HAKKIN ZAFERİ, BATILIN YIKILIŞI
78- Ey Muhammed, güneşin batmaya yöneldiği andan,
gece kararıncaya kadar namaz kıl , sabahleyin Kur'an
okumayı da ihmal etme. Çünkü sabahleyin okunan Kur'an'ı
izleyen (melek)ler vardır.
79- Gecenin bir bölümünde sırf sana mahsus bir nafile
olmak üzere Teheccüd ibadetini yap ki, belki Rabbin seni "övülmüş
makam "a erdirir.
80- De ki; "Ey Rabbim, bir yere girerken oraya doğru
olarak girmemi ve bir yerden çıkarken oradan doğruluk
ilkesine bağlı olarak çıkmamı nasip eyle.
Bana kendi katından destekleyici bir güç ver. "
81- De ki; "Hak geldi, batıl yokoldu. Zaten
batıl yokolmaya mahkumdur. "
82- Kur'an'da mü'minler için şifa ve rahmet olan ayetler
indiriyoruz. Fakat bu ayetler zalimlere sadece yeni
yıkımlar, yeni kayıplar getirirler.
Ayette geçen "dülükûş-şems"
kavramı, güneşin batmaya yüz tutmasıdır.
Buradaki namaz emri sadece peygamberi ilgilendirmektedir. Farz
namazlara gelince, bunların Peygamberimizin -salât ve selâm
üzerine olsun- mütevatir hadisleri ve tevatüre dayalı
ameli sünneti tarafından belirlenen vakitleri vardır.
Bazıları "dülükûş-şems"
kavramını güneşin gökyüzünün tam ortasından
batıya doğru kaymasıdır. "Gasak" ise
gecenin başlangıcıdır derler. "Fecir
Kur'an'ını" da sabah namazı diye yorumlarlar.
Ve bu ifadelerden beş vakit namazın vakitlerini çıkarırlar.
Bunlar: Öğle, İkindi, Akşam, Yatsı güneşin
gökyüzünde tam ortaya dikildikten sonra batıya kayıp
gecenin başlangıcına kadar süren zaman diliminde kılınan
namazlardır ve sabah namazıdır. Bunlara göre
sadece gece kılınan teheccüt namazı peygambere
mahsustur. O bu namazı kılmakla yükümlüdür ve bu
onun için bir nafiledir -fazlalıktır-. Biz birinci görüşün
daha doğru olduğuna taraftarız. Buna göre, bu
ayetlerde sözkonusu edilen her şey, Peygamberimize -salât
ve selâm üzerine olsun- mahsustur. Farz namazların
vakitleri ise, kavli ve fiili sünnet ile sabittir.
"Ey Muhammed, güneşin batmaya yöneldiği andan
gece kararıncaya kadar namaz kıl."
Güneşin batmaya yüz tuttuğu andan itibaren gecenin
başlangıcına ve karanlığın çöküşüne
kadar namaz kıl.. Sabah Kur'an'ını oku...
"Sabahleyin Kur'an okumayı
da
ihmal etme."
Bu her iki zaman diliminin kendilerine özgü özellikleri vardır.
Bu iki zaman dilimi gündüzün gelişi ve gecenin gelişi
ile gecenin gidişi ve gündüzün gidişidir. Bu iki
zaman diliminin insan ruhu üzerinde derin etkileri vardır.
Çünkü gecenin gelişi ve karanlıkların çöküşü,
aydınlığın doğuşu ve
karanlığın açılması gibidir. Bu her
ikisi de kalbi ürpertir. Her ikisi de bir an dahi durmayan ve bir
kerecik dahi olsun şaşmayan evrenin yasaları
üzerinde düşünüp, değerlendirme zamanıdır.
Şafağın ilk aydınlığında,
serinliğinde, ruhu okşayan meltemlerinde, her şeyi
kuşatan sessizliğinde, sakinliğinde,
aydınlıkla açılışında hareket ile
atışında,hayatı teneffüs edişinde Kur'an
okumanın -namaz gibi- derin etkileri vardır duygular
üzerinde.
"Gecenin bir bölümünde de sırf sana mahsus bir
nafile olmak üzere onunla teheccüd ibadeti yap."
Teheccüt gecenin ilk saatlerinde bir süre yattıktan
sonra kılınan namazdır. "onunla"
kelimesindeki "O" zamirinden amaç, Kur'an'dır.
Zira Kur'an namazın ruhu (özü) ve temelidir/direğidir.
"Belki Rabbin seni övülmüş bir makama erdirir."
Bu namaz, bu Kur'an, bu Kur'an ile yapılan teheccüd ve
Allah'a olan bu devamlı bağlılıkla...
İşte insanı "övülmüş makama" götüren
yol budur. Allah'ın elçisi ve O'nun tarafından tercih
edilmiş, seçilmiş olan Hz. Muhammed -salât ve selâm
üzerine olsun- Rabbinin ulaşmasına izin verdiği `övülmüş
makama' (Bazı rivayetlerde bu makamın kıyamet gününde
şefaat etme makamı olduğu belirtiliyor.)
kavuşabilmesi için namaz, teheccüd ve Kur'an'a yapışmakla
emredildiğine göre, onun dışında kalan
insanlar kendilerine layık görülen derecelerdeki makamlarına
kavuşmak için bu vasıtalara daha fazla muhtaç olurlar...
İşte yol budur. Ve işte yol azığı da
budur.
"De ki; "Ey Rabbim, bir yere girerken oraya
doğru olarak girmemi ve bir yerden çıkarken oradan
doğruluk ilkesine bağlı olarak çıkmamı
nasip eyle. Bana kendi katından destekleyici bir güç ver:"
Bu, yüce Allah'ın elçisine öğrettiği bir
duadır. Peygamber bununla dua edecek ve ümmetine Allah'a nasıl
yalvaracaklarım, nasıl yöneleceklerini öğretecektir.
Bir yere girerken ve bir yerden çıkarken doğruluk
ilkesinden şaşmamaya ilişkin bir duadır bu. Bütün
bir yolculuğun hepsini kuşatmaktadır.
Başlangıcını ve bitiş noktasını,
başını ve sonunu başı ve sonu
arasında geçen her aşamasını
kapsamaktadır. Müşrikler peygamberi oyuna getirip
Allah'ın kendisine gönderdiği
bazı ilkelerden vazgeçirmek ve bazı ilkeleri de
Allah adına O'nun ağzından uydurmak istediklerinden,
burada doğruluk-dürüstlük kavramının sözkonusu
edilmesinin çok önemli bir yeri vardır. Ayrıca
doğruluğun kendisine özgü bir etkisi vardır.
Sarsılmaz tutum, gönül huzuru, içe ve dışa yönelik
temizlik ve samimiyet gibi etkileri bulunmaktadır.
"Bana kendi katından destekleyici bir güç
ver."
Yeryüzü otoritelerine, güçlerine ve müşriklerin
kuvvetlerine karşı üstün gelmemi sağlayacak bir
kuvvet ve heybet ver. "Kendi katından" ifadesi
Allah'a yakınlığı,
bağlılığı, doğrudan onun
yardımından destek almayı ve O'nun himayesine
sığınmayı ifade eder.
Dava sahibinin Allah'dan başka bir yerden güç alması
mümkün değildir. Allah'ın gücü dışında
başka bir şeyle korkutması da düşünülemez.
Her şeyden önce Allah'a yönelmemiş bir iktidara veya
yetki ve nüfuz sahibinin gölgesine sığınması,
ondan yardım alması ve onun tarafından
korunması beklenemez. Bazan dava, nüfuz ve iktidar
sahiplerinin kalplerini fethederek kendisine bağlar, onlar da
davaya asker ve hizmetçi olup kurtulurlar. Yalnız hiçbir
dava, nüfuz ve iktidar sahiplerine askerlik yaparak kurtulamaz başarıya
ulaşamaz. Dava, Allah'ın davasıdır. Ve
işte bu dava, iktidar ve otorite sahiplerinin çok
üstündedir.
"De ki; Hak geldi, batıl yokoldu. Zaten batıl
yokolmaya mahkûmdur."
Allah'dan aldığın bu güç ile, bütün kuvveti,
doğruluğu ve sağlamlığı ile
Hakkın gelişini, batılın yokoluşunu,
devrilişini ve dağılıp gidişini açıkça
ilan et. Yaşamak ve süreklilik doğruluğun
yapısı gereğidir. Geri çekilmek ve yokolup gitmek
ise batılın özelliğidir.
"Zaten batıl yokolmaya mahkûmdur."
Bu pekiştirici ifade ile sunulan ve Allah katında
kesin bir gerçektir. İlk bakışta batılın
bir sağlamlığı ve gücü olduğu tahmin
edilse de, aslında batıl şişer, kabarır,
sonra da patlayıp sönüverir. Çünkü batıl
asılsızdır, bir gerçeğe dayanmaz. Bu nedenle
göz boyamaya çalışır, kendisini ulu, büyük,
kocaman ve sağlam olarak gösterir. Çok cansız ve
zayıftır. Hemencecik kırılır, bozulur
yokolur. Kupkuru ot alevi gibidir. Birden göklere yükselir.
Sonra hemen sönüverir. Kül olur gider. Halbuki alevin kor
haline geleni ısıtır, fayda verir ve
kalıcıdır. Batıl, suyun üzerindeki köpük
gibidir. Yokolur gider. Su ise kalıcıdır.
"Zaten batıl yokolmaya mahkûmdur."
Çünkü kendi içinde kalıcılığın
unsurlarını taşımaz. Sınırlı
olan hayatını dış etkenlerden ve doğal
olmayan desteklerden alır. Bu etkenler
sarsıldığında, bu destekler de çekildiğinde
yıkılır, yokolur gider. Hakka gerçeğe
gelince, varlığının unsurları kendi içinden
kaynaklanır. Bazan Hak, insanın gayri meşru arzu ve
isteklerine, şartlara ve iktidara karşı koyar...
Yalnız O'nun sağlamlığı ve güveni
sonuçta onu zafere götürür. Onu kalıcı kılar.
Çünkü Hak, Allah katındandır. Allah "Hakkı"
kendisinin isimlerinden biri kılmıştır.
Allah ise diri ve kalıcıdır. Yokolacak
değildir.
"Zaten batıl yokolmaya mahkûmdur."
Onun ardında şeytan vardır. Onun ardında
iktidar vardır, yalnız Allah'ın verdiği söz
daha doğrudur. Allah'ın iktidarı daha güçlüdür.
İmanın tadını tadan her mü'min aynı
zamanda verilen sözün ve yapılan antlaşmanın da
lezzetine varmıştır. Allah'dan daha fazla
antlaşmasına bağlı kim olabilir? Kim Allah'dan
daha doğru sözlü olabilir?
KUR'AN GÖNÜLLERE ŞİFADIR
"Biz Kur'an'da müminler için şifa ve rahmet olan
ayetler indiriyoruz."
Kur'an-ı Kerim'de kalplerine iman bilinci
yerleşmiş, bu bilinçle aydınlanmış,
Kur'an'ın huzurunu, güvenini ve sevincini algılamak için
gönüllerini açmış bulunanlara şifa vardır,
Kur'an'da rahmet vardır.
Kur'an, şeytani telkinlere,
şaşkınlığa ve korkuya karşı bir
şifadır. Kur'an, kalbi Allah'a bağlar.
Sakinleştirir. Huzura kavuşturur. Koruma ve güvenlik
bilincini yerleştirir. Gönülleri hoşnut eder.
Allah'ın rızasını
kazandırdığı gibi, hayattan da razı eder.
Korku bir hastalıktır. Şaşkınlık
psikolojik bir rahatsızlıktır. Şeytani
telkinler de birer hastalıktır. İşte
bunların hepsini etkisiz hale getiren Kur'an elbette ki
inanan için bir rahmettir.
Kur'an, nefsi arzuların, pisliklerin, cimriliğin,
kıskançlığın ve şeytani
aşılamaların hepsine karşı bir
şifadır. Bu hastalıklar kalp
hastalıklarıdır. Kalbi zaafa, yorgunluğa ve
hastalığa uğratırlar. Onu
yıkılışa, çözülüşe ve çöküşe
iterler. Bunlara engel olan Kur'an, elbette ki mü'minler için
bir rahmet aracıdır.
Kur'an, düşünceye ve bilince yönelik yanlışı,
yıkıcı akımları ve yönelişleri de
engelleyen bir şifa unsurudur. Aklı haddini
aşmaktan alıkoyar. Verimli olan alanlarda ona
özgürlük hakkını verir. Faydasız alanlarda
enerjisini tüketmesine engel olur. Sağlıklı-sağlam
bir program içinde çalışmasını temin eder.
Çalışmalarını verimli ve garantili hale
getirir. Aklın çalışmalarını
aşırılıklardan ve açmazlardan kurtarır.
Kur'an'ın ölçülerine bağlı olan insan, vücudunun
her organının enerjisini bastırmadan ve
azdırmadan kullanır. Enerjilerini ve gücünü sağlıklı
ve faydalı alanlarda değerlendirir. Enerjilerini verimli
ürün veren alanlarda değerlendirir. İşte bu
nedenle de Kur'an, mü'minler için bir rahmettir.
Kur'an, toplulukların yapılarını zedeleyen,
güvenini, huzurunu ve sağlığını gölgeleyen
sosyal hastalıklara karşı da bir şifa
aracıdır. Bu ölçülere bağlı kalan toplum,
Kur'an sayesinde sosyal düzeni, sağlık, güven ve huzur
içinde gerçekleşen kuşatıcı adaleti ile
oluşan atmosferde rahat içinde yaşar. Kur'an bu açıdan
da mü'minler için bir rahmettir.
"Fakat bu ayetler zalimlere sadece yeni yıkımlar,
yeni kayıplar getirirler."
Onlar, bu ayetlerin şifa unsurlarından ve
rahmet'inden yararlanmazlar. Ve onlar mü'minlerin Kur'an ile
yükselişlerini bir türlü hazmedemezler. Onlara karşı
kin ve öfke ile dolarlar. İnatları ve büyüklük
taslayışları ile bozgunculuk ve zulümde daha da
ileri giderler. Onlar bu Kur'an'ın taraftarlarına oranla
dünyada dahi hep yeniktirler, hep kayıptadırlar.
Ayrıca ahirette Kur'an'ı inkâr etmeleri ve taşkınlıkta
ısrar etmeleri yüzünden azaba uğrayacaklardır.
Yani onlar gerçekten büyük bir kayıp içindedirler:
"Fakat bu ayetler zalimlere sadece yeni yıkımlar,
yeni kayıplar getirirler."
İNSAN FITRATI
İnsan rahmetsiz ve şifasız
bırakıldığında... Kendi arzularına,
ihtiraslarına ve tepkilerine
bırakıldığında, eğer nimet içindeyse,
haktan yüz çevirir ve şımarır. Şükretmez ve
Rabbini hatırlamaz. Sıkıntı içinde olduğu
zaman ise, Allah'ın rahmetinden ümidini keser. Hayat onun
gözünde içinden çıkılmaz, karanlık bir hal
alır.