36- Musa onlara apaçık ayetlerimizle gelince
uydurulmuş büyüden başka bir şey değildir.
Bizden önceki atalarımızdan böylesini işitmedik
dediler.
37- Musa; "Rabb'im, katında bir doğruluk
rehberini kimin getirdiğini ve bu dünyâ hayatının
sonunda güzel sonucun kime nasip olacağını daha
iyi biliyor. Muhakkak ki, zalimler iflah olmaz" dedi.
38- Firavun; "Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka
bir ilah tanımıyorum. Ey Haman, haydi, benim için
çamur üzerinde ateş yak ve tuğla imal et, bana bir
kule yap ki, Musa'nın tanrısına çıkayım;
ancak sanıyorum ki, O mutlak yalan söyleyenlerdendir"
dedi.
39- Firavun ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük
tasladılar ve gerçekte Bize döndürülmeyeceklerini sandılar.
40- Biz de onu ve askerlerini yakalayıp suya attık.
Bir bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu.
41- Biz onları ateşe çağıran önderler
yaptık. Kıyamet günü onlar yardım görmeyeceklerdir.
42- Bu dünya hayatında biz onların peşine bir lânet
taktık. Kıyamet günüde iğrenç kimselerden
olacaklar.
Surenin akışı burada bitirici darbeyi vurmak için
acele ediyor. Bu yüzden başka surelerde bazen
ayrıntılı bazende ana hatlarıyla
anlatılan Firavun'un sihirbazlarla ilgili halkaya kısaca
değinip geçiyor. Bu kısa değiniden amaç,
yalanlama sahnesinden doğrudan doğruya
yalanlayanların yok edildikleri sahneye geçmektir. Öte
yandan dünyadaki akıbetlerini belirtmekle yetinilmeyerek
yolculuk ahirete kadar sürdürülüyor... Kıssanın bu
halkasındaki bu hızlı anlatım bir amaca yöneliktir.
Kıssanın sure içindeki genel hedefi ile de uyum oluşturmaktadır.
Bu hedef, kudret elinin insanları perde edinmeksizin olaylara
müdahale edişini ön plana çıkarmaktır... Bu yüzden
Musa Firavun'un karşısına çıkar çıkmaz,
yüce Allah akıbeti bildirmek için acele ediyor. Musa
Firavun karşılaşmasını,
ayrıntıları ile anlatmadan, olup bitenleri
uzatmadan kudret eli kesin darbeyi indiriyor.
"Musa onlara apaçık ayetlerimizle gelince `Bu
uydurulmuş büyüden başka bir şey değildir.
Bizden önceki atalarımızdan böylesini işitmedik'
dediler."
Mekke'de Hz. Muhammed'in salât ve selâm üzerine olsun sunduğu
ayetleri dinleyen müşriklerin söylediği sözün tıpkısı:
"Bu uydurulmuş bir büyüden başka bir şey
değildir. Biz önceki atalarımızdan böylesini işitmedik."
Bu, karşı çıkılması, çürütülmesi
mümkün olmayan açık ve anlaşılır gerçeği
karşı söylenen bir demogojidir. Gerçek batıla
karşı çıkıp ta batıl cevap vermede
zorlanınca her zaman bu demogojiye başvurulur. Onlar
kendilerine sunulan ayetlerin sihir olduğunu ileri sürüyorlar,
ama duymamış olmalarından başka bir kanıt
gösteremiyorlar.
Onlar bir kanıt göstererek tartışmıyorlar.
Bir belge ileri sürüp haklılıklarını
kanıtlamıyorlar. Tam tersine bir gerçeği ortaya
koymada, bir batıl iddiayı çürütmede ve herhangi bir
iddiayı savunmada; insana hiçbir yararı dokunmayan,
herhangi bir katkıda bulunmayan bu bulanık ve
kapalı sözü söylüyorlar. Ama Musa aralarındaki
meseleyi yüce Allah'a bırakıyor. Çünkü görüşlerini
kanıtlamak açısından tartışabilecek bir
kanıt ileri sürmemişler. Kendisinden bir delil de
istememişler. Sadece her zaman ve her yerdeki batıl
taraftarlarının yaptığı gibi demogoji
yapmışlar. Şu halde meseleye kısaca
değinmek daha iyidir. Onlardan yüze çevirmek, aralarındaki
meseleye Allah'a bırakmak daha uygundur:
"Musa; `Rabb'im, katında bir doğruluk rehberini
kimin getirdiğini ve bu dünya hayatının sonunda güzel
sonucun kime nasip olacağını daha iyi biliyor.
Muhakkak ki, zalimler iflah olmaz' dedi."
Edepli ve ağırbaşlı bir cevaptır bu.
Sadece meseleyi işaret ediyor ve açıklama gereği
duymuyor. Ama aynı zamanda kesin ve anlaşılır
bir cevaptır. Bu cevap hak ile batılın
karşılaşmasının akıbetine olan güvenin,
inancın ifadesidir. Çünkü Rabb'i onun doğru söylediğini
ve doğru yolda olduğunu biliyor. Kesin sonuç doğru
yolda olanlar açısından garantilidir. Zalimler sonunda
asla kurtulmazlar. Bu, Allah'ın değişmez kanunudur,
olaylar kimi zaman değişik yönde gelişme gösterseler
de. Musa kavminin karşısında Allah'ın bu
kanunu ile çıkıyor. Bütün peygamberler de kavminin
karşısına bu kanunla çıkmışlardır.
Firavun'un, bu edep ve güvenin ifadesi olan sözlere verdiği
cevap ise iddiadan, küstahlıktan, eğlenmekten,
ağız burun etmekten ve dalga geçip alaya almaktan
ibaret oluyor.
"Firavun; `Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka
bir ilah tanımıyorum. Ey Haman, haydi, benim için
çamur üzerinde ateş yak ve tuğla imal et, bana bir
kule yap ki, Musa'nın tanrısına çıkayım;
Ancak sanıyorum ki, O mutlak yalan söyleyenlerdendir.' dedi"
Ey ileri gelenler, benden başka bir ilahınız
olduğunu bilmiyorum... Kâfirliğin ve günahkârlığın
ifadesi olan bu sözü, ileri gelenler onaylayarak, kayıtsız
şartsız teslim olarak karşılıyorlar.
Firavun bunu söylerken, Mısırda kralların
tanrıların soyundan geldiklerine ilişkin
yaygın olan efsanelere, ayrıca hiçbir kafaya düşünme,
hiçbir dile konuşma fırsatı vermeyen
caydırıcı gücüne dayanıyordu. Yoksa onlar
Firavun`un kendileri gibi yaşayıp ölen bir insan olduğunu
biliyorlardı. Ne var ki, Firavun bu sözü onlara söylüyor,
onlar da itiraz etmeden, değerlendirme yapmadan
dinliyorlardı.
Sonra Firavun gerçeği öğrenmede ve Musa'nın
ilahını bulmada kararlıymış gibi görünüyor
ama, aslında Musa'yla eğleniyor, onu alaya alıyor:
"Ey Haman, haydi, benim için çamur üzerinde ateş
yak ve tuğla imal et, bana bir kule yap ki, Musa'nın
tanrısına çıkayım." Söylediği
gibi gökte onun tanrısı ile
karşılaşırım (!) Bunu da alaycı bir
ifadeyle söylüyor. Sözlerinden de anlaşıldığı
gibi Musa'nın doğruluğundan kuşku içindedir.
Buna rağmen gerçeğe ulaşmak için araştırıyor
soruşturuyormuş gibi yapıyor. "Ancak
Sanıyorum ki, O mutlak yalan söyleyenlerdendir."
FİRAVUN VE İKTİDARININ SONU
Kıssanın bu noktasında sihirbazlarla
karşılaşma bölümü var. Ama burada sonucu
çabucak bildirmek için bu bölüm atlanıyor.
"Firavun ve askerleri yeryüzünde haksız yere büyüklük
tasladılar ve gerçekte bize döndürülmeyeceklerini sandılar."
Allah'a dönüşün olmayacağını
sanınca, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar,
kendilerine sunulan ayetleri ve (bu bölümün girişinde
değinilen başka surelerde de
ayrıntılı olarak anlatılan)
uyarıları yalanladılar!
"Biz de, onu ve askerlerini yakalayıp suya attık."
Bu şekilde kısa ve kesin. Kıskıvrak
yakalanıp suya atıldı. Bir çakıl ya da
taş fırlatılır gibi suya atıldı.
Musa da kundakta bir çocukken benzeri bir suya bırakılmıştı.
Ama su, Musa için bir güvence, bir sığınak
olmuştu. İşte Zorba Firavun ve orduları da
aynı suya atılıyorlar, ama bu sefer su korkunçtur,
yok edicidir. Şu halde güvenlikte olma ancak yüce Allah'a
yakın olmakla mümkündür. Korku ise ondan uzak olmaktır.
"Bir bak o zalimlerin sonu nasıl oldu."
Bu, gözle görülen ve tüm alemlere sunulan bir akıbettir.
Bu akıbet, ibret alanlar için bir derstir. Yalanlayanlar
için de bir uyarıdır, Burada kudret eli, bir göz açıp
kapama anı içinde ve yarım satırdan daha az bir
ifade de tağutları ve zorbaları kasıp
kavuruyor, kökünü kurutuyor.
Bir diğer işarette ise dünya aşılıyor;
Firavun ve orduları ilginç bir sahnede karşımıza
çıkıyor... insanları ateşe çağırıyorlar.
Kendilerine uyanların, yardımcı olanların
önüne geçip ateşe götürüyorlar!
"Biz onları ateşe çağıran önderler
yaptık."
Ne kötü bir davetçilik bunların ki. Ne iğrenç bir
önderlik! Kıyamet günü asla yardım görmeyeceklerdir.'
Azgınlığın, küstahlığın
cezası dünyada ve ahirette hezimettir, bozgundur. Sadece
bozgun değil, yeryüzünde lanete uğraması,
ahirette de kabahatinin yüzüne vurulması, rezil edilmesi
var.
"Bu dünya hayatında biz onların peşine bir
lanet taktık. Kıyamet günü de iğrenç kimselerden
olacaklar."
Ayetin orjinalinde geçen "el-Makbuhiyn" kelimesi
bizzat çirkin, iğrenç ve aşağılık bir
tabloyu, pis ve tiksindirici bir atmosferi
canlandırmaktadır. Bu, yeryüzünde üstünlük taslamanın,
büyüklenmenin, dış görünüş ve mevki-makamla
insanları yoldan çıkarmanın, Allah'a ve
Allah'ın kullarına karşı küstahça davranmanın
karşılığıdır.
Burada kıssanın akışı, Firavun'un
payına düşen akıbetin hemen ardından ve
beklemeden Musa'nın payına düşen akıbeti
sunmak için İsrailoğulları'nın
Mısır'dan çıkış aşamasını
ve bu arada geçen olayları anlatmadan geçiyor.