17- Biz, vakti ile "bahçe sahiplerini" sınadığımız
gibi, onları da sınadık. Hani onlar (bahçe
sahipleri) sabah olurken kimse görmeden onun mahsullerini
toplayacaklarına yemin etmişlerdi.
18- Onlar istisna da etmiyorlardı.
19- Ancak onlar uyurken Rabbin katından gönderilen bir
salgın o bahçeyi sarıvermişti de.
20- Bahçe simsiyah olmuştu.
21- Sabahleyin birbirlerine seslendiler.
22- "Haydi ürünleri toplayacaksanız erkenden
ekininize gidin" diye.
23- Derken yürüdüler ve şöyle fısıldaşıyorlardı:
24- "Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanımıza
sokulmasın."
25- Ürünleri toplayacaklarından emin olarak erkenden
gittiler.
26- Fakat bahçeyi görünce "Herhalde biz yolu
şaşırdık " dediler.
27- "Hayır doğrusu biz mahrum
bırakıldık."
28- Ortancaları, "Ben size demedim mi? Allah'ı
noksan sıfatlardan tenzih etmeniz gerekmez miydi?" dedi.
29- "Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz kendi
kendimize zulüm etmişiz " dediler.
30- Ardından, kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar.
31- Nihayet şöyle dediler: "Yazıklar olsun bize!
Gerçekten biz azgın kimselermişiz."
32- "Belki Rabbimiz bize bundan daha iyisini verir;
doğrusu artık, Rabbimizden dilemekteyiz."
33- İşte azab böyledir. Ahiret azabı ise
elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.
Bu kıssa, dilden dile dolaşan, herkesçe bilinen bir
kıssa olsa gerek. Fakat surenin akışı
kıssada geçen olayların perde arkasındaki
Allah'ın faaliyetini ve gücünü ön plana çıkarıyor.
Onun bazı kullarını sınayıp bu
sınavın sonucuna göre karşılık vermesini
gündeme getiriyor. İşte bu kıssa ile ilgili olarak
bundan önce bilinmeyen, ancak şimdi gözler önüne serilen
yeni unsur budur.
Kıssanın kahramanlarının ifadelerinden,
sergilenen davranışlardan bir grup basit düşünen
ilkel insanlarla karşı karşıya olduğumuzu
anlıyoruz. Bunlar düşünme biçimleriyle, üzerinde
kafa yordukları meseleleri ile, tutum ve
davranışları ile basit, ilkel köylü insanlara
benziyorlar. Belki de insanlar arasından seçilen bu düzeyde
bir örnek kıssaya muhatap olan insanlara oldukça yakın
bir durumu somutlaştırıyordu. Bunlar da hak içerikli
mesaja karşı direniyor, inat ediyorlardı. Fakat
ruhsal yapılan fazla kompleks değildi. Tersine biraz
fazla basit ve ilkel düşünüyorlardı.
Kıssa ifade tarzı bakımından, Kuran'ın
kıssaları sunmada başvurduğu sunuş yöntemlerinden
birinin somut örneğidir. Kıssada gerçekleşmesi
şiddetle beklenen sürprizler son derece belirgindir. Ayrıca
yüce Allah'ın planı ve sağlam tuzağı
karşısında çaresiz zavallı insanların
tuzakları ile de alay ediliyor. Öte yandan kıssa çok
canlı bir ifade tarzı ile sunuluyor. Öyle ki, dinleyici,
-veya okuyucu sanki olaylar gözlerinin önünde akıp
gidiyormuş gibi canlı olarak seyrediyor. Şu halde
kıssayı surenin akışı içindeki durumuyla
görmeye çalışalım.
Şu anda biz bahçe sahipleri ile karşı
karşıyayız -Ayetin orijinalinde geçen "cennet"
dünyadaki bahçedir, ahiretteki cennetle ilgisi yoktur-. Ve işte
bahçe sahipleri bahçeleri hakkında geceden bir şeyler
tasarlıyorlar. Rivayetlere göre önceki iyi niyetli salih
sahibi döneminde yoksullar bahçenin meyvelerinden pay alıyorlardı.
Fakat bu iyi niyetli salih insandan sonra bahçeye varis olanlar
şimdi bahçenin tüm ürünlerine el koymak, yoksulları
paylarından yoksun bırakmak istiyorlar. Şu halde
olaylar nasıl gelişiyor seyredelim.
