Burada müşriklerin Peygambere -salât ve selâm üzerine
olsun- karşı hazırladıkları oyunlar dile
getiriliyor. Bu oyunların ilki onların peygamberimizi
Allah'ın kendisine vahyettiği gerçeklerden saptırıp,
O'nun adına iftirada bulunmasını
sağlamaktı. Halbuki Peygamber doğru sözlü ve
güvenilir bir kimseydi.
Onlar çeşitli metodlar deneyerek bu amaçlarına
varmak istediler... bu tekliflerden biri "Sen bizim ve
atalarımızın bağlı bulundukları
ilahları eleştirme, biz de senin ilahına kulluk
yapalım."
Bu tekliflerden biri de bazılarının: "Allah
nasıl Kâbe'yi kutsal saymışsa, sen de bizim
yurdumuzu kutsal sayarsan sana uyarız" demeleridir.
Bu tekliflerden biri de: "Onlardan
bazılarının fakirlerin
katıldığı oturumdan ayrılarak kendilerine
bir oturum ayırmasını istemeleridir...
Ayeti kerimeler, detaylara girmeden bu girişimlere
değiniyor. Yüce Allah'ın, peygamberi bu gerçek
üzerinde sağlamlaştırması ve onu
saptırmalardan koruması ile O'na nedenli büyük bir
lütufta bulunduğunu hatırlatıyor. Eğer
Allah'ın desteği ve koruması olmasaydı onlara
biraz meylederdi. Onlar da kendisini dost edinirlerdi. Sonuçta
müşriklerin tekliflerini kabul ettiği için cezaya
çarptırılırdı. Bu ceza hem hayatta hem de
ölümden sonra katlanılacak olan bir cezadır. Bu
durumda onların hiçbiri kendisine yardım edemez ve onu
Allah'ın cezasından koruyamazdı.
Yüce Allah'ın peygamberini etkisinden
kurtardığı bu girişimler, her zaman iktidar
sahiplerinin dava adamlarını, yoldan çıkarmak için
başvuracağı girişimlerdir. Az da olsa
onları. davanın doğru yolundan ve sağlam
metodundan saptırma girişimleri sürekli sözkonusudur.
Dava sahiplerini yoldan saptırma uğruna ufak bir taviz için
büyük servetleri feda ederler. Bazı dava sahipleri bu
tekliflere kanabilirler. Zira bunun çok basit bir ödün olduğunu
görürler. Yani iktidar sahipleri dava adamlarının
davalarını bütünü ile bırakmasını
istemezler. Tüm istedikleri, ufak tefek birtakım
değişikliklerdir. Böylece her iki tarafın da yolun
ortasında buluşma imkânını bulurlar.
Şeytan dava sahiplerine, bu kanaldan sokularak davanın
istikbali için birtakım ödünler verme karşılığında
da iktidar sahiplerine, kazanmaları gerektiğini düşündürebilir!
Halbuki, yolun başında ufak bir ödün, küçük bir
sapma yolun sonuna varıncaya kadar köklü, büyük bir
sapmaya yolaçar. Küçük de olsa davanın bir parçasından
vazgeçmeyi, basit de olsa davanın bir tarafını gözden
çıkarmayı kabul edebilen bir dava adamı daha önce
vermiş olduğu bu ödünü durdurma imkânını
kaçırmış olur. Zira bir adım geri
çekildikçe teslim olma eğilimi daha da artar. Burada sorun
davaya bir bütün olarak inanma sorunudur. Ne kadar küçük de
olsa, davanın bir parçasından vazgeçebilen, ne kadar
önemsiz de olsa davanın bir tarafını gözden çıkarabilen
bir kişinin davasına gerçek anlamda iman ettiği söylenemez.
Davanın her tarafı, her yönü inanmış
insanın gözünde aynıdır. Bu tarafı da
diğer tarafı gibi gerçektir. Davanın içinde
"olmasa da olur" diye bir şey yoktur. Dava her yönü
ile birbirini tamamlayan bir bütündür. Bir parçasını
yitirdiğinde tüm özelliklerini yitirmiş olur. Herhangi
bir bölümünü yitiren dava, bir elementini yitiren bir bileşim
gibi hiçbir özelliğini koruyamaz!
İktidar sahipleri, dava sahiplerine, dava erlerine
yavaş yavaş sokulurlar. Dava erleri herhangi bir noktada
ufak bir taviz verdiklerinde saygınlıklarını
ve sağlamlıklarını yitirirler. Artık
iktidar sahipleri pazarlığın sürmesi ve fiyatın
arttırılmasıyla davanın tamamını
teslim alabileceklerini öğrenmiş olurlar!
Basit ve değersiz de olsa davanın herhangi bir
tarafını, iktidar sahiplerini kendi safına çekmek
amacı ile gözden çıkarmak davanın zafere
ulaşmasında iktidar sahiplerine dayanma ihtiyacı
duymak ruhsal (psikolojik) bir bozgundur/yıkılıştır.
Mü'minler ise davalarında yalnız Allah'a dayanmak
durumundadırlar. Bir kere yıkılış/mağlûbiyet
gönüllerin derinliklerine kadar indi mi, artık bu
yıkılış asla zafere dönüştürülemez!
İşte bu nedenle yüce Allah, peygamberin kendisinin
göndermiş olduğu vahiy üzerinde sağlamlaştırmak,
onu müşriklerin tuzaklarından korumak, az da olsa,
onlara dayanmaktan uzaklaştırmak ile çok büyük bir
lutufta bulunmuştur. Onlara dayanmanın akıbetinden
yani dünya ve ahiretin azabından, yardımcı ve
destekçiden yoksun kalmaktan rahmetiyle onu korumuştur.
Müşrikler, Peygamberi -salât ve selâm üzerine olsun-
bu oyuna getirmekten aciz kalınca, O'nu yurdu olan Mekke'den
sürgün etmeye giriştiler. Fakat yüce Allah daha önce
Kureyş'i yokederek cezalandırmayacağını
bildiği için, peygamberine oradan göç etmesini vahiy ile
bildirdi. Eğer onlar Peygamberimizi -salât ve selâm
üzerine olsun- baskı ve zorla sürgün etselerdi dünyada
cezalandırmayı haketmiş olurlardı:
Bu, Allah'ın yürürlükte olan değişmez
yasasıdır:
"Senden önce gönderdiğimiz peygamberlere
ilişkin değişmez yasamız bu yolda işleye
gelmiştir. Bizim yasamızın
değiştiğini göremezsin."
Yüce Allah bu yasayı, sürekli geçerli olan değişmez
bir ilke yapmıştır. Zira peygamberleri
yurtlarından sürgün etmek kesin biçimde cezalandırmayı
gerektiren bir suçtur. Bu evrene değişmez yasalar hükmetmektedir.
Kişisel bir duruma göre değişiklik göstermez. Bu
evrene hükmeden yasalar gelip-geçici tesadüfler değildir.
Evren, sabit, sürekli işleyen yasalar tarafından idare
edilmektedir. Yüce Allah Kureyş'i yüce bir hikmet gereği
olarak peygamberlerinin mesajlarını yalanlayan önceki
milletler gibi, maddi bir felâket ile yoketmeyi dilemediğinden,
Peygamberimizi maddi harikalar ve mucizelerle göndermemiş,
onların da O'nu zorla sürgün etmelerini takdir etmemiştir.
Aksine O'na hicret etmesini vahiy ile bildirmiştir. Böylece
Allah'ın yasası da değişmeden yoluna devam
etmiştir.