İşte bu şekilde onlar Kur'an'ın mucizevi
ufuklarına açılmaktan uzak durdular. Onlar
kavrayamadılar. Maddi harikalar, mucizeler istemeye yöneldiler.
Çocukça istekleriyle hareket ettiklerini gösteren tekliflerinde
direttiler. Allah'ın zatı hakkında edepsizce ve
çekinmeden şımardılar ve kafa tuttular.
Kur'an'ın örneklerle çeşitli misallerle olayları
ele alışı, her akla ve her duyguya her
kuşağa ve her evreye uygun düşecek
değişik yöntemlerle gerçeklerini sergilemesi onlara
hiçbir fayda sağlamadı:
"Onların çoğu kâfirlikte direndi."
Böylece imanlarını, Peygambere -salât ve selâm
üzerine olsun- iman edişlerini peygamberin kendilerine
yerden pınarlar fışkırtmasına
bağladılar! Ya da hurmalıklardan ve üzüm bağlarından
oluşan bahçelerinin olmasına ve bunlar arasından
ırmaklar akıtmasına!.. Ya da gökten kendilerine
bir azap gönderilmesine, kıyamet gününde olacağını
haber verdiği biçimde göklerin parça parça üzerlerine
düşmesine!. Ya da Allah'ı ve melekleri
karşılarına getirip kendisine yardım
ettiklerini, onların kendi kabilelerini savundukları
gibi kendisini savunduklarını göstermesini... Yahut değerli
madenlerden bir evinin olmasına!.. Veya göklere
yükselmesine, fakat sadece gözlerinin önünde göğe yükselmesinin
yeterli olmadığını, geri geldiğinde mürekkeple
yazılı okuyabilecekleri bir kitap getirmesi
gerektiğine bağladılar iman etmelerini!..
Burada onların çocuksu kavrayışları ve düşünceleri
ortaya çıktığı gibi, bu basit, tutarsız
teklifleriyle ne kadar inatçı oldukları da gün
yüzüne çıkıyor. Çünkü onlar altından bir eve
sahip olmak ile göğe çıkmayı, yerden
pınarlar fışkırtma ile yüce Allah'ı ve
melekleri gözler önüne getirmeyi aynı görüyorlar! Onların
düşüncelerinde bu tekliflerin hepsini aynı düzeye
getiren, bunların hepsinin olağanüstü oluşlarıdır.
Bunlardan birini yerine getirdiği taktirde, ona iman etmeyi
ve kendisini doğrulamayı düşünebileceklerini
söylüyorlar!
Onlar böyle derken, Kur'an'ın kalıcı bir mucize
olduğunu unutuyorlar. Halbuki kendileri, söz dizimi, anlamı
ve metodu açısından onun bir benzerini ortaya koymaktan
aciz bulunuyorlar. Fakat bu mucizeyi duygularıyla, hisleriyle
somut olarak algılayamıyorlar, duygularıyla
algılayabilecekleri bir mucize istiyorlar! Mucize göstermek
peygamberin işi ve görevi değildir. Onu yüce Allah
takdirine ve hikmetine uygun olarak yapar. Yüce Allah kendisine
vermedikten sonra peygamberin mucize istemesi doğru olmaz.
peygamberlik ahlâkı ve Allah'ın idaredeki hikmetini
kavrama peygamberi, Rabbinin açıklamadığı
konularda O'na yol göstermekten alıkoyar:
"Onlara de ki; `Subhanallah! Ben peygamberlikle gönderilmiş
bir insandan başka bir şey miyim ki?
Peygamber insanlığın
sınırlarını aşmaz. Peygamberliğinin
yükümlülüklerine uygun biçimde hareket ediyor. Allah'a yol
göstermiyor. Allah'ın kendisine yüklediğinden
fazlasını istemiyor.
İNKÂRCILARIN İNATLARI
Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- peygamber
olarak görevlendirilmesinden önce de bundan sonra da bütün
ulusları peygamberlere inanmaktan ve onlarla birlikte gönderilen
doğru yol kılavuzuna uymaktan alıkoyan inatçılıkları
onların, peygamberin bir insan oluşunu bir türlü
hazmedememeleri ve peygamberin bir melek olmayışıdır: