Surenin ilk kesiti bu... Bu ilk kesit yeniden dirilme konusunu
ve müşriklerin bunu inkar etmelerini ve bunun sözkonusu
edilmesine ve üzerinde konuşulmasına hayret etmelerini
ele almaktadır. Fakat Kur'an-ı Kerim, sadece
bunların bu konuyu inkar etmelerine değinip de bunu
çözüme bağlamakla kalmıyor, aksine, müşriklerin
eğri olan kalplerine sesleniyor, gönüllerini Hakka
çevirmek ve kalplerindeki eğriliği düzeltmek için
sesleniyor onlara... Ve Kur'an-ı Kerim herşeyden önce,
bu kalpleri uyandırmaya ve kökünden sarsmaya çalışıyor.
Böylece Kur'an-ı Kerim, bu kalplerin şu varlık
aleminin özünde bulunan büyük gerçekleri algılayabilmelerini
hedefliyor. Bundan dolayı Kur'an-ı Kerim yeniden
dirilmeyi isbat etmek için müşriklerle zihinsel münakaşalara
girmiyor. Aksine, düşünebilsinler ve ibret alabilsinler
diye kalplerini canlandırmaya çalışıyor ve
çevrelerinde hemen yanı başlarında var olan gerçeklerden
etkilensinler de tepki göstersinler diye vicdanlarına
dokunmaya çalışıyor. İnsanların
ruhlarını eğitmeye çalışanların
yararlanacakları örnek bir eğitim dersidir bu...Sure
yeminle başlıyor. Kaf harfi ile, bu harf gibi harflerden
oluşan şerefli Kur'an üstüne yeminle başlıyor.
Hatta "Kaf" harfi Kur'an kelimesinin ilk harfidir. Ancak
yüce Allah burada Kur'an üstüne yemin ederken bu yemini, neyi
güçlendirmek için yaptığını belirtmiyor. Bu
yemin daha sözün başında bir yemin olduğuna göre
kendisi başlı başına bir uyarma ve önem verme
mesajı veriyor. O halde durum önemlidir. Yüce Allah
sözüne yeminle başlıyor. O halde durum çok önemlidir!
Herhalde söze böyle başlanmasından gaye de bu olsa
gerektir. Çünkü, surenin başında yer alan yemin his
ve kalpte gerekli etkiyi gösterdikten
Bilakis onlar kendilerine içlerinden bir korkutucu geldi diye
hayret ettiler. Oysa bu konuda hayret edecek birşey yoktur.
Aksine normal bir sağduyunun kolayca ve gönül huzuru ile
kabulleneceği normal bir durumdur bu... Yüce Allah'ın
insanların arasından kendileri ile aynı hisleri
duyan, aynı şeyleri hisseden, kendi dillerini
konuşan, hayatlarında ve faaliyetlerinde kendilerine
ortak olan dürtülerini ve arzularını anlayan, güçlerini
ve tahammül derecelerini bilen bir kimseyi seçmesi normal bir
durumdur. Yüce Allah onların aralarından biriyle birini
gönderir ki oldukları gibi devam edecek olurlarsa
kendilerini bekleyen felaket konusunda onların dikkatini
çeksin, doğru yöne nasıl yöneleceklerini onlara
bildirsin ve kendisi aralarında yükümlülükleri ilk
yüklenen kişi olarak bu yeni yönelişin kendilerine
getirdiği yükümlülükleri kendilerine bildirsin diye...Müşrikler
peygamberlik kurumunun bizzat kendisini garip
karşılamışlar. Ve -özellikle- de bu uyarıcı
Peygamberin kendileri ile ilk konuştuğunda söz etmiş
olduğu yeniden dirilme konusuna hayret etmişlerdir. Bir
kere islam inanç sisteminde "yeniden dirilme" konusu
temel esastır. Bu sistemde yeniden dirilme sistemin üzerine
oturduğu ve bu sistemin gerektirdiği üniversel düşüncenin
dayanağı olan temeldir. Bir müslüman batılı
yok etmek için hak üzere olmalı, şerri ortadan
kaldırmak için hayır yardımı ile onun
karşısına dikilmelidir, kendisinden istenen budur.
Ve yine yeryüzündeki tüm etkinliklerini bunları yaparken yüce
Allah'a yönelerek ibadet haline getirmesi gerekir. Her amelin
mutlaka karşılığı vardır. Bu
karşılık yeryüzü yolculuğunda bazen elde
edilemez. Ve yolculuğun en sonundaki kesin hesaba
ertelenebilir. O halde mutlaka başka bir dünya olmalıdır
ve yine mutlaka öbür dünyada hesab görülmesi için yeniden
dirilme kaçınılmazdır... İnsanın ruhunda
"ahiret" kavramı çökünce, bu inanç sisteminin
kimliği ve yükümlülükleri kavramı kökünden çöker
ve sarsılır. Ve böyle bir kişi asla islam yoluna
doğrulup giremez.
Fakat o müşrikler bu konuya asla bu açıdan
bakmamışlardır. Onlar bu konuya başka bir açıdan,
son derece sığ, ölüm ve hayatın iç yüzünü ve
yüce Allah'ın kudretinden herhangi bir yönü kavramaktan
son derece uzak bir açıdan bakmışlardır. Ve
demişlerdir ki: "Biz öldüğümüz ve bir toprak
olduğumuz zaman mı dirileceğiz? Bu uzak bir dönüştür."
O halde, onların düşüncesine göre, ölüp sonradan
çürüyüp toprak olduktan sonra yeniden dirilme ihtimali zayıftır.
Daha önce değindiğimiz gibi bu sığ bir düşüncedir.
Çünkü bu dünyaya gelme mucizesi nasıl bir kez gerçekleşmiş
ise bir daha tekrarı mümkündür. Nitekim bu yeniden
dünyaya gelme mucizesi onların gözlerinin önünde her an
meydana gelip durmaktadır. Ve kainatın her köşesinde
kendilerini çepeçevre kuşatmaktadır. İşte
Kur'an-ı Kerim'in bu surede kendilerinin dikkatlerini çektiği
yön, bu yöndür.
Ancak biz, Kur'an'ın ve hayat sahnesinde kainata dair
ayetlerinin dokunuşları ile yolculuğa çıkmadan
önce, onların sözleri aktarılırken ve bunun
üzerine yorum yapılırken canlanan, çürüme ve dağılma
konusunun meydana getirdiği vurgu üzerinde durmak istiyoruz:
"Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz zaman
mı?.."
O halde demek onlara göre insanlar ölüyorlar. Demek ki
insanlar toprak oluyorlar. Müşriklerin sözlerinin aktarıldığı
ayeti okuyan herkes direkt olarak kendine ve çevresindeki öteki
canlılara çevirir bakışlarını...
Ölümü, çürüyüp dağılmayı canlandırmak için
çevirir bakışlarını... Hatta kafasında
canlandırmak değil, aksine kendisi daha yeryüzünde
canlı iken çevirir bakışlarını ve vücudunda
çürümenin sinsi tedrici ilerlemesini hisseder. Canlı gönülleri
ölüm kadar ürperten bir şey olamaz ve bir kalbi
ihtiyarlık gibi sarsıp titretecek bir olgu da düşünülemez.
İlahi ifadenin devamı, toprağın ölülerin
cesetlerini parça parça yiyip çürütmesini canlandırarak
bu vurguyu derinleştirmekte ve vurgunun etkisini güçlendirmektedir.