O |
İbrahim
|
O |
|
32- O Allah ki, gökleri ve yeri yarattı, gökten su
indirerek, onun aracılığı ile size
rızık olarak çeşitli meyvalar ortaya çıkardı,
O'nun buyruğu ile denizde yüzen gemiyi yararınıza
sundu, nehirleri yararınıza sundu.
33- Sürekli biçimde yörüngelerinde dönen güneşi ve
ayı yararınıza sundu, gece ile gündüzü yararınıza
sundu.
34- O size kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi
verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olursanız,
onları bitiremezsiniz. Kuşkusuz insan çok zalim ve son
derece nankördür.
Bir hamledir bu... Vicdanı yakan bir kırbaçtır
bu... Gökler ve yer, güneş ve ay, gece ve gündüz,
denizler ve nehirler, yağmurlar ve meyvalar bu hamlede
yeralan dehşet verici araçlardır. Kendine özgü bir
sesi bir şaklaması var bu kırbacın... Çok
zalim ve son derece nankör olan şu insanı sızlatan
bir etkisi vardır.
Hiç kuşkusuz bu kitabın gerçekleştirdiği
mucizelerden biri, bütün evrensel sahneleri, tüm ruhsal
çalkantıları tevhid inancı etrafında
birleştirmesidir, evrenin sayfalarında ya da insan
vicdanında yeralan her parıltıyı bir
kanıta, bir mesaja dönüştürmesidir. Böylece evren,
içindeki canlı ve cansız varlıklarla birlikte
Allah'ın ayetlerinin sergilendiği bir vitrin
niteliğini kazanır. Burada yüce Allah'ın kudret
eli her an yeni harikalar meydana getirmektedir. Kudret elinin
izleri evrenin her sahnesinde, her manzarasında, her
tablosunda ve her bölgesinde kendisini gösterir. Bu Kur'an ilahlık
ve kulluk problemlerini zihinsel bir tartışmada, soyut
teolojik bir incelemede ya da fizik ötesi felsefi bir kalıpta
sunmaz. Bu tür bir sunuş insan kalbini uyaramayan, onu
etkilemeyen, ona bir mesaj veremeyen donuk ve içeriksiz bir sunuştur...
Bu Kur'an, ilahlık ve kulluk problemini evrenin sahnelerinden
oluşan gerçekçi etkenler ve etkileyici mesajlar alanında
ele alır. Yaratılış evrelerinde,
fıtratın derinliklerinde insanın kavrama
yeteneğinin algılayacağı son derece açık
alanlarda irdeler. Hem de kendine özgü bir güzellik, bir
görkem, bir ahenk içinde...
Yüce Allah'ın gücünün ve nimetlerinin sergilendiği
bu görkemli ve uçsuz bucaksız sahnede, harikalar yaratan
sanat fırçası nimetlerin insanlara veriliş
gayesine uygun çizgiler çizmektedir: Önce gökler ve yer
çiziliyor. Ardından gökten inen su ve bu su sayesinde
yerden biten meyvalar ve bitkiler çiziliyor. Sonra bu fırça
yeni bir çizgi, yeni bir manzara eklemek için tekrar gök
tablosuna dönüyor. Güneş ve ayı çiziyor, onları
ekliyor tabloya... Yer tablosunda çizilen son manzara ise, güneş
ve ayla bağlantılı bir manzaradır. Gece ve gündüz..
En sonunda gökler ve yeri kapsayan bir çizgi çiziliyor. Bu
çizgi bütün
sayfayı renklendirmeye gölgelendirmeye yetiyor:
"O size kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi
verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak olursanız,
onları bitiremezsiniz."
