62- Allah, o gün onlara seslenir: "Benim ortağım
olduğunu iddia ettikleriniz nerededirler?
63- O gün azab üzerlerine hak olanlar: "Rabb'imiz, azdırdıklarımız
şunlar. Kendimiz azdığımız gibi
onları da azdırdık. Onlardan uzaklaşıp
sana geldik, zaten, aslında bize tapmıyorlardı"
derler.
64- "Koştuğunuz ortaklarınızı çağırın
" denir; onlar da çağırırlar. Ancak
kendilerine cevap veremezler; cehennem azabını görünce
doğru yolda olmadıklarına yanarlar.
65- Allah onlara seslenerek; "Peygamberlere ne cevap
verdiniz" der.
66- O gün haberlere karşı körleşirler,
verilecek cevapları kalmaz; birbirlerine de soramazlar.
67- Fakat tevbe eden, inanıp yararlı iş
işleyen kimsenin, kurtuluşa erenlerden olması
umulur.
Bu ilk soru, azarlama ve kınama amacı ile yöneltilmiş
bir sorudur. "Benim ortağım olduğunu iddia
ettikleriniz nerededirler?"
Aslında yüce Allah o gün sözü edilen ortakların
varolmadığını, dünya hayatında onlara
uyanların bu gün onlar hakkında bir şey
bilmediklerini ve onlara ulaşma imkanına sahip
olmadıklarını biliyor. Fakat bu soruyu yönelterek
onları şahitlerin huzurunda rezil-rüsva ediyor.
Bu yüzden soru sorulanlar cevap vermiyorlar. Çünkü bu soru
sorulurken cevap verilmesi hedeflenmiyor. Onlar da cevap yerine,
peşlerinden gelenleri saptırma ve Kureyş
kabilesinin önde gelenlerinin kendilerine uyan insanlara yaptıkları
gibi kendilerini izleyenleri, Allah yoluna girmekten alıkoyma
suçundan sıyrılmaya çalışarak şöyle
diyorlar:
"Rabb'imiz, azdırdıklarımız
şunlar. Kendimiz azdığımız gibi
onları da azdırdık. Onlardan uzaklaşıp
sana geldik, zaten, aslında bize tapmıyorlardı."
Rabb'imiz biz onları zorla saptırmadık. Çünkü
onların kalplerini etki altına alacak, onların
duygu ve düşüncelerine egemen olacak bir güce sahip değiliz.
Onlar kendi istekleriyle ve severek yoldan çıktılar.
Nitekim biz de hiçbir zorlama olmaksızın kendi
isteğimizle sapıklığa daldık. "Onlardan
uzaklaşıp sana geldik" Onları
saptırma, yoldan çıkarma suçundan uzaklaştık.
"Zaten, aslında bize tapmıyorlardı" derler.
Heykellere, putlara, senin yarattığın herhangi
bir varlığa kulluk ediyorlardı. Biz kendimizi onlar
için ilahlık pozisyonunda görmedik. Onlar da bize kullukla
yönelmediler.
Bu noktada yeniden, söz arasında atlamak istedikleri o
utanç verici suçlarına döndürülüyorlar. Allah'ı
bir yana bırakarak birtakım ilahlar edinmek suretiyle
işledikleri kabahata çevriliyorlar:
"Koştuğunuz ortaklarınızı çağırın"
denir.
Onları çağırın ve onları izlemekten
kaçmayın (!) Onları çağırın ki, size
cevap versinler, sizi kurtarsınlar. Çağırın
onları, işte bugün, onların işe
yarayacakları gündür. (!) Zavallılar, onları çağırmanın
hiçbir şeye yaramayacağını biliyorlar ama
zorla emre itaat ediyorlar!
"Onlar da çağırırlar ancak, kendilerine
cevap veremezler."
Bunun dışında bir şey beklenmiyordu zaten.
Amaç onları aşağılamak ve ezmektir.
"Cehennem azabını görünce"
Azabı bu karşılıklı konuşma
sırasında görürler. Bu sözlerin ardında cehennem
azabının yattığını fark ederler.
Çünkü böyle bir konumun ötesi ancak azap olabilir.
Burada, sahnenin zirveye ulaştığı bu anda
daha önce reddettikleri hidayet, doğru yol mesajı
sunuluyor. Hiç kuşkusuz bu, böylesine dayanılmaz bir
ortamda ideal bir beklentidir. Ama bu fırsat şayet dünyada
ona koşsalardı ellerindeydi.
"Doğru yolda olmadıklarına yanarlar."
Bu kısa ayrılıktan sonra, tekrar o
dayanılmaz sahneye döndürülüyorlar! "Allah onlara
seslenerek, 'peygamberlere ne cevap verdiniz' der." Aslında
yüce Allah onların peygamberlere ne cevap verdiklerini
biliyor. Fakat bu soru da, kınama ve rezil etme amacı
ile yöneltiliyor. Onlar da bu soruyu duymazlıktan gelerek,
susarak karşılıyorlar. Bu duymazlıktan gelme,
içinde bulundukları sıkıntının
ifadesidir. Suskunluk da, söylenecek bir şey bulamamaktan
kaynaklanıyor.
"O gün haberlere karşı körleşirler,
verilecek cevapları kalmaz; birbirlerine de soramazlar."
Bu ifade, sahnenin ve hareketin üzerine körlük gölgesini
yansıtıyor. Sanki haberler kördür. Bu yüzden
kendilerine ulaşamıyor. Onlar da hiçbir konuda herhangi
bir şey bilemiyorlar. Ne bir soru sorabiliyorlar ne de cevap
verebiliyorlar. Kendi suskunlukları içinde sesiz, sedasız
bekliyorlar.
"Fakat tövbe eden, inanıp yararlı iş
işleyen kimsenin, kurtuluşa erenlerden olması
umulur."
Bu da karşı sayfa. Bu sayfa, müşriklerin içinde
bulunduğu, dayanılmaz sıkıntının
zirveye ulaştığı bir sırada, günahlarından
tevbe eden, inanan ardından iyi işler yapanlardan ve
onları bekleyen kurtuluş umudundan söz ediyor. Ve bu
sayfalar, şu anda seçme için yeterli vakit varken kim
hangisini isterse onu seçsin
diye sunuluyor.
ALLAH'IN MUTLAK İRADESİ
Ardından surenin akışı onların ve her
şeyin durumunu yüce Allah'ın iradesine ve
serbest seçimine bırakıyor. Çünkü her şeyi
yaratan O'dur. Her şeyi her yönüyle bilen O'dur. Başta
da sonda da her şeyin dönüşü O'nadır. En
başta ve en sonda hamd O'na özgüdür. Dünyada
egemenlik O'nundur. Dönüş O'nadır, O'nun huzurunda
toplanılacaktır. Yaratıklar ne kendileri için ne
de başkaları için herhangi bir şey seçme gücüne
sahip değildirler.
Dilediğini yaratan, dilediğini seçen yüce Allah'dır.