1- De ki: Ey kâfirler.
2- Ben sizin taptıklarınıza
tapmam.
3- Siz de benim
taptığıma tapmazsınız.
4- Ben sizin
taptıklarınıza tapacak değilim.
5- Sizler de benim
taptığıma tapacak değilsiniz.
6- Sizin dininiz size,
benim dinim bana.
Bu reddetmenin üzerine red
etme kesinlik üzerine kesinlik, pekiştirme üzerine pekiştirmedir.
Reddetmenin, kesinliğin ve pekiştirmenin tüm üslupları
burada kullanılmıştır.
"De ki: `Bu yüce
Allah'ın kesin emridir." Bu
inanç sisteminin dizgininin yalnız Allah'ın elinde
olduğunu ortaya koymaktadır. Hz. Muhammed'in bu
İşte bir fonksiyonu yoktur. İşi doğrudan yönlendiren
Allah'tır. Ki O, emir verdiğinde asla reddedilmeyecek, hükmüne
karşı çıkılmayacak, tek Allah'tır.
"De ki: Ey kafirler!"
Onlara gerçek
kimlikleri ile seslenmekte ve onları kendi sıfatları
ile nitelendirmektedir. Onların hiçbir dini yoktur. Hiçbir
dine bağlı değillerdir. Onlar inanmış ta
değiller. Sadece kafirdir onlar. Dolayısıyla herhangi
bir yolda senin ve onların buluşması mümkün değildir.
Böylece surenin girişi
ve sözün açılış bölümü, hiçbir şekilde
birlik umudu olmayan, ayrılık gerçeğini ortaya
koymaktadır!
"Ben sizin
taptıklarınıza tapmam." Benim
ibadetim sizin ibadetinizden farklıdır. Benim ilahım
sizin ilahınızdan başkadır.
"Sizde benim
taptığıma tapmazsınız."
Sizin ibadetiniz başka, benim ibadetim başkadır.
Sizin ilahınız başka benim ilahım
başkadır.
"Ben sizin
taptıklarınıza tapacak değilim."
Bu, birinci maddenin isim cümlesi kalıbı içinde
pekiştirilmesidir. Bu ifade sözkonusu sıfatın sürekliliğini
ve değişmezliğini daha anlamlı bir biçimde dile
getirmektedir.
"Benim taptığıma
da sizler tapacak değilsiniz."
Bu da ikinci maddenin pekiştirilmesi için gelen bir tekrardır.
Zanna ve şüpheye yer kalmasın diye. Tekrarın ve
pekiştirmenin tüm vasıtalarının
kullanıldığı bu pekiştirme ve tekrardan
sonra zanna ve şüpheye yer kalmaz.
Burada buluşma
imkanı bulunmayan ayrılık, benzerlik tarafı
bulunmayan çelişki, beraberlik imkanı bulunmayan
ayrılık, karışma imkanı bulunmayan
farklılık gerçeği özet biçimde veriliyor.
"Sizin dininiz size,
benim dinim bana."
Ben buradayım siz ise oradasınız. Aramızda ne geçit
ne köprü, ne de yol var!! Bu tam ve kapsamlı bir
ayrılıktır. En ince noktalarına
varılıncaya kadar bir farklılıktır.
Özdeki bütün farklılığın
boyutlarını açıklamak için böyle bir ayrılık
zorunlu idi. Çünkü bu, yolun ortasında herhangi bir
şekilde buluşmayı imkansız kılan bir
ayrılıktı. İnanç sisteminin özünde, düşüncenin
temelinde metodun gerçeğinde ve yolun yapısında
meydana gelen bir farklılıktır.
Hiç şüphesiz tevhid
bir sistem, şirk ayrı bir sistemdir. Bunlar asla
buluşup birleşemez. Tevhid insanı bütün bir varlıkla
birlikte ortağı olmayan tek Allah'a yöneltir.
İnsanların inanç sistemlerini ve hukuklarını,
değerlerini ve ölçülerini, eğitim ve ahlâkını,
hayat ve varlıkla ilgili tüm düşüncelerini kendisinden
alacağı kaynağı belirler. Mü'minin kendisinden
alacağı bu kaynak Allah'tır, sadece Allah,
ortaksız olarak Allah. Bu nedenle müminin hayatı bütünüyle
bu ilke üzerinde kuruludur. Gizli ve açık hiçbir
şekilde şirkle karışamaz. Yolunun tüm aşamalarında
böyledir. Böyle net bir ayrılık hem davet edenler için
bir zorunluluk, hem de davet edilenler için bir zorunluluktur.
Hiç şüphesiz
insanlar cahiliye düşünceleri ile iman kaynaklı düşünceleri
birbirine karıştırabilirler. Özellikle daha önce doğru
inanç sistemine tabi olan ve ondan sonra sapan topluluklarda bu
tür karıştırmalar sözkonusu olduğu gibi
İşte bu topluluklar, sapmak, döneklik ve karışıklıktan
uzak yalın bir iman gerçeği karşısında en
fazla direnen topluluklardır. Bunlar gerçek inanç sistemini
hiç tanımamış olan topluluklardan daha da
katıdırlar. Çünkü bunlar sapıklıklarının
ve dönekliklerinin kördüğüm haline geldiği durumlarda
bile kendilerinin doğru yolda olduklarını zannederler.
İnançlarında, uygulamalarında görülen doğru
yanlış karışımı, iyi ile kötünün
karışıklığı davetçiyi dahi
aldatabilir. Bu durumlarda davetçiler onların iyi
taraflarını kabul etme, kötü taraflarını da düzeltmeye
çalışma cazibesine kendisini
kaptırdığında büyük bir yanılgıya düşerler.
Bu yanılgı son derece tehlikelidir.
Hiç şüphesiz
cahiliyye cahiliyyedir, İslam da islam. Aralarında derin
farklar vardır. Tek çare bütünüyle cahiliyeden sıyrılmak
ve yine bütünüyle islama girmektir. Tek yol, içindeki bütün
özellikleri ile cahiliyyeden ayrılmak ve bütün özellikleri
ile islama göç etmektir.
Bu konuda atılacak ilk
adım davetçinin cahiliyye sisteminden farklı
olduğunu ortaya koyması ve ondan tamamen ayrı
olduğunun bilincinde olmasıdır. Düşüncede,
sistemde ve uygulamada tamamen ayrı. Bu ortak noktalarda
buluşmaya asla müsaade etmeyen bir ayrılıktır.
Yardımlaşmayı imkansız kılan bir
farklılıktır. Ne zaman cahiliyye taraftarları bütünü
ile cahiliyyeden islama geçerlerse o zaman sona erer.
Yama yapmak yok. Orta yolda
çözüm arama yok. Yolun ortasında buluşma yok. Cahiliyye
istediği kadar islam kılığına bürünsün.
İstediği kadar islamın adını kullansın.
Bu düşüncenin
davètçinin bilincinde netlik kazanması, davanın temel
taşıdır. İlk adım davetçinin kendisini
cahiliye mensuplarından farklı bir insan olduğunun
bilincine varması, onların kendilerine göre dinleri,
kendisinde kendine göre dini, onların kendilerine göre yolları,
kendisinin ise kendisine has yolu olduğunun bilincine
varması. Onların yollarında onlarla birlikte tek
adım dahi atamayacağını kavraması, görevinin
kendi yolunda yürümesi olduğunu anlamasıdır. Hiç
barışmadan ve dininden az veya çok taviz vermeden.
Öyle ise bu tam bir uzaklaşma,
kesin bir ayrılık ve apaçık bir karşı
tavırdır. "Sizin
dininiz size benim dinim bana."
Bugün islama davet eden
insanlar böyle bir uzaklaşmaya, ayrılığa ve böyle
bir kesinliğe o kadar muhtaçtırlar ki. İslama çağıranlar,
keşke sapık bir cahiliye ortamında ve yine islam
inancını daha önce tanımış, sonra
üzerinden uzun zaman geçmesi ile "kalpleri katılaşan
ve çoklarının dinden saptığı" (Hadid
16) insanların yaşadığı bir ortamda
islamı yeniden kurmaya çalıştıklarının
bilincinde olsalardı! Ortak bir çözümün bulunmadığını,
ortak noktalarda buluşulmayacağını,
yanlışları düzeltmenin ve sistemleri birbirine
yamamanın mümkün olmadığını bilselerdi.
Bunun yerine asrı saadet döneminde olduğu gibi islama
yeniden davet etmenin gerektiğini cahili bir ortamda davet
yaptıklarını ve kendilerinin bu cahili ortamdan
tamamen farklı olması gerektiğini keşke
anlasalardı. "Sizin dininiz size benim dinim bana."
İşte benim dinim budur: Düşüncelerini, değerlerini,
inancını ve hukukunu bütünü ile Allah'tan alan, O'na
ortak koşmayan yalın tevhid dini. Herşeyde,
hayatın ve yaşantının her alanında
yalın tevhid dini.
Bu kesin ayrılık
olmadan; karışıklık devam edecek,
karşılıklı yumuşama sürecek, karıştırmalar
sürüp gidecek yamanmalara devam edilecektir. İslama davet böylesine
zayıf, güçsüz ve ısmarlama ilkeler üzerine kurulamaz.
İslam çağrısının temeli açıklık,
netlik, kesinlik ve cesarettir. "Sizin
dininiz size, benim dinim bana."
Davetin başlıca
yolu budur İşte: "Sizin
dininiz size! Benim dinim bana!"
|