Onlardan bazıları Hz. Üzeyr'e Allah'ın
oğlu diyor ve ona tapıyorlardı. Banları Hz.
İsa'ya Allah'ın oğlu diyor ve ona
tapıyorlardı. Bazıları meleklere Allah'ın
kızları diyor ve onlara tapıyorlardı.
Bazıları da daha başka varlıklara
tapıyorlardı. Allah onların hepsine diyor ki: Sizin
çağırdığınız bu yaratıklar,
bunların en ileri olanları Allah'a bir vasıta arar
ki, O'na kulluk yapıp kendisine yakın olsun. Rahmetine
umut bağlasın. Bunların hepsi de Allah'ın
azabından korkar. Gerçekten de Allah'ın azabı
çetindir. O'ndan sakınmak ve korkmak gerekir. Öyleyse
sizlerin de O'na yönelmeniz ne güzel olur. Nitekim sizin Allah dışında
birer ilah olarak kabul ettiğiniz yaratıklar
Allah'ın kullarıdırlar. O'nun
rızasını elde etmeye çalışırlar.
İşte bu şekilde ders şirk ilkesine
dayalı inanç sisteminin bütün şekilleriyle
tutarsızlığını ortaya koyarak
ilahlık, ibadet ve yönelişte yalnız O'na yönelinmesi
gerektiğini belirterek başlıyor ve aynı
şeyleri vurgulayarak sona eriyor.
İNSANLIĞIN BELİRLENEN AKİBETİ
Bundan önceki bölüm, kulların akıbetlerini
belirleme yetkisinin yalnız Allah'a ait olduğunu,
dilerse onlara merhamet edeceğini, yine dilerse onları
cezalandıracağını belirten, sahte
ilahlarının onları kendilerinden bir
sıkıntı savamayacaklarını ve
durumlarını değiştiremeyeceklerini
yerleştirerek sona ermişti.
Burada ise, bütün insanlığı bekleyen
akıbetin Allah'ın ilminde ve takdirin de
belirlendiği biçimde açıklanıyor. Bu akıbet,
bütün şehirlerin kıyamet gününden önce ölüme ve
yok oluşa varmalarıdır. Veya onlardan
bazılarının azabı hakettiklerinde azaba
uğratılmalarıdır. Canlı olan her
varlık eninde sonunda şu iki sonuçtan birine varmak
durumundadır. Ya yatağında ölecek veya azap ile
yok olacaktır.
Bazı şehir haklarının başına
gelen azap nedeniyle konunun akışı içinde Hz.
Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- peygamberliğinden
önce bazı peygamberlerin eliyle gerçekleşen mucizelere
değinilmektedir. Bu tür mucizeler Hz. Muhammed'in
peygamberliği sırasında gerçekleşmemiştir.
Zira daha önce bu mucizelerin gösterildiği milletler,
onları yalanladılar. Doğru yola gelmediler. Bu yüzden
yok edildiler. Kökten yoketme ise, Hz. Muhammed'in -salât ve
selâm üzerine olsun- ümmeti için takdir edilmemişti. Bu
nedenle Allah onu somut mucizelerle göndermemişti. Zaten
mucizeler daha önceki milletleri, korkutmak amacına yönelikti.
Mucizeler gönderildiği zaman yalanlayan milletlerin helâk
edileceği anlatılıyordu.
Yüce Allah, Hz. Peygamberi, insanların şerrinden
korumuş ve onların kendisine bir zarar vermelerini
engellemişti. Allah İsra mucizesinde insanları
denemek için ona gerçek şeyler göstermişti. Hz.
Peygamber bu olayı, daha önceki peygamberliklerde olduğu
gibi, bir mucize olarak onlara sunmadı. Ayrıca
onları cehennemin ortasında gördüğü Kur'an'da
lanetlenmiş ağaçlar, zakkum ağacı ile
korkuttu. Bu korkutması da azgınlıklarını
arttırmaktan başka işe yaramadı. Öyleyse
mucizeler ancak onların azgınlıklarını
arttırırdı.
İşte bu konular anlatılırken Hz. Adem ile
şeytanın kıssasına yer veriliyor. Burada yüce
Allah'ın İblis'e salih kullarının
dışında Ademoğulları'nı
azdırması iznini verdiği belirtiliyor. Salih
kullarını Allah, şeytanın etkisinden ve
aldatmasından korumuştur deniyor. Bu kıssa ile
insanı azgınlığa ve inkâra ileten ve ayetler
üzerinde düşünmekten alıkoyan
sapıklığın asıl nedenleri ortaya
konuluyor.
Burada yüce Allah'ın insanlara verdiği nimetleri
hatırlatılarak ve onların bu nimetleri
şımarma ve inkâr ile karşıladıkları
ifade edilerek, insanın vicdanı harekete geçirilmek
isteniyor. İnsanların sadece sıkıntıya ve
dara düştüklerinde Allah'ı
hatırladıkları belirtiliyor. Denizde dara düştüklerinde
O'na sığındıkları, onları karaya çıkardığında
ise, O'na ibadetten kaçındıkları
anlatılıyor. Halbuki Allah onları hem karada, hem
denizde yakalama gücüne sahiptir! Yüce Allah insanları
onurlandırmış ve pek çok yaratıklarından
üstün kılmıştır. Buna rağmen insanlar,
Allah'a şükretmiyor ve O'nun nimetlerini anmıyorlar.
Bu ders bir kıyamet sahnesi ile sona eriyor. O gün kendi
elleriyle işlediklerinin
karşılığını göreceklerdir. Çünkü
hiç kimse, kendi eliyle kazandığının
dışında bir kurtuluş yoluna sahip
değildir.