9- Onlardan önce Nuh'un soydaşları da
yalanlamışlardı. Onlar kulumuz Nuh'u yalanlayarak
"Bu adam delidir" dediler, onu görevinden alıkoydular.
10- O da "Ben yenik düştüm"yardım et bana"
diye Rabb'ine dua etti.
11- Göğün kapılarını açarak bardaktan su
boşanır gibi bir yağmur yağdırdık:
12- Yeri de coşkun kaynaklar halinde
fışkırttık. Her iki yönden gelen su
belirlenen bir görevi yerine getirmek üzere birleşti.
13- Onu çivilerle tutturulmuş tahtalardan yapılan
bir gemiye bindirdik.
14- Mesajı inkar edilen kulumuza ödül olarak bu gemi
gözetimimiz altında yüzüyordu.
15- Biz onu bir ibret dersi olarak geride bıraktık.
İbret alan yok mu?
16- Benim azabım ve uyarılarım
nasılmış?
17- Biz Kur'an'dan öğüt alınabilsin diye onu kolay
anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?
Evet
"onlardan
önce de Nuh'un soydaşları" peygamberlik
mesajını ve yüce Allah'ın ayetlerini "yalanlamışlardı:'
Bu adamlar "kulumuz"Nuh'u "yalanlayarak"
onun için "bu
adam delidir demişlerdi."
Tıpkı şu zalim kureyşliler gibi. Onlar da
O'nun için aynı sözleri söylemişler, O'nu taşa
tutarak öldürmekle tehdit etmişler, O'nu alaya alarak
üzmüşler, O'nu sert sözlerle azarlayarak kendilerine ilişmemesini
istemişler, kabalıklarına son vererek gerçeğe
teslim olacakları yerde "Onu görevinden alıkoymuşlar."
İşte o zaman Hz. Nuh, kendisini peygamber olarak gönderen,
gerçeği duyurmakla görevlendiren Rabb'ine dönüyor. O'na
soydaşları ile arasında olup bitenlerin,
emeklerinin ve çabalarının sonucunun, gücünün ve
kapasitesinin sınırının raporunu sunuyor.
Harcayacak hiçbir gücünün kalmadığı,
çarelerinin ve enerjisinin tükendiği bir noktada işi yüce
Allah'a havale ediyor. Okuyoruz:
"O da `ben yenik düştüm, yardım et bana' diye
Rabb'ine dua etti."
Tâkatım tükendi. Enerjim kalmadı. Gücüm bitti.
Altta kaldım. "Yenik düştüm, yardım et
bana". Sen yardım et bana, Rabb'im. çağrını
zafere erdir, Hakk'ını zafere erdir, istemini zafere
erdir. Sen yardım et bana. İş senin işin; dava
senin davan. Benim fonksiyonum bitti.
Bu söz söylenir-söylenmez, başka bir deyimle peygamber
işi yüce ve ezici iradeli sahibine teslim eder-etmez
güçlü ve karşı durulmaz iradeli el, korkunç ve ezici
evren çarkına işaret verir ve bu işaret üzerine
evren çarkı gürültülü, gıcırtılı dönüşünü
başlatır. Okuyoruz:
"Göğün kapılarını açarak bardaktan
su boşanır gibi bir yağmur yağdırdık.
Yeri de coşkun kaynaklar halinde
fışkırttık. Her iki yönden gelen su belirli
bir görevi yerine getirmek üzere birleşti:
Artık her tarafı saran, müthiş bir evrensel
hareket karşısındayız. Bu hareket seçilmiş
sözcükler ve deyimlerle dile getiriliyor. İfade bu eylemi
doğrudan doğruya yüce Allah'a bağlayarak söze
giriyor, "açtık" diyor. Böylece okuyucu
"göğün
kapılarını" açan
güçlü eli hissediyor. Bunu "kapı" sözcüğünün
somutluğunda ve sözcüğün "kapılar"
şeklindeki, yani çoğul biçimindeki kullanımında
hissediyor. "Bardaktan su boşanır gibi bir
yağmur". Bol, sürekli, güçlü ve hızlı
bir yağmur. "Yeri de coşkun kaynaklar halinde
fışkırttık." Yerden pınarın
fışkırmasını somutlaştıran bu
ifadeye göre su sanki yerin tümünden kaynıyor, sanki yeryüzünün
tümü sayısız pınarlara dönüşüyor.
Gökten yağan yağmur suları ile yerden
fışkıran pınar suları "belirli
bir görevi gerçekleştirmek üzere" belirlenmiş
bir sonucu meydana getirmek için "buluşuyorlar."
Her iki yönden, gelen sular, aldıkları buyruk
uyarınca akan ve yüce Allah'ın planını gerçekleştiren
uysal sular, kesinleşmiş bir buyruğu yürürlüğe
koymak için birbirlerine karışıyorlar.
Bu sular her yeri basan,,her yanı saran, tüm yeryüzünü
kaplayan müthiş bir "'Tufan"a dönüşünce
yeryüzünü kaplayan kirleri süpürüveriyorlar. Peygamber Nuh
bu temizliği yapmaktan umudunu kesmişti, bu çevre
kirliliği karşısında çaresiz kalmıştı.
İşte şimdi peygamberinin çaresizliğine
acıyan güçlü el gelmişti. Peygamber kendisine dua
edince bütün evreni harekete geçirdi. Yardımına
koşan bu
el,
aynı zamanda O'nu boğulmaktan kurtarıyor, O'nu
onurlandırıyordu. Okuyoruz:
"Onu çivilerle tutturulmuş tahtalardan yapılan
bir gemiye
bindirdik.
Mesajı inkar edilen kulumuza ödül olarak bu gemi
gözetimimiz altında yüzüyordu."
İfadenin gemiyi ne kadar yücelttiği,
saygınlaştırdığı açıkca
bellidir. Bir kere bu
"çivilerle
tutturulmuş tahtalardan yapılan" bir
taşıma aracıdır. Yani nitelikleri
anlatılıyor, ama değerine ve
saygınlığına dikkatleri çekmek için "bu
bir gemidir" diye adı konmuyor. Sonra bu
taşıma aracı "mesajı inkar edilen"
fonksiyonu reddedilen ve görevden alıkonan "kulumuza
ödül olarak" Allah'ın
gözetimi altında, gözleri önünde yüzüyor. Bu ödül
O'nu gördüğü eziyetlere karşı şefkatle
okşuyor, uğradığı alaylara ve
aşağılamalara karşı
onurlandırıyor. Bu ifade aynı zamanda Allah yolunda
tüm gücünü harcadıktan sonra yenik düşen dava
adamının çarelerin tükendiği bu noktada
davayı asıl sahibine teslim edince, davasını
zafere erdirsin diye O'na el açınca ne büyük bir güce
kavuşacağını tasvir ediyor. Bu durumda evrenin
bütün karşı durulmaz güçleri o dava adamının
hizmetine girer, yardımına koşar. Yüce Allah da
bütün gücü ve baş edilmez iradesi ile bu güçlerin arkasında
olur.
Bu parlak, görkemli, kesin, düşmanlarını dize
getirici ve geniş kapsamlı zafer sahnesinin
arkasından Kur'an, bu sahneyi görmüş gibi bir
somutlukla izleyen kalplere yönelerek onları bir
değerlendirme açıklaması ile okşuyor. Amaç
bu kalpleri etkilemek, onları gerçekleri kabul etmeye
özendirmektir. Okuyoruz:
"Biz onu bir ibret dersi olarak geride bıraktık.
İbret alan yok mu?"
Bilinen ayrıntıları ile bu olağanüstü
olayı, ilerdeki kuşakların yararına sunduk. "İbret
alan" bu olayı irdeleyip ondan gerekli dersleri çıkaran
"yok mu?"
Sonra bir uyarıcı soru cümlesi geliyor. Sorunun amacı
yüce Allah'ın azabının korkunçluğunu ve
yapılan uyarıların doğruluğunu
vurgulamaktır. Okuyoruz:
"Benim azabım ve uyarılarım
nasılmış?"
Sonuç gerçekten de Kur'an'ın tasvir ettiği gibi
oldu. Adamların başlarına gelen azap
yakıcı ve karşı durulmaz bir azap olduğu
gibi bu azaba ilişkin uyarı da doğru çıktı.
İşte Kur'an, önlerinde duruyor. Ellerinin altındadır,
yararlanmalarına açıktır. Kolay
anlaşılabilir. Okunmayı ve üzerinde düşünmeyi
özendiren bir çekiciliği vardır. Ayrıca
doğru ve sade olmanın çekiciliğine sahiptir.
İnsan fıtratı ile uyumludur. Ruhu coşturur,
duyguları harekete geçirir. Çarpıcı açıklamaları
bitmez. İstediği kadar reddedilsin, bu yüzden yıpranmaz,
değerini yitirmez. İnsan kalbi onu her
irdeleyişinde yeni bir azıkla döner. İnsan ruhu
onunla ne kadar kaynaşırsa onunla olan ülfeti ve dostluğu
daha da artar. Okuyalım:
"Biz Kur'an'dan öğüt alınabilsin diye onu
kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt
alan?"
Bu değerlendirme ayeti sure boyunca her somut sahnenin
arkasından tekrarlanır. Böylece ilahi mesajı
yalanlayanların tepelerine inen her acıklı azap
halkasının tanıtılmasının
arkasından insan kalbi bu değerlendirmenin önünde
durdurularak soğukkanlı bir şekilde gerçekleri düşünmeye
ve araştırmaya çağrılıyor.