O |
Kehf
|
O |
|
30- İman edip iyi ameller işleyenlere gelince, biz
iyilik yapanları kesinlikle ödülsüz bırakmayız.
31- Onlar için altlarından çeşitli ırmaklar
akan Adn cennetleri vardır. Kolları altın
bileziklerle süslüdür. Orada ince ve kalın ipekten
yeşil elbiseler giyerek koltuklara kurulurlar. O ne güzel
bir ödül ve orası ne güzel bir barınaktır.
O ateşi yakıp hazırlamışız.
Tutuşturmak için yeni bir çabaya gerek yok. O ateşin
hazırlanması da zaman almaz. Herhangi bir şeyin
yaratılması, "ol" sözünün söylenmesi, onun
da "oluvermesi" dışında bir çabayı
gerektirmemekle beraber ayette kullanılan "hazırladık"
kelimesi çabukluk, hazırlama, ortamı oluşturma ve
gelecek için hazırlanan, tutuşturulan ateşle
direkt karşılaşma anlamını çağrıştırıyor.
Bu ateşin tutuşturulduğu yerin çevresinde kalın
duvarlar vardır ve zalimleri çepeçevre kuşatmıştır.
Kaçmak mümkün değildir bu ateşten. Kurtulma,
ateşten çıkma ümidi de yok. Bir esintiye yol verecek
yahut bir hava akımının geçmesine imkân verecek
en ufak bir delik bile yoktur bu duvarlarda.
Ateşin kavurucu sıcağından ve
susuzluğun dayanılmaz boyutlara ulaşmasından
dolayı su isteyecek olurlarsa, kendilerine su sunulur ama,
bir görüşe göre kendilerine kaynamış
yağın tortusuna diğer bir görüşe göre de kızartılmış
irine benzer bir sıvı sunulur. Bu sıvı
yaklaştırılır yaklaştırılmaz yüzleri
kavuruyor. Peki bu sıvıyı yutacak boğazlar ve
karınlar buna nasıl katlanacak. Ateşten
kavrulanların içtiği bu sıvı "ne
fena bir içecektir." Barınmak
ve yaslanmak için ateş ve onu kuşatan duvarları ne
fena bir yerdir. Ateş ve surlardan barınak olarak söz
edilmesinde acı bir olay vardır. Yoksa onlar ateşte
barınmıyorlar, tam tersine kavruluyorlar. Ama bu ifade
iyi işler yapan mü'minlerin cennetlerde barınmalarına
karşılık olarak yer alıyor... Ne var ki, iki
barınak arasında korkunç bir fark vardır.
Bunlar, bu durumdayken iyi işler yapan mü'minler de Adn
cennetlerinde oturuyorlar... Altlarından çeşitli
ırmaklar, tatlı bir esinti ve güzel manzaralar arasında
akarlar. Onlar burada gerçek anlamda barınıyorlar. "Koltuklara
kurulurlar." Değişik
renklerde, ince, saf, yumuşak ve hafif ipekten giysiler
giyerler. Çekici, altın yaldızlı ipek giysiler
vardır üzerlerinde. Bunların yanında süs ve zevk
amacı ile altın bilezikler takarlar kollarına. "O
ne güzel bir ödül ve orası ne güzel bir barınaktır."
Şu halde kim neyi isterse onu seçsin. İsteyen
inansın, isteyen kâfir olsun. Dileyen elbiselerinden ter
kokuları gelen yoksul mü'minlerle birarada otursun dileyen
bundan kaçsın. Allah'ı anmak suretiyle arınan
tertemiz kalpleri bürüyen giysilerden gelen ter kokularından
hoşlanmayanlar, ateşten duvarları barınak
edinebilirler, kaynamış yağın tortusunu ya da
ateşin kavuruculuğu karşısında
kendilerine sunulan yakıcı irini afiyetle (!) içebilirler.
Sonra surenin akışı içinde, iki adamın ve
iki bahçenin hikâyesi sunuluyor. Bu hikâye geçici ve kalıcı
değerlere bir örnek oluşturması amacı ile
yeralıyor. Bu amaçla sunulan örnekte dünya hayatının
çekici nimetleriyle gururlanan, üstünlük kompleksine kapılan
öte yandan sadece Allah'a dayanarak onur duyan iki açık
karakter çiziliyor. Bu iki karakterin herbiri insanlardan bir
grubu temsil ediyor. Bahçelerin sahibi olan adam varlıklı
bir insandır; serveti aklını başından
almış, kendisine bahşedilen nimetten dolayı
şımarmıştır. Bu yüzden insanların
kaderine ve hayatına hükmeden en büyük gücü unutmuştur.
Bu nimetin sonsuza kadar süreceğini ve asla yok
olmayacağını sanmaktadır. Ne var ki, gücü ve
makamı onun sonsuza kadar yaşamasını
sağlamaya yetmiyor. Arkadaşı ise, imanı ile
onur duyan; Rabb'ini sürekli hatırlayan, nimeti onu verenin
varlığına bir kanıt olarak algılayan, bu
yüzden nimeti verene hamdederek, şükrederek O'na yönelen,
O'na hiçbir zaman karşı gelmeyen, O'nu inkâr etmeyen,
mü'min bir insanın örneğidir.
Hikâye bahçelerin verim ve göz alıcılığın
zirvesinde oldukları anı yansıtan bir sahneyle
başlıyor.
|
|
O |
|
O |
|