"Yalancıdır", yani kendisine vahiy
gelmiş değildir. "Şımarıktır",
yani muhteristir, şöhret ve mevki peşinde
koşmaktadır. Bu suçlama her dava adamına yöneltilir.
Her hakikat önderinin davasını maske olarak
kullandığı, aslında kişisel çıkarlarını
ve şahsi amaçlarını gerçekleştirmek
istediği ileri sürülür. Bu iddiayı vicdanları
coşturan ve kalpleri harekete geçiren iç faktörlerden
habersiz nasipsizler seslendirirler.
Ayetlerin akışı içinde tarihin derinliklerine
gömülmüş bir hikaye anlatılırken birden bire sözün
yönü değişiyor. Sanki şimdiki zamana dönülmüştür.
Sanki şu anda olmakta olan olaylar anlatılıyor.
Arkasından ilerde neler olacağı gündeme
getiriliyor ve bu "ilerde olacak olanlar" tehdit üslubu
ile sunuluyor. Okuyalım:
"Onlar yarın kimin şımarık bir
yalancı olduğunu öğreneceklerdir
Bu üslup Kur'an'ın hikaye anlatırken
başvurduğu bir anlatım yöntemidir. Bu yöntemde
hikayelere ruh üflenir, canlılık
kazandırılır. Böylece hikayeler geçmişte
olup biten işler olmaktan çıkarılarak gözler
önüne serilen canlı olaylara dönüşürler. Öyle ki
okuyucunun bakışları bu olayları okurken
"şu anda ne oluyor?" ya da "ilerde ne olacak"
diye beklemeye koyulur.
Evet
Yarınlar
onlara gerçeği gösterecektir ve bu gerçeğin pençesinden
yakayı kurtaramayacaklardır. Yakında
şımarık yalancıların başlarına
gelecek yokedici belâ ile, sınavla yüzyüze geleceklerdir.
Devam edelim:
"Biz onları sınavdan geçirmek için dişi
deveyi göndereceğiz. Sabret de gör bakalım, ne
yapacaklar?
Onlara suyun deve ile aralarında bölüştürüldüğünü
bildir. Kimin sırası gelir, su içer."
Yüce Allah, Semudoğullarını sınavdan geçirmek
için, nasıl adamlar olduklarını ortaya çıkarmak
amacı ile onlara dişi bir deve gönderdiğinde
okuyucu neler olacağını merakla beklemeye koyuluyor.
Aynı zamanda peygamberleri Hz. Salih de neler
olacağını beklemektedir. Çünkü yüce Allah
kendisine sabrederek beklemeyi, sınavın sonucunu görmeyi,
imtihanın sonunu gözlemeyi emretmiştir. Sınava
ilişkin talimat Salih Peygamberdedir. Bu talimata göre
kabilenin suyu Semudoğulları ile dişi deve
arasında bölüştürülmüştür. -Sözkonusu deve,
mucize ve belirti olmasını sağlayacak özel
nitelikleri olan farklı bir deve olmalıdır-. Su içme
sırası birgün devenin, ertesi günü Semudoğullarının
olacaktır. Onlar da deve de suyun başına sadece nöbet
günlerinde gelecekler ve sadece o günlerde su içebileceklerdir.
Bunun arkasından, yine hikaye üslubuna dönülerek bundan
sonra neler olduğu anlatılıyor. Okuyoruz:
"Ama onlar bir arkadaşlarını çağırdılar.
O da kılıcını çekerek hayvanı
cansız yere serdi."
Ayette sözü edilen "arkadaşları" o
şehirde bozgunculuk yapan anarşist çetenin bir üyesi
idi. Bu çeteden Neml suresinde "O şehirde toplumda
kargaşa çıkaran, yapıcı hiçbir davranışları
görülmeyen dokuz i vardı şeklinde sözedilirken
Şems suresinde de "İçlerinden en azgını
ileri atılınca" diye bahsediliyor.(Neml Suresi,
48 - Şems Suresi, 12) Verilen bilgiye göre bu azgın
adam yapacağı kötü işe girişmeden önce
cesaretini güçlendirmek amacı ile içki içip sarhoş
olmuştu. Yapmaya hazırlandığı çirkin iş
yüce Allah'ın Semudoğullarına bir mucize, bir
sınav belirtisi olarak gönderdiği dişi deveyi
ayaklarını keserek öldürmektir. Oysa Salih peygamber
onları bu dişi deveye kötülük yapmamaları
konusunda uyarmış, aksi halde acıklı bir azaba
uğrayacaklarını haber vermişti. "Ama
onlar bir arkadaşlarını çağırdılar.
O da kılıcını çekerek hayvanı
cansız yere serdi." Böylece sınav sonuçlanmış,
belânın geleceği kesinleşmişti. Devam edelim:
"Peki benim azabım ve uyarılarım
nasılmış?"
Burada Semudoğullarına yönelik uyarıları
izleyen azabın anlatılmasından önce yine o hayret
ve aşağılama-paylama içerikli soru soruluyor.
Okumaya devam ediyoruz:
"Onların üzerine birtek çığlık
saldık da ağıl bekçisinin biriktirdiği kuru
ot yığınına dönüştüler."
Burada bu çığlığın niteliğine
ilişkin ayrıntılı bilgi verilmiyor. Oysa
Kur'an'ın başka bir yerinde, "Fussilet"
suresinde bu çığlık "kasırga gibi"
diye niteleniyor. Sözünü ettiğimiz ayette şöyle
buyurulmuştu:
"Eğer sana yüz çevirirlerse onlara de ki: `Ben sizi
Adoğullarının ve Semudoğullarının
başlarına gelenin benzeri olan bir kasırga
konusunda uyardım." (Fussilet Suresi, 13)
Bu ayetin orjinalinde geçen "saika (kasırga)" sözcüğü
çığlığı niteleyen bir sıfat
olabilir. O zaman deyimin anlamı "kasırga gibi bir
çığlık" şeklinde olur. Ya da bu sözcük
çığlığın özünü tanımlayabilir. O
zaman da kasırga ve çığlık aynı şey
demek olabilir. Ayrıca kasırga, sahibinin kim
olduğunu bilmediğimiz çığlığın
bir etkisi, bir sonucu da olabilir.
Her neyse, yüce Allah Semudoğullarının üzerine
bir çığlık saldı ve bu çığlık
onlara yapacağını yaptı, onları "ağıl
bekçisinin biriktirdiği kuru ot yığınına
dönüştürdü."
Ayetin orjinalinde geçen "muhtezir" sözcüğü
hayvanlarına barınak olsun diye ağıl yapan
çoban anlamına gelir. Çoban bu ağılı kuru
otlardan ve çalılardan yapar. Buna göre o adamlar kuruyup kırılarak
yere yığılmış çalı-çırpı
birikimi haline gelmişlerdir. "Muhtezir" sözcüğü,
bunun yanısıra güttüğü hayvanlara yedirmek
üzere kuru ot ve dökülmüş ağaç yaprağı
toplayan çoban anlamına da gelir. Bu durumda da o
zavallılar sözkonusu tek çığlığın
arkasından kuru ot ve yaprak yığınına dönüşmüşlerdir.
Sahne son derece dehşetli ve korkunçtur. Adamların büyüklenmelerine
ve gururlanmalarına verilmiş bir karşılık
biçiminde sunuluyor. Bir de bakıyoruz ki, o kendini
beğenmişler, o burnundan kıl aldırmayan
mağrurlar, yerde yatan ot yığını
olmuşlar, hayvan yemine dönüşmüşlerdir.
Bu çarpıcı ve tüyler ürpertici sahnenin arkasından
insanların dikkatleri hemen Kur'an'a çevriliyor, onun
üzerinde düşünüp gerçekleri irdelemeye
özendiriliyorlar. Okuyoruz:
"Bu Kur'an'dan öğüt alınabilsin diye onu kolay
anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt
alan?"
Derken perde yere serilmiş ot
yığınları üzerine iniyor. Bu sahnenin
gözlerdeki imajı ve kalplerdeki izi silinmeden
varlığını sürdürüyor. Zaten Kur an düşünenlere
ve öğüt alanlara yönelik bir çağrı değil
midir?
Arkasından perde yine açılıyor ve tarihin
başka bir sahnesi ile yüzyüze geliyoruz. Sahnedeki olaylar
yine Arap yarımadasında geçiyor. Okuyalım: