57- Dediler ki; "Biz seninle beraber doğru yola
gelirsek yurdumuzdan atılırız. " Onları
katımdan bir rızık olarak her şeyin
ürünlerinin toplanıp getirildiği, kutlu bir yere
yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.
58- Biz refah içinde şımarmış nice
şehirleri helak ettik. İşte yerleri! Kendilerinden
sonra pek az kimse oturabilmiştir. Onlara hep biz varis
olmuşuzdur.
59- Rabb'in memleketlerin ana merkezlerinin halkına
ayetlerimizi okuyacak bir elçi göndermedikçe ülkeleri helâk
edici değildir. Zaten biz halkı zalim olan memleketleri
helak etmişizdir.
60- Size verilen her şey, dünya hayatının geçimi
ve süsüdür. Allah'ın katında olan ise daha
hayırlı ve kalıcıdır.
Aklınızı kullanmıyor musunuz?
61- Şu halde kendisine güzel bir söz verdiğimiz ve
ardından o söze kavuşan kimse; dünya hayatında
kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet günü
azap içinde getirilen kimse gibi midir?
Bu Kureyşliler'in ve diğer insanların,
Allah'ın yol göstericiliğine, O'nun sunduğu hareket
metoduna uymaları durumunda korkularla karşı
karşıya kalacaklarını bildiriyor. Düşmanların
saldırılarına uğrayacaklar,
yardımcılarını ve destekçilerini yitirecekler.
Yoksulluğa ve kıtlığa
uğrayacaklarını sanmalarına neden olan,
işte bu yüzeysel ve dayanıksız bakış açısıdır.
Bu, yeryüzü menşeli sınırlı bir düşünce
biçimidir.
"Dediler ki; Biz seninle beraber doğru yola gelirsek
yurdumuzdan atılırız."
Onlar Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun-
kendilerine sunduğu ayetlerin doğru yolu gösteren işaretler
olduğunu inkâr etmiyorlar. Sadece insanların
kendilerini kapıp yurtlarından atacaklarından
korkuyorlar. Fakat onlar Allah'ı unutuyorlar. Tek koruyucunun,
yegane himayecinin O olduğunu unutuyorlar. Allah'ın
himayesinde olduktan sonra yeryüzündeki hiçbir gücün
kendilerini kapıp yurtlarından edemeyeceğini yine yüce
Allah, kendilerini yüzüstü ve yardımsız
bıraktıktan sonra tüm yeryüzü güçlerinin
kendilerine hiçbir yardımda bulunamayacaklarını
unutuyorlar. Bunun nedeni, iman gerçeğinin kalplerine
yansımamış olmasıdır. Eğer iman gerçeği
kalplerine gereği gibi yansımış olsaydı güçlere
bakış açıları ve olayları
değerlendirmede esas aldıkları ölçüleri değişecekti.
Bu durumda, güvenli ortamın ancak yüce Allah'ın
yanı olduğunu; korkununsa, O'nun
kılavuzluğundan uzak ortamlar için söz konusu olduğunu
bileceklerdi. Yine yüce Allah'ın doğru yolu
bulmaları için kendilerine gönderdiği yol gösterici
kitabın güçlü, üstünlükle doğrudan ilişkili
olduğunu, bu ifadenin asılsız bir kuruntu
olmadığını, kalplere güven aşılamak
için söylenmiş Propaganda amaçlı bir söz olmadığını
tam tersine derin ve köklü bir gerçek olduğunu
bileceklerdi. Allah'ın yo1 gösterici kitabına
uymanın evrene egemen olan yasalar sistemi ile, evrensel güç
ve enerjiler ile uyum içinde hareket etmek; onlardan yararlanmak,
dünya hayatı için kullanmak anlamına geldiğini
bileceklerdi. Çünkü şu evrenin hareketlerinin
planlayıcısı yüce Allah'dır. Bu yüzden
Allah'ın yol gösterici kitabına uyan birisi, evrendeki
sınırsız güç kaynaklarına dayanmış
olur, yeryüzündeki hayatta fiilen sağlam temellere bel
bağlamış olur.