Hiç kuşkusuz bu bir mucizedir. Fırçanın çizdiği
bütün dokunuşlar, bütün çizgiler, bütün renkler ve
gölgeler olağanüstü bir ahenk oluşturmaktadır. Bütün
bunlar insanın emrine mi verilmiştir? Bu dehşet
verici evren bütünüyle insan denen şu küçücük yaratığın
hizmetine mi sunulmuştur? Su indiren gökler, bu suyu emen
toprak ve ikisinin arasında biten meyveler. Allah'ın
emri ile insanın hizmetine verilen gemilerin yüzdüğü
deniz, şaşırmadan, sağa sola sapmadan
kendileri için belirlenen yörüngede dönen güneş ve ay,
birbirini izleyen gece ve gündüz... Bütün bunlar insan için
mi yaratılmışlardır? Buna rağmen insan
Allah'a şükretmiyor mu? Onu anmıyor mu?
"Kuşkusuz insan çok zalim ve son derece nankördür."
"O Allah ki, gökleri ve yeri yarattı."
Bundan sonra Allah'a birtakım ortaklar mı
koşuyorlar? Bu kadar zalimce bir değerlendirme olabilir
mi? Göklerde ve yerde Allah'ın yarattıklarından
birine ibadet etmekle ne büyük zulüm işliyorlar?
"Gökten su indirerek onun aracılığı
ile size rızık olarak çeşitli meyvalar ortaya çıkardı."
Ziraat, rızkın başlangıcıdır, gözle
görülen nimetin kaynağıdır. Yağmurun
yağması ile bitkilerin yeşermesi, yüce Allah'ın
şu evrenin yaratılışına dayanak
yaptığı kanun uyarınca gerçekleşmektedir.
Yağmurun yağması, bitkinin yeşermesi, çeşitli
meyvelerin ortaya çıkması ve bütün bunların
insanın yararına sunulması evrensel yasa
uyarınca meydana gelmektedir. Bir tek çekirdeğin
yeşermesi için tüm evrene egemen olan bir güce ihtiyaç
vardır. Bu çekirdeğin yeşermesi ve boy
salması için gerekli olan toprak, su, ışık ve
hava gibi hayat unsurlarını, tabiat güçlerini ve
enerji kaynaklarını devreye sokması için böyle
bir güç gereklidir. İnsanlar "rızık"
kelimesini duyduklarında mal kazanma olayından
başka bir şey gelmez akıllarına. Oysa "rızık"
kelimesinin anlamı bundan daha geniş ve daha derindir.
İnsan denen varlığın şu evren içinde
elde ettiği en az bir rızık bile, evrenin
yapısında yeralan tabii güçlerin, birbiriyle uyum oluşturan
yüzbinlerce elementin uyumunu kapsayan evrensel yasa uyarınca
harekete geçmesini gerektirmektedir. Şayet
saydığımız bu olgular olmasa, daha baştan
evrenin varlığı sözkonusu olamazdı.
Varlığından sonra da hayat ve süreklilik mümkün
olmazdı. Bir insanın bu ayetlerde, insanın
hizmetine verildikleri vurgulanan tabiat kuvvetlerini ve gök
cisimlerini gereği gibi düşünmesi, kendisinin nasıl
yüce Allah'ın gücünün güvencesinde, O'nun himayesinde
olduğunu kavraması için yeterlidir.
"O'nun buyruğu ile denizde yüzen gemiyi yararınız a
sundu."
Denizlere gemiyi su yüzünde yürütecek özellikler vermekle,
insanlara da eşyalara egemen olan tabiat
kanunlarını kavrayacak özellikler bahşetmekle... Bütün
bunlar Allah'ın izni ile insanın hizmetine
verilmiştir.
"Nehirleri yararınıza sundu."
Aktığında hayattır akan.
Coştuğunda bolluk ve iyilik saçar etrafa. İçinde
balıklar, taze otlar ve birçok iyilikler taşır. Bütün
bunlar bizzat insanlar ya da insanlara hizmet eden kuşlar ve
hayvanlar içindir.
"Sürekli biçimde yörüngelerinde dönen güneşi ve
ayı yararınıza sundu." İnsanlar sular,
denizler, gemiler ve nehirlerden yararlandıkları gibi
doğrudan doğruya bunlardan yararlanamıyorlar. Fakat
onların etkisiyle meydana gelen şeylerden
yararlanıyorlar. Hayat için gerekli olan maddeleri ve
enerjileri ediniyorlar. Güneş ve ay evrensel ilahi yasa
uyarınca insanın hayatı ve geçimi, vücudundaki
hücrenin oluşumu ve yenilenmesi için gerekli olan maddeleri
içermeleri bakımından insanın yararına
sunulmuşlardır.
" Gece ile
gündüzü yararınıza sundu."
Bunları da aynı şekilde insanın
ihtiyacına ve yapısına göre ve çalışma
ve dinlenmesine uygun şekilde insanın hizmetine sundu.
Şayet sürekli gündüz ya da sürekli gece olsaydı,
insanın çevresinin bozulması bir yana, vücudundaki
organlar da bozulurdu. Yaşaması, çalışması,
üretkenliği zorlaşırdı.
Bunlar sadece engin nimetler sahnesinde yer alan ana
çizgilerdir. Öte yanda bu çizgilerin her birinde sayılmayacak
noktalar vardır. Bu yüzden sergilenen tabloya ve evrensel
havaya uygun düşecek şekilde genel olarak şu ifade
yer alıyor:
"O size kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi
verdi."
Mal, soy, sağlık, süs ve zevk verdi.
"Eğer Allah'ın nimetlerini sayacak
olursanız, onları bitiremezsiniz."
Bu nimetler o kadar çoktur ki, insanların bir
kısmı, hatta tümü sayıp bitiremez. Çünkü
bütün insanlar iki zaman çizgisi ile sınırlıdırlar:
Başlangıç ve son. Ayrıca zaman ve mekan
sınırlarına bağlı bilgi
sınırı ile de
kuşatılmışlardır. Allah'ın
verdiği nimetler ise çok olmakla beraber sınırsızdırlar.
Bu yüzden insanın kavrama yeteneği bu nimetleri tümü
ile algılayamaz.
Bütün bunlara rağmen, insanlar, Allah'a eşler
koşuyorlar, yine de Allah'ın nimetlerine
karşılık şükretmiyorlar, bu nimetleri
küfürle karşılıyorlar.
"Kuşkusuz insan çok zalim ve son derece nankördür."
ÖRNEK BİR İNSAN HZ. İBRAHİM
İnsanın vicdanı uyandığı,
çevresindeki evreni seyrettiği zaman. Bu evrenin ya
doğrudan doğruya ya da insan hayatının ve
ihtiyaçlarının gerektirdiği şekilde evrensel
yasa uyarınca kendi yararına sunulduğunu gördüğü
zaman... Çevresindeki varlıklara bakıp onların
Allah'ın rahmeti sayesinde kendisine arkadaş
olduklarını, Allah'ın gücü sayesinde kendisine
yardımcı olduklarını, yüce Allah'ın emri
ile hizmetinde olduklarını gördüğü zaman...
İnsanın vicdanı uyanıp evreni seyrettiği,
gördükleri şeyleri iyice düşünüp, incelediği
zaman... ister istemez titreyecek, ürperecek, secdeye kapanıp
Allah'a şükredecektir. Sürekli kendisine bu nimetleri veren
Rabbini düşünecektir. Sıkıntıya düştüğü
zaman bunu genişliğe, huzura çevirmesi, bollukta olduğu
zaman da kendisine verdiği nimetleri kalıcı
kılması için yalvaracaktır.
Her zaman Allah'ı anan, O'na şükreden, insanın
mükemmel örneği, peygamberlerin babası Hz.
İbrahim'dir... Nitekim onun bu özelliği sureye de
yansımıştır. Tıpkı sureye
yansıyan nimet ve nimete karşılık sergilenen
şükür ve nankörlük tavırları gibi... Bu yüzden
surenin akışı Hz. İbrahim'i -selâm üzerine
olsun- insanı ürperten bir sahnede canlandırıyor.
Bu sahneye şükür havası egemendir. Sahneden
yakarış sesleri yükselmektedir. Son derece içli, göğe
doğru yükselen, dalgalanan bir nağme halinde Allah'a
yapılan dua sesleri yankılanmaktadır:
|
|
O |
|
O |
|