52- Bundan önce kendilerine kitap verdiklerimiz de Kur'an'a
inanırlar.
53- Kur'an onlara okunduğu zaman; 'Ona inandık,
doğrusu O Rabb'imizden gelen gerçektir, zaten biz ondan
öncede müslüman idik.' derler.
54- İşte onlara sabretmelerinden dolayı mükafatları
iki defa verilir. Onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve
kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır yolunda
harcarlar.
55- Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler.
"Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz sizedir.
Size selâm olsun, biz cahillerle sohbet etmeyi istemeyiz. "
derler.
Said b. Cübeyr-Allah ondan razı olsun- bu ayetlerin,
Necaşi'nin gönderdiği yetmiş papaz hakkında
indiğini söyler. Bu papazlar peygamber efendimizin yanına
geldiklerinde peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun-
onlara "Yasin" suresini sonuna kadar okumuştu.
Onlarda gözyaşları dökerek müslüman olmuşlardı.
Bunun üzerine onlar hakkında bu son ayet inmişti.
Muhammed b. İshak Siretinde şöyle der: "Peygamberimiz
-salât ve selâm üzerine olsun- Mekke'de bulunduğu
sırada, Habeşistan'a peygamber olarak gönderildiği
duyulunca yirmi veya buna yakın sayıda Hıristiyan
kişiler peygamberimizin yanına geldiler. Peygamberimizi
Kabe'de buldular, yanında oturup konuştular. Bir
takım sorular sordular. Kureyş'ten bazı adamlar da
Ka'be'nin çevresinde onları seyrediyorlardı. Konuk
hayat hakkında açıklama istedikleri şeyleri
peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- sorup cevap alınca,
peygamberimiz onları Allah'ın birliğine inanmaya
davet etti ve onlara Kur'an okudu. Kur'an'ı dinleyince gözleri
yaş doldu. Sonra Allah'ın davetine olumlu
karşılık verip peygamberimize inandılar, onu
doğruladılar. Kendi kitaplarında yazılı
bulunan onunla ilgili sıfatları peygamberimizin
şahsında gördüler. Peygamberimizin yanından
ayrıldıkları sırada Ebu Cehil b. Hişam
karşılarına çıkıp "Allah sizin
belanızı versin. Dindaşlarınız sizi bu
adamla ilgili bir haber edinesiniz diye gönderdi. Ama siz daha bu
adamın yanında oturur oturmaz; dininizden
ayrılıp dediklerini doğruladınız. Sizin
gibi ahmak topluluk görmedik" dedi. Onlar da "Selâm
size. Biz sizin gibi cahillik etmeyiz. Biz yaptığımızdan,
siz de yaptığınızdan sorumlusunuz. Biz
kendimiz için iyi olanını yaptık" dediler.
İbn-i İshak diyor ki; Bu Hristiyan grubun
Necranlı oldukları da söyleniyor. Kim olduklarını
en iyi Allah bilir. Yine "bundan önce kendilerine kitap
verdiklerimiz de Kur'an'a inanırlar" ayetinin kimler
hakkında indiğini de en iyi Allah bilir, deniyor.
İbn-i İshak; Zühri'ye bu ayetlerin kimler hakkında
indiğini sorduğumda. "Alimlerimizden hep bu
ayetlerin, bir de Maide suresinin 82 ve 83. ayetlerinin
Necaşi ve adamları hakkında indiğini söylediklerini
duyuyorum." dediğini aktarır.
Bu ayetler kimin hakkında inmiş olursa olsun,
Kur'an-ı Kerim burada müşriklerin bildikleri ve inkar
etmedikleri bir realiteye dikkatlerini çekiyor. Böylece onları
iyi niyetli kişilere ilişkin bir örnekle karşı
karşıya getirmeyi, bu kişilerin Kur'an'ı
nasıl karşıladıklarını, ona
nasıl inandıklarını, içerdiği gerçeği
nasıl gördüklerini, ellerinde bulunan kitapla nasıl
uyuştuğunu bildiklerini vurgulamayı amaçlıyor.
Bu iyi niyetli kişileri ihtiras ve büyüklenme gibi engeller,
Kur'an'a inanmaktan alıkoyamıyor.
İnandıkları hak yolu uğruna
başlarına gelen eziyetlere, küstahlıklara, cahilce
davranışlara katlanıyorlar. Cahillerin
ihtiraslarına karşı, kafirlerin
baskılarına karşı gerçeğe
sarılıyor, sabrediyorlar!
"Daha önce kendilerine kitap verdiklerimiz de Kur'an'a
inanır."
Bu da Kur'an'ın doğruluğunu gösteren kanıtlardan
biridir. Çünkü bütün
kitaplar Allah tarafından gönderilmişlerdir. Bu yüzden
aralarında bir uyum vardır. Kendilerine önceden kitap
indirilenler, sonradan inen kitabın içerdiği gerçeği
bilirler. Bu yüzden doğru olduğuna güvenerek ona inanırlar.
Bunun bütün kitapları indiren yüce Allah'ın
katından geldiğini bilirler.
"Kur'an onlara okunduğu zaman; `O'na inandık,
doğrusu O, Rabb'imizden gelen gerçektir, zaten ondan önce
de müslüman idik derler."
Çünkü bu Kur'an o kadar açıktır ki, fazla okumaya
gerek kalmadan, önceden gerçeği tanıyanlar bu
Kur'an'ın da aynı pınardan geldiğini yalan söylemesi
mümkün olma an biricik kaynaktan geldiğini bilirler. "Doğrusu
O Rabb'imizden gelen gerçektir"..."Zaten biz ondan
önce de müslüman idik." Allah'a teslim olmak, Allah
katından gelen bütün dinlere inanan mü'minlerin ortak
dinidir.
Önceden Allah'a teslim olan, sonra da bu Kur'an'ı dinler
dinlemez ona inanan bu mü'minlerin ödülü ise şudur:
"İşte onlara sabretmelerinden dolayı mükafatları
iki defa verilir."
Gerçek ve katışıksız İslam'a
bağlılıkta sabrettikleri için. Kalpleri ile ve
niyetleri ile teslim oldukları için. Arzu ve ihtiraslarını
yendikleri için. Önce de, sonra da Allah'ın dinini
izledikleri için. Bu kimselerin ödülleri iki kere verilir. Hiç
kuşkusuz bu, onların övgüye değer
sabırlarının
karşılığıdır. Çünkü bu konuda sabır
göstermek nefislere çok zor gelir. Sabrın en zoru da,
arzulara, insanların yamukluklarına ve
sapıklıklarına karşı gösterilenidir. Bu
adamlar bütün bunlara karşı sabır gösterdiler.
Bunların yanı sıra, biraz önceki rivayette de işaret
edildiği gibi alaya almalara, baskı ve eziyetlere
karşı da sabrettiler. Tıpkı her zaman ve her
yerdeki sapık, dejenere olmuş ve cahil toplumlarda
dinlerine bağlılığı sürdürenler gibi
sabrettiler.
"Onlar kötülüğü iyilikle savarlar."
Bu da bir tür sabırdır. Ve bu, baskılara, alaya
almalara karşı sabretmekten daha ağırdır.
Bu, insan nefsini, büyüklenme duygusunu yenmektir; alaya almayı
savma, baskılara karşılık verme, kini dindirme
ve intikam alma isteğini kırmaktır. Bütün
bunlardan sonra bir diğer derece vardır; hoşgörü
ve hoşnutluk derecesi... Bu derecede insan, kötülüğe
güzellikle cevap verir, gerçeği alaya alan cahil kimse i
kendinden emin bir güvenle acıma ve iyilikle
karşılar. Hiç kuşkusuz bu yüce bir ufuktur. Bu
ufka ancak Allah'la ilişki halinde bulunan mü'minler ulaşabilir.
Onlar Allah'dan hoşnutturlar. Allah da onlardan
hoşnuttur. İnsanların kendilerine yönelik olumsuz
tavırlarını hoşnutlukla, güvenle karşılarlar.
"Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan
hayır yolunda harcarlar."
Sanki ruhlarının hoşgörüsünün ifadesi olarak
iyilikten söz edildikten sonra malı açıdan da
hoşgörülü oldukları vurgulanmak isteniyor. Çünkü
her ikisi de aynı duygudan kaynaklanıyor; nefsin
ihtirasını yenme ve yeryüzü değerlerinden daha büyük
değerlerle onur duyma duygusundan kaynaklanıyor.
Birincisi ruhları ilgilendiriyor, ikincisi de malı
ilgilendiriyor, ve bu ikisi çoğu kere Kur an-ı Kerim'de
birbirlerini bütünler biçimde yer alırlar.
İslam'a sabırla sarılan, inanç sistemini
içtenlikle benimseyen mü'min ruhların bir başka
sıfatı da şudur:
Boş söz işittikleri zaman ondan yüz çevirirler.
Bizim işlerimiz bize sizin işleriniz sizedir. Size selam
olsun, biz cahillerle sohbet etmeyi istemiyoruz. derler."
Ayetin orjinalinde geçen "el-Lağvu" kelimesi
bir amaca yönelik olmayan, herhangi bir anlam ifade etmeyen boş
söz demektir. İnsan aklına ve kalbine bir şey
kazandırmayan, yararlı bir bilgi edinmesini
sağlamayan saçma söz demektir. İster muhataba yönelik
olsun, ister bir başkası ile ilgili olarak
anlatılsın, insanın duygusunu ve dilini bozan
çirkin söz demektir.
Mü'min kalpler bu tür boş şeylerle ilgilenmezler. Böyle
saçma şeyleri dinlemezler. Böyle çirkin şeylere ilgi
duymazlar. Çünkü mü'min kalpler imanın yükümlülükleriyle
uğraşırlar, imanın coşkunluğu ile yücelirler,
onun aydınlığı ile arınırlar:
"Boş söz işittikleri zaman ondan yüz
çevirirler."
Ama heyecanlanmazlar, onlara öfkelenmezler, onların
dediklerinin aynısı ile karşılık vererek
boş laf edenlere saldırmazlar. Bu konuda onlarla
tartışmaya girmezler. Çünkü uğraşısı
boş ve anlamsız şeyler olanları da
tartışmak boştur. Bu yüzden saldırmazlık
ve barış temennisiyle onları kendi hallerinde
bırakırlar.
"Bizim işlerimiz bize, sizin işleriniz sizedir.
Size selam olsun, biz cahillerle sohbet etmeyi istemeyiz
derler."
İşte böyle edeplice, iyilik temennisiyle ve doğru
yolu bulmaları arzusuyla. Ama onlarla içiçe olmayı,
onlara karışmayı istemeden.
"Biz cahillerle sohbet etmeyi istemeyiz."
Onlarla birlikte değerli vaktimizi harcamak istemeyiz.
Onların boş laflarına karışmayız ya
da ses çıkarmadan dinlemeyiz.
Hiç kuşkusuz bu, inancına güvenen mü'min bir ruhun
aydınlık bir tablosudur. Bu tablodan boş
şeylerin üstüne çıkma, hoşgörü ve şefkat
duyguları yansıyor. Bununla Allah'ın öngördüğü
edeple edeplenmek isteyenlere kapalı bir tarafı
bulunmayan Allah'ın apaçık yolu çiziliyor. Bu yolda
cahillerle birliktelik söz konusu değildir. Ama onlara düşmanlık
ta beslenemez. Onlara karşı zor kullanılmaz,
onların varlığından, sıkıntı
duyulmaz. Bu yolda, kötülükleri aşma vardır, sevgi
vardır. Suçlulara ve kötülere bile iyilik dilenir bu
yolda.
HİDAYET ALLAH'DANDIR
Ehl-i kitaptan bu adamların iman etmesi için peygamber
efendimiz -salât ve selâm üzerine olsun- kendilerine Kur'an
okumanın dışında fazla bir şey
yapmamıştır. Öte yandan kendi kavminden iman
etmesi için çok çabaladığı, müslüman olmasını
bütün benliğiyle istediği kimseler vardı. Ama yüce
Allah onunla ilgili bir hikmetten dolayı bu isteğinin
gerçekleşmesini takdir etmemiştir. Çünkü Peygamber
-salât ve selâm üzerine olsun- sevdiği kimseyi doğru
yola iletemezdi. Ancak yüce Allah, doğru yolu hakettiği
ve imanı kabul edecek durumda olduğunu bildiği
kimseleri doğru yola iletir.