Allah'ın yol göstericiliğinin somut ifadesi olan
Kitab'ı, yeryüzündeki pratik hayat için gerçek ve dengeli
bir sosyal sistemdir. Bu sistem gerçekleştiği zaman,
ahiret mutluluğunun yanı sıra yeryüzü egemenliği
de onun tekelinde olur. Bu sistemin ayırıcı özelliği,
dünya yolu ile ahiret yolunu birbirinden ayırmamasıdır.
Ahiret hayatına yönelik hedeflerin gerçekleşmesi için
bu dünya hayatını yok saymayı ya da boş
vermeyi gerektirmemesidir. Tam tersine bu sistem dünya ve ahireti
tek bir bağla birbirine bağlar! Kalbin, toplumun ve yeryüzündeki
hayatın ıslahı ancak bu şekilde mümkün olur...
Bu yüzden yol, ahirete yönelik olur. Çünkü dünya ahiretin
tarlasıdır ve dünya cennetinin imarı ve
egemenliği, ahiret cennetinin imarı ve oradaki sonsuz
hayat için bir araçtır. Ama Allah'ın yol göstericiliğine
uymak, sergilenen davranışlarla ona yönelmek, O'nun hoşnutluğunu
gözetlemek şartıyla...
Allah'ın yol göstericiliğine uyan bir toplumun bu
ilahi emaneti yani, yeryüzü halifeliği ve dünya hayatına
egemen olma emanetini omuzlamaya hazırlandıktan sonra,
eninde sonunda güç, caydırıcılık ve
egemenlik elde etmiş olması, tüm insanlığa
önderlik yapması insanlık tarihinin kesinlikle tescil
ettiği ilahi bir yasadır.
Bir çok insan Allah'ın şeriatına uymaktan,
O'nun yol göstericiliğini izlemekten kaçınıyor.
Allah düşmanlarının saldırılarından,
komplolarından korkuyor. Düşmanlıkların odak
noktası olmaktan endişeleniyor. Gerek ekonomide, gerekse
başka alanlarda dar boğaza girmekten, krizler
yaşamaktan korkuyor. Bunlar, bir zamanlar Peygamber
efendimize -salât ve selâm üzerine olsun- "Biz seninle
beraber doğru yola gelirsek yurdumuzdan
atılırız" diyen Kureyşliler'inkine
benzer asılsız kuruntulardan başka bir şey
değildir. Oysa Kureyşliler Peygamber efendimizin
şahsında ve onun sunduğu Kitap'ta somutlaşan
Allah'ın yol göstericiliğine uyduklarında çeyrek
yüzyılda veya daha az bir zaman diliminde yeryüzünün doğularına
ve batılarına egemen olmuşlardı.
Yüce Allah, o zaman onların bu asılsız
kuruntudan kaynaklanan bahanelerini yalanlayacak cevabı
vermişti. Şu halde kendilerine güven bahşeden
kimdir? Bu dokunulmaz ve saygın Kâbe'yi kim vermiş
kendilerine? Gönüllerin her taraftan, tüm yeryüzünde yetişen.
ürünlerle birlikte kendilerine doğru yönelmesini sağlayan
kimdir? Nitekim her zaman birbirinden farklı ülkelerde ve
mevsimlerde yetişen bir çok ürün, bir çok meyve bu
dokunulmaz evin çevresinde toplanırdı;
"Onları katımızdan bir rızık
olarak her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği,
kutlu bir yere yerleştirmedik mi?
Şu halde onlara ne oluyor da, Allah'ın doğru
yola ileten Kitabına uymaları durumunda insanların
kendilerini yerlerinden söküp atacaklarından korkuyorlar?
Ataları İbrahim peygamberden -selâm üzerine olsun- bu
yana kendilerini bu güvenli ve dokunulmaz bölgeye yerleştiren
Allah değil midir? Buyruklarını dinlemedikleri,
karşı çıktıkları zaman kendilerini
koruyan Allah, kendisinden sakınarak günahlardan kaçınınca,
insanların onları kapıp yurtlarından
atmalarına izin verir mi?
"Fakat onların çoğu bilmezler."
Nerenin güvenli, nerenin korkulu olduğunu bilmezler.
Herkesin en sonunda Allah'a döneceğinin farkında
değildirler.
Eğer gerçekten tehlikelerden sakınmak istiyorlarsa,
baskına uğrayıp yurtlarından olmaktan
korkuyorlarsa, işte yok oluşun gerçek nedeni. Ondan
korunsunlar:
"Biz refah içinde şımarmış nice
şehirleri helak ettik. İşte yerleri! Kendilerinden
sonra pek az kimse oturabilmiştir. Onlara hep biz varis
olmuşuzdur."
Nimetle şımarmak, nimete karşılık
şükretmemek, şehirleri için bir yok oluş
nedenidir. Onların bu güvenli, bu dokunulmaz bölgeye yerleşmiş
olmaları yüce Allah'ın bir nimetidir. Şu halde bu
nimete karşılık şımarmaktan, şükretmemekten
sakınmalıdırlar. Aksi takdirde onlar da benzeri
şehirler gibi yok olup giderler. Nitekim onlar bu yüzden yok
edilmiş yerleşim birimlerini her zaman görüyor, tanıyorlardı.
Buralarda oturanların harap olmuş, boş ve
ıssız evleri gözlerinin önündeydi: "Kendilerinden
sonra pek az kimse oturabilmiştir." Bu, boş ve
harap yurtlar, oralarda oturanların yerle bir
edilişlerini dile getiren canlı, somut bir belge olarak
nimetle şımarmanın hikayesini anlatıyor.
Buralarda oturanlar geride tek bir kişi kalmamak üzere yok
edilmişlerdi. Geride mirasçı
bırakmamışlardı. "Onlara hep biz varis
olmuşuzdur."
Bununla beraber yüce Allah, ana kentte yaşayanlar
arasından birini peygamber olarak göndermedikçe, nimetle
şımaran bu yerleşim birimlerini yok
etmemiştir. Bu durum, onun kullarına yönelik rahmetinin
belirtisi olarak kendi kendisi için belirlediği bir
kuraldır.
"Rabb'in, memleketlerin ana merkezlerinin halkına
ayetlerimizi okuyacak bir elçi göndermedikçe ülkeleri helak
edici değildir. Zaten biz halkı zalim olan memleketleri
helak etmişizdir.
Peygamberin ana kentten -yani en büyük kentten veya başkentten-
gönderilmiş olmasının hikmeti, bu yerleşim
biriminin merkez niteliğinde olması ve mesajın hiç
kimsenin mazeret ileri sürmesine fırsat vermeyecek
şekilde her tarafa yayılabilmesidir. Nitekim Peygamber
efendimiz de -salât ve selâm üzerine olsun- Arap yerleşim
birimlerinin ana kenti konumundaki Mekke'den seçilip peygamber
olarak görevlendirilmiştir. O da daha önce kendilerine uyarıcı
geldikten sonra Allah'ın ayetlerini yalanlayanların
akıbetinden sakındırıyor onları: "Zaten
biz halkı zalim olan memleketleri helak etmişizdir.
Bilerek ve görerek ayetleri yalanlayanları yok ederiz."
Bununla beraber, dünya hayatının top yekün
nimetleri, yeryüzünün bütün zevkleri, eğlenceleri, yüce
Allah'ın onlara bahşettiği bir kısım dünya
egemenliği, lütfettiği ürünler, dünya hayatı
boyunca bütün insanlar için hazırlanan nimetler, Allah
katındàki nimetlerle karşılaştırıldığı
zaman son derece basit ve değersiz şeyler oldukları
ortaya çıkar.
"Size verilen her şey, dünya hayatının
geçimi ve süsüdür. Allah'ın katında olan ise daha
hayırlı ve kalıcıdır.
Aklınızı kullanmıyor musunuz?
Bu, her zaman için geçerli olan nihai değerlendirmedir.
Sırf kaçırmaktan korktukları güven, toprak ve
nimetle ilgili değildir. Sadece yüce Allah'ın kentlere
bahşettiği ama şımarmaları yüzünden yok
ettiği nimetlerle de ilgili değildir. Bu, hiçbir zaman
kesintiye uğramasa da hatta eksiksiz sürekli bile olsa, kısa
sürede yok olması, tükenmesi söz konusu olmasa da dünya
hayatındaki her şeyi kapsayan nihai
değerlendirmedir. Çünkü bütün bunlar "Dünya
hayatının geçimi ve süsüdür. Allah'ın
katında olan ise daha hayırlı ve
kalıcıdır." Özü itibariyle daha hayırlı,
süreklilik bakımından daha kalıcıdır.
"Aklınızı kullanmıyor musunuz?"
Ama bu ikisinden hangisinin daha üstün olduğunu bilmek,
her ikisinin de özünü kavrayan bir akıl gerektirir. Bu yüzden
bu ifadeden sonra yer alan değerlendirme, aklın seçme işinde
kullanılması için uyarma amacına yönelik oluyor.
Bu gezintinin sonunda, kim neyi diliyorsa onu seçsin diye
dünya ve ahiret sayfaları gözlerinin önüne seriliyor:
"Şu halde kendisine güzel bir söz verdiğimiz
ve ardından o söze kavuşan kimse; dünya hayatında
kendisine bir geçimlik verdiğimiz, sonra kıyamet günü
azap içinde getirïlen kimse gibi midir?
Şu, yüce Allah'ın güzel bir vaadde bulunduğu
kimsenin sayfası. Bu kimse ahirette yüce Allah'ın
kendisine yönelik vaadin gerçek olduğunu görüyor ve
kesinlikle kendisine va'dedilen ödülü alıyor. Bu da, dünya
hayatının sınırlı ve basit nimetlerine
kavuşan kimsenin sayfası. Sonra bu adam ahirette
hesaplaşmak üzere yüce Allah'ın huzuruna getirtiliyor.
Ayette geçen "azap içinde getirilen" ifadesi
zorla getirilenlerin isteksizliğini vurguluyor. Bunlar huzura
getirilirken bu sınırlı ve basit nimetten
dolayı hesaba çekilmenin ardından kendilerini bekleyen
akıbetin korkusu ile buraya getirilmemiş olmayı
istiyorlar.
Kureyşliler'in "Biz seninle beraber doğru
yola gelirsek yurdumuzdan atılırız."
şeklindeki mazeretlerine cevap vermek amacı ile çıkılan
gezintinin son durağı oluyor bu. Aslında bu sözleri
doğru da olsa, bu durum kıyamet günü insanın
hesaba çekilmek üzere huzura getirilmesinden daha iyidir. Bu
durumda, Allah'ın yol göstericiliğine uyan, dolayisiyle
dünya da güvenli bir ortamda yaşayan, egemenlik
sağlayan, ahirette de çeşitli nimetlere ve güvene kavuşan
kimsenin durumu bir midir? Dikkat edin, şu halde evrendeki güçlerin
gerçek mahiyetini kavramayan gafillerden başkası
Allah'ın yol göstericiliğinin somut ifadesi olan
Kitabını terk etmez. Korkulu ortamın neresi, güvenli
ortamın neresi olduğunu bilmeyen budalalardan
başkası Allah'ın yol gösterici mesajına
sırt çevirmez. Kendileri için faydalı olan şeyi
seçemeyen, yok olup gitmekten sakınmayan, bu yüzden hepten
kaybedenlerden başkası, Allah'ın Kitabını
bir yana bırakarak sapık ideolojilerin, insan
aklının ürünü olan eksik ve çarpık sistemlerin
peşinden gitmez.
MÜŞRİKLERİN KIYAMETTE AŞAĞILANMASI
Ayetlerin akışı onları öteki sahile ulaştırınca,
bu sefer onlarla birlikte bir kıyamet sahnesinde gezintiye çıkıyor.
Burada onların içinde yaşadıkları şirkin
ve sapıklığın kaçınılmaz sonu
tasvir ediliyor: