malının, boşa giden emeklerinin ardından duyduğu üzüntü ile dizlerini dövüyor. Allah'a ortak koşmaktan dolayı pişman olmuştur, şu anda O'nun Rabb'lığını, teklifini kabul ediyor. Fakat burada şirki açıkça ifade etmiyor. Ne var ki, O'nun şu anda pişmanlık duyduğu, reddettiği şirkin; imani değerlerin dışında yeryüzü menşeli diğer değerlerle onur duyup büyüklük taslama olduğu anlaşılıyor. İş işten geçtikten sonra pişmanlık duyduğu, kaçınmak istediği şirk budur işte.

Bu noktada yüce Allah'ın önderlik ve güç açısından birliği ön plana çıkıyor. O'nun gücünden başka güç yoktur. O'ndan gelecek yardımın dışında herhangi bir yardım da sözkonusu değildir. O'nun verdiği sevap her türlü ödülden daha hayırlıdır. Bir kişinin O'nun katında kaydedilmiş bir iyiliği, geride bırakılan her şeyden daha hayırlıdır.

43-O anda ne Allah dışında, yardımına koşabilecek destekçiler bulabildi ve ne de kendi kendini kurtarabildi.

44- İşte orada koruyuculuk ve egemenlik, varlığı "gerçek" olan Allah'ın tekelindedir. En yararlı ödül ve en hayırlı akıbet yalnız O'nun katındadır.

Yerle bir olmuş, kırılıp dökülmüş bahçenin ve bu bahçenin boşa giden emeklerinden dolayı üzülen ve pişmanlıktan dizlerini döven sahibinin bu ibret verici konumunun yansıtıldığı sahnenin üzerine perde indiriliyor. Yüce Allah'ın ululuğu, karşı konulmaz büyüklüğü olayın tümünü gölgeliyor, o kadar ki, insanın gücü geri plâna çekiliyor, kaybolup gidiyor.

Bu sahnenin önünde bütün dünya hayatına ilişkin bir örnek veriliyor. Böylece görüyoruz ki, dünya hayatı da az önce örnek verilen bahçe gibi kısadır, geçicidir, sürekliliği sözkonusu değildir.

45- Ey Muhammed, onlara anlat ki, dünya hayatı tıpkı şuna benzer. Gökten yağmur yağdırdık da bu yağmur sayesinde yer yeşermiş, güveren ekinlerin başakları birbirine girmiş. Derkén bu ekinlerin tümü ansızın rüzgâr/arın havada uçurduğu saman kırıntı/arına dönüşüvermiş. Hiç kuşkusuz Allah'ın gücü her şeyi yapmaya yeter.

Bu sahne kısa ve birden bire parlayıp sonra tekrar kaybolan ifadelerle sunuluyor. Amaç seyirci de yok olup gitme ve geçicilik duygularını uyandırmaktır. Çünkü burada değinilen su gökten yağıyor, fakat sel olup akmıyor. Tam tersine topraktaki bitkiler bu suyu emiyor. Ama bu suyu emen bitkiler de gelişip olgunlaşmıyorlar. Aksine kırılıp dökülüyorlar, rüzgârlar da bu döküntüleri savurup götürüyor. Böylece üç tane kısacık cümle ile dünya hayatı özetleniyor ve bir film şeridi gibi hızla gözlerimizin önünde geçip gidiyor.

Sahnelerin sunuluşunu kısa tutmak amacı ile cümlecikler birbirine eklenerek diziliyor. Bu diziliş de "Fa" bağlacı ile sağlanıyor, böylece ortaya şöyle bir anlam çıkıyor.

"Gökten yağmur yağdırdık" derken "bu yağmur sayesinde yer yeşermiş, güveren ekinlerin başakları birbirine girmiş" çok geçmeden "bu ekinlerin tümü ansızın rüzgarların havada uçurduğu saman kırıntılarına dönüşüvermiş." Ne kadar kısa ve ne kadar basit bir hayat!

Geçici dünya hayatının yansıtıldığı sahne seyircinin üzerinde gereken etkiyi sağladıktan sonra surenin akışı, inanç ölçüsü doğrultusunda yeryüzünde insanların kullukta bulundukları dünya hayatının değerleri ile önemsenmesi, bağlı bulunulması gereken kalıcı değerleri belirliyor.

 

 

O

 

O