Bu Kur'an, bir ümmeti eğitmek ve ona bir düzen kurmak
için gelmiştir. Bu ümmet de onu dünyanın
doğusuna ve batısına, dört bir yanına
yaymakla yükümlüdür. Bu düzeni, eksiksiz ve mükemmel
metoduna, sistemine uygun biçimde tüm dünyaya öğretmekle
mükelleftir. İşte bu nedenle Kur'an sözkonusu ümmetin
pratik-realiteye dayalı ihtiyaçlarına
karşılık verecek biçimde bölümler halinde inmiştir.
Böyle bir iniş yöntemi ilk terbiye, eğitim zamanı
ve şartlarına da uygun düşmüştür. Eğitim
işi uzun zaman alan deneyimleri gerektirir. Kur'an,
hazırlık aşamasında bölüm bölüm gerçekleştirilsin
diye uygulamaya dayalı bir sistem olarak inmiştir.
Teorik bir fıkıh, soyut bir düşünce ve zihinsel
değerlendirmeler için sunulan bir sistem değildir.
İşte Kur'an'ın ilk dönemden itibaren bütün
bir kitap olarak değil de, bölümler halinde inmiş
olmasının hikmeti de budur.
İlk müslüman kuşak Kur'an'ı bu şekilde
anladı. Her bir emir veya yasağı, Kur'an'dan
edindikleri herbir görev ve emirleri hayatta uygulanmak üzere
verilmiş bir direktif olarak değerlendirdiler.
Onu akıllarını veya ruhlarını tatmin
etme aracı olarak algılamadılar. Şiir ve edebi
metinler gibi değerlendirmediler. Eğlence ve teselli araçları
olan hikâyeler ve efsaneler gibi onu kabul etmediler. Onunla
günlük hayatlarını şekillendirdiler.
Duygularını, vicdanlarını,
yaşayışlarını, çalışmalarını,
evlerini ve geçimlerini ona göre şekillendirdiler. Böylece
Kur'an, onların daha önce bildiklerini, miras aldıklarını
ve yaptıklarını bir kenara iterek yeniden
hayatlarını şekillendiren bir hayat
kitabıydı.
İbn-i Mes'ud -Allah ondan razı olsun- bizden herhangi
birimiz Kur'an'dan öğrendiğimiz on ayetin
anlamını iyice kavrayıp, hayata eksiksiz bir
şekilde geçirmedikçe, başka ayetleri öğrenmeye
yeltenmezdik.
Yüce Allah bu Kur'an'ı Hakka dayalı olarak indirdi.
Hak, Kur'an'ın özü, Hak Kur'an'ın
amacıdır. Kur'an'ın ilkeleri Hakka
dayalıdır. Hakka önem verir Kur'an. Varlık
yasasında değişmez, köklü bir yasa olan Hak. Bu
öyle bir haktır ki, Allah gökleri ve yeri onunla ayakta
durdurmuştur. Her ikisi de Hak ile iç içedir. Kur'an'ın
kendisi de bütün bir varlığın esasına
bağlıdır. Ona işaret eder, onu gösterir ve
onun bir parçasıdır. Hak, Kur'an'ın eti ve
kemiğidir. Hak Kur'an'ın özü ve ana gayesidir.
Peygamber de getirmiş olduğu bu gerçeği müjdeleyen
ve ona aykırı düşmekten sakındıran
Allah'ın elçisidir.
Burada Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- bu gerçek
ile toplumun karşısına çıkması ve
yollarını seçmelerini kendilerine bırakması
isteniyor. İster Kur'an'a inansınlar, ister
inanmasınlar. Artık kendileri için seçmiş
oldukları yolun sonuçlarına kendileri katlanmak
zorundadır... Ayrıca onların gözleri önüne bir
de örnek koyuyor: Bunlar daha önceden kendilerine ilim verilmiş
olan Yahudilerin ve Hristiyanların bu Kur'an'a iman
edenleridir. Kendilerine ne ilim ne de kitap verilmediği ve
okuma-yazmaları olmadığı halde bunlar onlara
örnek olarak veriliyor ki, belki onları örnek alırlar
ve kılavuz edinirler: