O |
Kehf
|
O |
|
28- Sırf Rabb'lerinin rızasını dileyerek
sabah-akşam O'na yalvaranlarla birarada olmaya kendini zorla.
Dünya hayatının çekiciliğini isteyerek böyle
kimseleri gözardı etme. Adımızı anmayı
kalbine unutturduğumuz ve ihtiraslarına tutsak olarak
kendini akıntıya kaptırmış kimselerin
arzularına uyma.
29- Onlara "Bu Kur'an, Allah tarafından gönderilmiş
bir gerçektir, isteyen inansın, isteyen inkar etsin "
de. O ateşe atılanlar "su, su " diye feryad
ettiklerinde çığlıklarına
karşılık kendilerine ergimiş metal gibi yüzleri
kavuran bir sıvı sunulur. O ne fena bir içecek ve orası
ne fena bir barınaktır.
Rivayete göre bu ayetler "Şayet Kureyş
kabilesinin önde gelenlerinin iman etmesini istiyorsa, Bilal,
Süheyb, Ammar, Habbab ve Abdullah b. Mesud gibi yoksul
mü'minleri yanından uzaklaştırmasını,
yahut bu yoksulların üzerindeki hırkalardan, ter
kokuları geldiği ve bu da önde gelen Kureyşli
efendileri rahatsız ettiği için bu kişilerin
toplantılarından ayrı bir toplantı düzenlemesini
Peygamber Efendimize -salât ve selâm üzerine olsun- öneren
Kureyş kabilesinin önde gelen liderleri hakkında
inmiştir.
Yine rivayete göre Peygamber Efendimiz -salât ve selâm
üzerine olsun- onların inanmalarını istemiş
bu yüzden önerilerine olumlu yaklaşım göstermiştir.
Bu yüzden yüce Allah şu ayeti indirmiştir: "Sırf
Rabb'lerinin rızasını dileyerek sabah-akşam
O'na yalvaranlarla birarada olmaya kendini zorla."
Yüce Allah bu ayeti, gerçek değerleri açıkça
duyurmak ve yanılmaz teraziyi yerleştirmek için indirmiştir.
Bundan sonra "isteyen
inansın, isteyen inkâr etsin." İslâm
hiç kimseye yaltaklanmaz. İnsanları, ne ilkel cahiliyye
ölçüleriyle, ne de kendisinin koyduğu ölçüler dışında
insanların hayatı için ölçüler koyan herhangi bir
cahiliye sisteminin ölçüleriyle değerlendirmez.
"Kendini zorla" hemen
yanlarından kalkacakmış gibi davranma ve acele etme.
"Sırf Rabb'lerinin rızasını dileyerek
sabah-akşam O'na yalvaranlarla birarada bulunurlar." Çünkü
onların gayesi, Allah'dır. Sabah-akşam O'na
yalvarıyorlar, O'na yöneliyorlar, O'na yalvarmaktan
vazgeçmiyorlar. O'nun rızasından başka bir
şey istemezler. Onların istedikleri, dünya hayatını
isteyenlerin tüm beklentilerinden daha üstün ve daha değerlidir.
Onlarla birlikte olmaya kendini zorla. Onlara
arkadaşlık et, otur onlarla ve onları eğit.
Çünkü ne hayır varsa onlardadır. Davet hareketleri
onlara benzer insanların omuzlarında yükselir. Davet
hareketleri, üstünlük sağlasın diye kendisine
bağlananlara; halk kitlelerine öncülük etmek için bağlananlara;
amellerini gerçekleştirmek için bağlananlara; çarşılarda
menfaat sağlayacakları, izleyici bulacakları için
bir çıkar aracı gözüyle bakıp bağlananlara
dayanmaz. Tam tersine davet; sırf Allah'ın
rızasını gözeterek, içtenlikle O'na yönelen bu
kalplerle ayakta kalır. Onlar herhangi bir mevki, bir nimet
ve bir çıkar peşinde değillerdir. İstedikleri
Allah'ın rızasıdır, O'nun
hoşnutluğuna umut bağlarlar.
"Dünya hayatının çekiciliğini isteyerek böyle
kimseleri gözardı etme."
Dünyanın çekiciliğine kapılıp onlardan
yararlananlar gibi hayatın güzelliklerine eğilim göstererek
onlardan ilgini kesme. Çünkü dünya hayatının
çekiciliği, sırf O'nun rızasını
dileyerek, sabah-akşam Rabb'lerine yalvaranların yükseldikleri
yüce ufkun düzeyine çıkamaz.
"Adımızı anmayı kalbine
unutturduğumuz ve ihtiraslarına tutsak olarak kendini
akıntıya kaptırmış kimselerin
arzularına uyma."