"Biz, vakti ile `bahçe sahiplerini' sınadığımız
gibi bunları da sınadık. Hani onlar sabah olurken
kimse görmeden onun mahsullerini toplayacaklarına yemin
etmişlerdi. Onlar istisna etmiyorlardı: '
Bahçenin meyvelerini sabah erkenden devşirme ve
yoksullara da bir şey bırakmama önerisi etrafında
görüş birliğine varmışlardı. Bunun
üzerine yemin etmiş, niyetlerini açıkça ortaya koymuşlardı.
Kararlaştırdıkları bu kötülüğü nasıl
gerçekleştireceklerini geceden
tasarlamışlardı. Şu halde onları
gafletleri ile veya gece boyunca tasarladıkları
tuzakları ile baş başa bırakalım da,
onların görmediği gecenin koyu
karanlığında neler olup bittiğini seyredelim.
Çünkü yüce Allah her zaman uyanıktır, onlar gibi
uyumaz. Allah, onların tasarladıklarından
farklı şeyler tasarlıyor. Hiç kuşkusuz bu,
onların nimetten dolayı şımarmak, iyiliğe
engel olmak yoksulun belirlenmiş payına el koymak gibi
geceden tasarladıklarını planın
karşılığıdır... Öte tarafta ise,
gizliden gizliye onlara bir sürpriz hazırlanıyor.
İnsanlar derin uykudayken gece karanlığında
hayaletlerinkine benzer latif, görünmez hareketler cereyan
ediyor:
"Ancak onlar uyurken Rabbinin katından gönderilen
bir salgın o bahçeyi sarıvermişti de, bahçe
simsiyah olmuştu:
Şimdi bir süre için bahçeyi ve bahçeye musallat olan
salgını bir kenara bırakalım da gece boyunca
bahçeleri ile ilgili planlar tasarlayanların ne
yaptığını görelim.
Evet, onlar gece kararlaştırdıkları gibi
sabah erkenden uyanmışlar. Verdikleri kararı
uygulamak için birbirlerine sesleniyorlar:
"Sabahleyin birbirlerine seslendiler. Haydi ürünleri
toplayacaksınız erkenden ekininize gidin' diye."
Geceden verdikleri kararı birbirlerine
hatırlatıyor, birbirlerine tavsiyede bulunuyor, bu
kararı uygulamaya birbirlerini teşvik ediyorlar.
Sonra surenin akışı onları alaya alma
hususunda bir adım daha atıyor ve onları yürürken
gizli gizli konuşurken, planlarını iyice
sağlamlaştırırken, bütün ürünlere el
koymaya, yoksullara paylarından yoksun bırakmaya
ilişkin kararlarını iyice pekiştirirken tasvir
ediyor.
"Derken yürüdüler ve
şöyle fısıldaşıyorlardı
: Sakın bu gün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza
sokulmasın."
Sanki şu anda Kuran'ı dinleyen veya okuyan bizler,
bahçe sahiplerinin bilmediği, bahçenin başına
gelen felaketi biliyor gibiyiz. Evet, gecenin koyu
karanlığında bahçeye uzanan, tüm meyvelerini yok
eden gizli ve latif ele şahit olmuştuk. Bahçenin bu
gizli ve korkutucu salgından sonra tüm meyvelerin devşir
ilmiş gibi simsiyah kesildiğini görmüştük.
Öyleyse nefeslerimizi tutalım da gece boyunca planlar kuran
bu adamlar ne yapacaklar onu görelim.
Surenin akışı hala geceleyin gizli planlar kuran
bu adamlarla alay etmeyi sürdürüyor:
"Ürünleri toplayacaklarından emin olarak erkend
en
gittiler."
Evet onlar, yoksulların payını
engelleyebilirler, onları yoksun bırakabilirler. En
azından kendilerini yoksun bırakabilirler.
İşte şimdi bir sürprizle karşılaşıyorlar.
Şu halde bu alaycı ifadelerin
akışını seyredelim. Burada onların
şaşkına döndüklerini, afallayıp
kaldıklarını görüyoruz:
"Fakat bahçeyi görünce `Herhalde biz yolu
şaşırdık' dediler."
Burası bizim meyve yüklü bahçemiz olamaz. Mutlaka
yolumuzu şaşırmışız. Fakat dönüşü
iyice kontrol ediyorlar ve;
"Hayır, doğrusu biz mahrum
bırakıldık." diyorlar.
İşin aslına ilişkin doğru haber de
bundan ibarettir.
Şimdi de başkalarına tuzak kurmanın, gizli
planlar tasarlamanın, eldeki nimetlerden dolayı
şımarıp yoksulların payına el
koymanın elem verici akıbetini tadıyorlarken,
aralarında en ılımlı, en akıllı ve
en iyi olanı öne atılıyor. Öyle anlaşılıyor
ki, bu adam ötekilerden farklı bir görüşe
sahipmiş. Fakat, diğerleri karşı çıkıp
kendisi yalnız kalınca onlara uymuş ve gördüğü
gerçeği ısrarla savunamamıştı. Bu yüzden
o da diğerleri gibi nimetlerden yoksun bırakılmak
suretiyle cezalandırılmıştı. Fakat bu
adam, burada daha önce kendilerine yönelttiği öğütleri,
direktifleri hatırlatıyor:
"Ortancaları `Ben size demedim mi? Allah'ı
noksan sıfatlardan tenzih etmemiz gerekmez miydi?'
dedi."
Şimdi, iş işten geçtikten sonra öğüt
vereni dinliyorlar:
Rabbimizi noksan sıfatlardan tenzih ederiz, doğrusu
biz kendi kendimize zulmetmişiz, dediler."
Tıpkı kötü sonuç karşısında
sorumluluktan koşan, diğerlerini suçlamaya kalkışan
her ortak gibi, onlar da suçu birbirlerine yüklüyorlar:
"Ardından kabahati birbirlerine yüklemeye başladılar."
Sonra, hep birlikte bu kötü akıbet
karşısında birbirlerini kınamayı
bırakıyor ve belki yüce Allah kendilerini bağışlar
ve şımarmanın, yoksulun hakkını
gasbetmenin, bu amaçla hile yapıp gizli planlar
tasarlamanın kurbanı olan bahçelerini geri verir diye
topluca suçlarını itiraf ediyorlar:
"Nihayet şöyle dediler: `Yazıklar olsun bize!
Gerçekten biz azgın kimselermişiz. Belki Rabbimiz bize
bundan daha iyisini verir: doğrusu artık, Rabb
imizden
dilemeliyiz."
Surenin akışı sahnenin perdesini indirmeden
önce şu değerlendirmeyi işitiyoruz:
"İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise
elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi."
İşte nimetle sınanmak böyledir. Şu halde
Mekke müşrikleri
"Vakti
ile `bahçe sahiplerini' sınadığımız gibi
onları da sınadığımızı" bilsinler.
Sınavın perde arkasındadır hedefi görsünler.
Ayrıca dünyadaki sınavdan ve azaptan daha büyük ve
daha korkunç olanından sakınsınlar.
"Ahiret azabı ise
elbette
daha büyüktür. Keşke bilselerdi: '
Böylece Kureyşlilere içinde yaşadıkları
ortamdan alınma pratik bir deneyim, aralarında
yaygın olarak anlatılan bir kıssa örnek olarak
sunuluyor. Böylece yüce Allah'ın geçmiş müşriklere
ilişkin yasası ile şimdiki toplumlara ilişkin
yasası birbirine bağlanıyor ve pratik
hayatlarına en yakın olan bir üslupla kalplerine
dokunuluyor. Aynı zamanda müminlere, müşriklerin
-Kureyş kabilesinin ileri gelenlerinin- sahip
bulundukları geniş imkanların, servetin ve nimetin
Allah tarafından kendilerine bir sınav aracı olarak
verildiği hatırlatılıyor. Bu sınavın
sonuçlarının, akıbetlerinin olduğu
anlatılıyor. Yine insanların yoklukla
sınandığı gibi nimetle
sınanmalarının da bir yasa olduğu
belirtiliyor. Ellerindeki nimetlerden dolayı
şımaran, iyiliğe engel olan sahip bulundukları
mal-mülkle övünenlere gelince işte bu kıssa da
onların akıbetleri anlatılıyor: "Ahiret
azabı ise
elbette
daha büyüktür. Keşke bilselerdi."
Allah'tan korkan, onun azabından sakınanlara gelince,
onlar için Rabbleri katında nimet cennetleri vardır: