O

Kehf

O

   

1- Hiçbir çarpık yeri olmayan, bu tutarlı kitab'ı (Kur'an-ı) kulu Muhammed'e indiren Allah'a hamdolsun.

2- Peygamber, insanları, Allah'dan gelecek ağır bir azap konusunda uyarsın ve iyi amel işleyen mü'minlere de kendilerini iyi bir ödülün beklediği müjdesini versin diye bu dosdoğru kitap indirildi.

3- Mü'minler o ödül yerinde (cennette) sürekli kalacaklardır.

4- Bir de "Allah evlat edindi" diyenleri uyarsın diye.

5- Allah'ın evlat edindiği konusunda ne onların ve ne de atalarının hiçbir bilgisi yoktur. Rastgele ağızlarından çıkan bu söz ne ağır bir iftiradır! Söyledikleri, yalandan başka bir şey değildir.

6- Ey Muhammed, eğer onlar bu yeni mesaja (Kur'ana) inanmazlarsa, arkalarından duyacağın üzüntü sebebi ile neredeyse kendini mahvedeceksin.

7- Biz dünyadaki her şeyi yeryüzünün süsü yaptık. Amacımız, insanları sınavdan geçirerek hangilerinin daha iyi işler yapacaklarını görmektir.

8- Günü gelince yeryüzünün bütün gözalıcı yeşilliklerini kesinlikle kupkuru bir toprak düzlüğüne çevireceğiz.

Tutarlı ve kesin ifadeli bir başlangıç... Bu başlangıçta "Peygamber insanları Allah'dan gelecek ağır bir azap konusunda uyarsın" diye çarpık bir yeri bulunmayan, her anlama yorulabilecek, eğri ve ne anlama geldiği belirsiz yuvarlak ifadelere yer vermeyen bu tutarlı kitabı, yani Kur'anı "Kulu Muhammed'e" indirdiği için yüce Allah'a hamd edilmektedir.

Daha ilk ayetten itibaren temel ilkeler açıkça ortaya konuyor. İnanç sisteminde bir karışıklığa, bir kapalılığa meydan verilmiyor. Buna göre kitab'ı indiren yüce Allah'dır. Bu kitab'ı indirdiği için O'na hamdolsun. Peygamberimiz Hz. Muhammed'de -salât ve selâm üzerine olsun- O'nun kuludur. Allah'ın çocuğu ve ortağı yoktur.

Çarpık bir yeri bulunmayan, bu kitap "tutarlı" bir kitaptır. Bu anlam bir keresinde çarpıklığın olmadığını vurgulamak suretiyle bir keresinde de tutarlılığı vurgulamak suretiyle tekrarlanmaktadır. Amaç bu anlamı pekiştirmek ve güçlendirmektir.

Bu kitabın, yani Kur'anın indirilmesi ile güdülen amaç bellidir, açıktır: "Peygamber, insanları Allah'dan gelecek bir azap konusunda uyarsın ve iyi amel işleyen mü'minlere de kendilerini iyi bir ödülün beklediği müjdesini versin diye bu dosdoğru kitap indirildi."

Nitekim uyarının keskin gölgesi bütün ifadeye yansımaktadır. Ayet önce, uyarı amaçlı genel bir ifadeyle başlıyor. "İnsanları Allah'dan gelecek bir azap konusunda uyarsın" sonra tekrar dönüyor ve uyarıyı özelleştiriyor. "Bir de `Allah evlat edindi' diyenleri uyarsın diye."

Bu arada "iyi amel işleyen" mü'minlere de müjde veriliyor. Ama bu müjde, imanın pratik, gözle görülür, realiteye dayanan ve realite tarafından. desteklenen kanıtı ile bağlantılı olarak veriliyor.

Sonra surenin akışı müşriklerin en büyük ve en önemli meselede yani inanç sistemi (akide) meselesinde hüküm vermek ve bir yargıya varmak için tuttukları çarpık ve bozuk yöntemi gözler önüne sermeye başlıyor.

"Allah'ın evlat edindiği konusunda ne onların ve ne atalarının hiçbir bilgisi yoktur."

Böyle bir sözü, hiçbir bilgiye dayanmadan hem de saçmalayarak söylemek ne adi ve ne korkunç bir durumdur.

"Rastgele ağızlarından çıkan bu söz ne ağır bir iftiradır. Söyledikleri yalandan başka bir şey değildir."