Fakirlere karşı kendilerine ayrıcalık
tanınmasına ilişkin isteklerine uyma. Eğer
Allah'ı anmış olsalardı büyüklük
taslamaktan vazgeçerlerdi, taşkınlıklarına
son verirlerdi, büyüklük kompleksinden kaynaklanan istekler
ileri sürmezlerdi, huzurunda tüm başların birbirine
eşit olduğu yüce Allah'ın ululuğunun
bilincinde olurlardı, insanları birbirine kardeş
yapan inanç bağının farkında olurlardı.
Ama onlar ihtiraslarına, arzularına uyuyorlar. Cahiliyye
düşüncesinin ürünü arzularının peşinde
gidiyorlar. Allah'ın kulları hakkında hüküm
verirken cahiliye ölçülerini kullanıyorlar. Bu yüzden
onlar ve sözleri bir değer ifade etmezler, bu sözler
aptalca söylenmiş şeylerdir. Allah'ı anmaktan kaçınmalarının,
ondan gafil olmalarının cezası olarak, ilgi
duyulmamayı, önemsememeyi haketmiş onlar.
Kuşkusuz İslâm, tüm başları Allah'ın
huzurunda birbirlerine eşit kılmak için gelmiştir.
Mal, soy ve mevki açısından hiç kimseye bir
üstünlük tanımaz. Bunlar sahte ve geçici değerlerdir.
Herhangi bir kimsenin üstünlüğü yüce Allah'ın
katındaki yerine bağlıdır. Bir kimsenin yüce
Allah'ın katındaki yeri de, O'na yönelişi, O'nu
her şeyden üstün tutması ile ölçülür. Gerisi, boş,
geçersiz ve ihtiraslardan kaynaklanan değerlerdir.
"Adımızı anmayı kalbine
unutturduğumuz kimselerin arzularına uyma." Kendi
şahsına, malına, evladına, çıkarına,
zevkine, sefasına ve ihtirasına yönelik kalbinde
Allah'a yer kalmadığı için Allah'ı
anmayı kalbine unutturduk. Böyle şeylerle
uğraşan bir kalp, bunları hayatının
gayesi haline getiren bir kalp kesinlikle Allah'ı anmayı
unutur. Allah da unutkanlığını
arttırır, içinde bulunduğu durumu onun arzusuna
uygun hale getirir. Böylece günler geçip gider ve yüce Allah'ın
hem kendilerine hem de başkalarına zulmedenler için hazırladığı
acıklı akıbetle karşılaşırlar.
"Onlara; "Bu Kur'an Allah tarafından gönderilmiş
bir gerçektir, isteyen inansın, isteyen inkâr etsin"
de.
Bu şekilde onurlu bir tavırla, böylesine bir açıklıkla
ve böylesine bir kesinlikle söyle. Çünkü gerçek, hiç
kimseye yaranmaz, hiç kimsenin önünde eğilmez. Çarpık
bir tarafı bulunmayan dengeli yolunu, hiçbir zayıf
tarafı bulunmayan güçlü metodunu, kapalılığa
yer vermeyen, apaçık stratejisini izler. Şu halde
isteyen bu gerçeğe inansın, isteyen inkâr etsin.
Gerçekten hoşlanmayan gidebilir. Kişisel arzusunu
Allah'dan gelen gerçek içerikli kitaba uyduramayanın
arzusuna göre inanç sistemini şirin gösterme sözkonusu
olamaz. Dünyanın çekiciliğine yönelik ilgisinden
soyutlanmayana, Allah'ın ululuğu
karşısında büyüklük kompleksinden vazgeçmeyene
İslâm inanç sisteminin ihtiyacı yoktur.
İslâm inancı herhangi bir kimsenin malı
değil ki, onu başkalarına şirin göstermeye
çalışsın. Tam tersine İslâm inanç sistemi
Allah'ındır. Ve Allah da alemlerin hiçbir şeyine
muhtaç değildir. İnancı olduğu gibi, bir
değişikliğe uğratmadan benimsemeyenler, içtenlikle
kabul etmeyenler, inanç sisteminin üstün gelmesini, başarıya
ulaşmasını sağlayamazlar. Sırf
Allah'ın rızasını dileyerek sabah-akşam
O'na yalvaran mü'minlere karşı üstünlük
taslayanlardan ne İslâma ne de müslümanlara bir hayır
gelmez.
MÜ'MİN VE KÂFİRLERİN AKİBETLERİ
Bundan sonra surenin akışı, bir kıyamet
sahnesinde kâfirler ve mü'minler için hazırlanan
akıbetleri sunuyor.
"O ateşe atılanlar "su su" diye feryat
ettiklerinde çığlıklarına
karşılık kendilerine ergimiş metal gibi, yüzleri
kavuran bir sıvı sunulur. O ne fena bir içecek ve orası
ne fena bir barınaktır.
|
|
O |
|
O |
|