Müşriklerin rastgele söyledikleri bu sözün korkunçluğunu vurgulama açısından, ifadedeki kelimelerin dizilişi ile bu kelimelerin telaffuzu esnasında ortaya çıkan müzikal vurgusu bir ahenk oluşturuyorlar. Ayet "(Keburet)- büyük, ağır" kelimesi ile başlıyor. Dinleyici meselenin önemini ve korkunçluğunu algılasın ve atmosfere bu anlamlar egemen olsun diye. Bu amaçla "El-Kelimet'ul Kebire" "Keburet Kelimetun" cümlesindeki zamirini belirginleştirici, ayırıcı bir işlev görüyor. Bununla da dinleyicilerin dikkatlerinin olaya iyice 'yöneltilmesi hedefleniyor, böylece bu sözün onların ağızlarından rastgele ve düşünmeden çıktığını "Ağızlarından çıkan bu söz ne ağır bir iftiradır' şeklinde ifade ediliyor. Ayrıca ayette yeralan "Efvahihim-ağızları" ifadesi kendine özgü müzikal vurgusu ile, onların ağızlarından çıkan bu sözün ağırlığını ve hayasızlığını ön plana çıkarmada katkıda bulunuyor. Çünkü bu kelimeyi telaffuz eden biri kelimenin birinci yarısındaki "Efva" şeklindeki uzatmadan dolayı önce ağzını açar, sonra peşpeşe iki "ha" harfini telaffuz eder. Böylece "Efvahihim" ifadesinin sonundaki "mim" harfi telaffuz edilmeden önce ağız tamamen "ha" sesiyle dolar. Bu yüzden cümlenin dizilişi ile ifadenin müzikal vurgusu, birlikte anlamı tasvir edip bu anlamın yaydığı gölgeyi belirginleştirmektedir. Bunun üzerine olumsuzluk ve istisna edatları kullanılarak pekiştiricilik fonksiyonunu yerine getiren bir değerlendirme yapılıyor. "Söyledikleri yalandan başka bir şey değildir."

Bu cümlede olumsuzluğu ifade etmek için "ma" olumsuzluk edatı yerine "in" edatı kullanılıyor. Çünkü `in' edatı sonundaki zorunlu sükun (hareketsizlik)dan dolayı kesinlik ifade etmektedir.`Ma'edatında ise, sonundaki uzatmadan kaynaklanan bir yumuşaklık vardır... Kuşkusuz "ma" yerine "in" edatının kullanılması müşriklerin tutumlarının iğrençliğinin daha net biçimde vurgulanması ve ağızlarından çıkan bu ağır iftiranın yalan olduğunun pekiştirilmiş bir ifadeyle gözler önüne serilmesi amacına yöneliktir.

DÜNYADAKİ SINAV

Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- soydaşlarının Kur'anı yalanlamalarından, doğruyola girmekten kaçınmalarından, buna karşılık sonunda yapacaklarını bildiği bir yolu izlemelerinden dolayı . üzülmesini hoş karşılamamışa benzer bir hitap yöneltiliyor. Evet, serzenişe benzer bir ifadeyle Peygamberimize şöyle deniyor:

"Ey Muhammed, eğer onlar bu yeni mesaja (Kur'ana) inanmazlarsa, arkalarından duyacağın üzüntü sebebi ile neredeyse kendini mahvedeceksin."

Yani, şayet bu Kur'ana inanmayacak olurlarsa belki de duyacağın üzüntüden dolayı kendini öldüreceksin... Oysa onlar senin üzülmene, hayıflanmana değmezler. Bırak onları ne halleri varsa görsünler. Çünkü biz yeryüzünde yarattığımız gözalıcı güzellikleri, süsleri, nimetleri, mal ve evlatları yeryüzünde yaşayanları denemek, onları sınamak için yarattık. Bununla amacımız, dünyada iyi işler yapan ve güzel davranışlar sergileyen böylece dünyadaki nimetleri hakettiği gibi ahiret nimetlerini de hakedenleri ortaya çıkarmaktır:

"Biz dünyadaki her şeyi yeryüzünün süsü yaptık. Amacımız, insanları sınavdan geçirerek hangilerinin daha iyi işler yapacaklarını görmektir."

Aslında yüce Allah, kimlerin iyi işler yapacaklarını biliyor. Ama yüce Allah kulların eylemlerine ve hayatta sergiledikleri tutumlarına göre onlar hakkında hüküm verir. Burada iyi işler yapmayanlara değinilmiyor, onlar hakkında herhangi bir şey söylenmiyor. Çünkü ifadenin içerdiği anlam gayet açıktır.

Yeryüzüne bir çekicilik kazandıran bütün gözalıcı süslerin sonu ise bellidir. Yeryüzü gün gelecek bu süslerden yoksun kalacaktır. Yeryüzündeki her şey bir gün yok olacaktır. Kıyamet gününden önce yeryüzü çıplak, kupkuru ve dazlak bir yüzey halini alacaktır .

"Günü gelince yeryüzünün bütün gözalıcı yeşilliklerini kesinlikle kupkuru bir toprak düzlüğüne çevireceğiz."

İfadede bir kesinlik vardır. İfadenin canlandırdığı sahnede de öyle. Ayetin orijinalinde yeralan "cereza" kelimesi, sözlü vurgusu ile kuraklık, kurumuşluk anlamlarını tasvir ediyor. Aynı şekilde "Saida" kelimesi de dümdüz ve sert bir yüzeyin sahnesini canlandırıyor.

ASHAB-I KEHF HİKÂYESİNE GİRİŞ

Sonra mağaraya sığınan gençlerin hikâyesi geliyor. Bu hikâye, mü'min gönüllerdeki imanın gerçekliğine bir örnek olarak sunuluyor. Mü'min gönüllerin nasıl imanla huzura kavuştukları, imanı ne şekilde dünyanın çekici güzelliklerine, gözalıcı nimetlerine tercih ettikleri, insanlar arasında bu imanın öngördüğü şekilde yaşamâları zorlaşınca, nasıl mağaraya sığındıkları, bunun yanında yüce Allah'ın bu mü'min gönülleri nasıl gözettiği, onları baskı ve işkencelerden nasıl koruduğu, onları rahmetiyle nasıl kuşattığı bu hikâyede somutlaştırılıyor.

Bu hikâyeye ilişkin çeşitli rivayetler vardır. Birçok söylenti, dolaşıp durmaktadır dillerde. Bazı eski kitaplarda ve efsanelerde değişik şekillerde yeralmıştır bu hikâye. Biz, bu hikâyenin Kur'an'da anlatıldığı kısmının sınırında duruyor, onunla yetiniyoruz. Çünkü tek güvenilir kaynak Kur'an'dır. Birçok tefsirde yeralan ve sağlam bir dayanaktan yoksun diğer rivayetleri ve efsaneleri ise bir kenara atıyoruz. Özellikle Kur'an-ı Kerim bu konuda, Kur'an dışındaki bir kaynağa bilgi edinme amacı ile başvurmayı, karanlığa taş atar gibi tartışmaya girmeyi, bilir bilméz konuşmayı yasaklamıştır.

Bu hikâyenin ve Zülkarneyn hikâyesinin Peygamberimize indiriliş nedenine ilişkin olarak, yahudilerin Mekkelileri bu iki hikâye ve Ruh hakkında Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- birtakım sorular sormaya teşvik ettikleri veya Mekkeliler'in Hz. Peygamberi sınamak için yahudilerden kendilerine bazı sorular öğretmelerini istedikleri anlatılır. Bu anlatılanların tümü veya bir kısmı doğru olabilir. Nitekim Zülkarneyn hikâyesinin başında şöyle bir ifade yeralmaktadır:

"Ey Muhammed, sana Zülkarneyn hakkında soru sorarlar. Onlara de ki; `Size onun hakkında bazı düşündürücü bilgiler vereceğim!"

Ne var ki, mağaraya sığınan genç arkadaşların hikâyesine ilişkin olarak benzer bir işaret yeralmıyor Kur'an'da. Bu yüzden biz, daha önce de açıkladığımız gibi surenin ana ekseni ile bağlantısı açık olan hikâyeyi ele alarak yolumuza devam ediyoruz.

HİCRET VE RAHMET

Bu hikâyenin sunuluşunda, edebi açıdan izlenen yöntem, önce kısa ve öz bir anlatım, sonra da ayrıntılı biçimde açıklama yöntemidir. Hikâye sahneler halinde sunuluyor. Bu sahneler arasında da boşluklar bırakılıyor. Bu boşluklarda neler olup bittiği ise, hikâyenin akışından anlaşılıyor.

 

 

O

 

O