O |
İbrahim
|
O |
|
1- Elif, Lâm, Ra. Bu Kur'an, insanları Rabblerinin izni
ile karanlıklardan aydınlığa çıkarasın,
üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna
iletesin diye sana indirilmiş bir kitaptır.
2- O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. Uğrayacakları
ağır azaptan ötürü vaygele kâfirlerin başına!
(İbrahim Suresi 52)
3- Onlar ki, dünya hayatını ahirete tercih ederler,
insanları Allah yolundan alıkoyarlar ve bu yolu
eğri göstermeye yeltenirler. İşte onlar koyu bir
sapıklık içindedirler.
4- Biz bütün peygamberleri soydaşlarının dili
ile gönderdik ki, onlara Allah'ın buyruğunu açıkça
anlatabilsinler. Allah dilediğini saptırır,
dilediğini de doğru yola iletir. O üstün iradelidir ve
her işi yerindedir.
Elif, Lâm, Ra. Bu Kur'an, sana indirilmiş bir
kitaptır."
Bu tür harflerden meydana gelen bu kitap, bizim sana indirdiğimiz
bir kitaptır. Onu sen meydana getirmedin. Ve bu kitabı
bir amaç için indirdik sana:
"İnsanları karanlıklardan
aydınlığa çıkarasın diye." Şu
insanlığı karanlıklardan çıkarasın
diye...
Kuruntu ve hurafelerin karanlığından... Siyasal
rejim ve toplumsal geleneklerin karanlığından...
Değişik Rabblerin neden olduğu bunalımın,
şaşkınlığın, farklı düşüncelerin,
değer yargılarının ve ölçülerin meydana
getirdiği kararsızlığın
karanlığından... İnsanlığı bütün
bu karanlıklardan aydınlığa çıkarasın
diye... Bu karanlıkları dağıtan
aydınlığa... Hem vicdan aleminde, hem düşünce
dünyasında karanlıkları ortadan kaldıran
aydınlığa... Ardından hayatın
pratiğinde, değer yargılarında, siyasal
rejimlerde ve toplumsal geleneklerde karanlıkları
dağıtan, ortadan kaldıran aydınlığa...
Allah'a iman, kalpte parlayan bir aydınlıktır.
Katı çamurdan ve Allah'ın ruhundan bir soluktan
oluşan insanın yapısı bununla
aydınlanır. İnsan denen varlık bu soluğun
aydınlığından yoksun olduğu zaman, içinde
bu aydınlık sönüverdiği zaman kapkaranlık
bir çamura dönüşür. Hayvanlar gibi, et kandan oluşan
bir çamura dönüşür. Eğer insanın
yapısında yeralan ve Allah'ın ruhundan gelen bu
ışık iman sayesinde aydınlanıp parlamasa,
bu karanlık bedende ışımasa, bu karanlık
varlığı aydınlatmasa, tek başına et,
kan ve çamurdan başka bir anlam ifade etmez, çünkü bunların
üçü aynı maddelerden meydana gelmektedirler.
Allah inancı ruhu aydınlatan bir
ışıktır. Artık insan bu
ışık yardımı ile yolunu seçer. Allah'a
giden yolu apaçık görür. Hiçbir karanlık, hiçbir
sis gizleyemez, örtemez bu yolu. Efsanelerin karanlığı
ve hurafelerin sisi bu ışık sayesinde
dağılır gider. İnsan ruhu bu
aydınlık aracılığı ile yolunu seçtiği
zaman, dosdoğru yol alır, artık ayağı
kaymaz, tökezlemez, sağa sola sapmaz, yolunu
şaşırmaz.
Allah inancı hayatı aydınlatan bir
ışıktır. Bu sayede insanlar birbirinden
farksız, eşit kullar olurlar. Onları birbirine
bağlayan bağ Allah inancıdır.
Başkasına değil, sadece O'na boyun eğerler. Bölük
pörçük olup tağutlara (zorbalara) kul olma durumuna düşmezler.
Onları evrene bağlayan bilgi bağıdır.
İçindeki herkesi ve her şeyi ile birlikte şu
evrende yürürlükte olan yasalar sistemini bilmektir bu.
Böylece onlar, içindeki herkes ve her şeyle birlikte
şu evrenle barışık bir hayat yaşarlar.
Allah'a inanmak aydınlıktır. Adalet
aydınlığı, özgürlük aydınlığı
ve bilgi aydınlığı... Allah'a yakın
olmayı hissetmenin, yoklukta ve bollukta, darlıkta ve
genişlikte O'nun adaleti, rahmeti ve hikmeti ile güven
duymanın aydınlığı... Bu güven sıkıntıda
sabretmeyi, bollukta da şükretmeyi sağlayan bir
duygudur. Bunun yanında imtihandaki hikmeti kavrama
aydınlığıdır bu.
İlah ve Rabb olarak sadece Allah'a inanmak eksiksiz bir
hayat sistemidir. Sadece vicdanı kaplayan ve onu
aydınlatan bir inanç değildir. Tek başına
Allah'a kul olma, sadece O'nun Rabblığına boyun
eğme, kulların Rabblığından kurtulma ve
kulların egemenliklerinin üstüne çıkma ilkesine
dayanan bir hayat sistemidir.
Bu sistem, insan fıtratı ile uyuşan ve bu
fıtratın gerçek ihtiyaçlarına cevap veren ilkeler
içermektedir. Bu sayede hayata, mutluluk, aydınlık, güven
ve huzur havası egemen olur. Bu sistemde süreklilik ve değişmezlik
esastır. Kulların Rabblığına ve
hakimiyetine boyun eğen toplumlarda görülen, kulların
ortaya koyduğu politik, idari ve ekonomik sistemlerin ahlâk
ve hayat tarzına ilişkin kuralların, gelenek ve göreneklerin
karşı karşıya kaldığı
değişimlerden, çalkalanmalardan korunmuştur. Bütün
bunların yanında bu sistem insan enerjisini
kulların ilahlaşması uğruna harcanmaktan,
tağutların (zorbaların) borazanı, davulu, çığırtkanı
olmaktan korumaktadır.
Kuşkusuz şu kısacık ifadenin:
"İnsanları karanlıklardan
aydınlığa çıkarasın diye" ardından
hem akıl ve kalp dünyası, hem hayat ve realite dünyası
ile ilgili gerçekleri içeren engin ufuklar yeralmaktadır.
Ama insanın ifade yeteneği bu ufukları olduğu
gibi tasvir edemez, sadece onlara kısaca işaret edebilir.
"Rabblerinin izni ile insanları karanlıklardan
aydınlığa çıkarasın diye."
Peygamberin elinden tebliğden başka bir şey gelmez.
Onun görevi açıklamaktır, başka bir şey
değil. İnsanların karanlıklardan
aydınlığa çıkarılması ise, yüce
Allah'ın iradesinin öngördüğü evrensel yasa uyarınca
yine O'nun izni ile gerçekleşir. Peygamber ise sadece
peygamberdir.
"İnsanları Rabblerinin izni ile
karanlıklardan aydınlığa çıkarasın,
üstün iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yoluna
iletesin diye..."
Ayette geçen "es-Sırat = yol" kelimesi "en-Nur
= aydınlık" kelimesinin açıklaması
niteliğindedir. Allah'ın yolu da; onun belirlediği,
uyulmasını istediği çizgi, kural, varlıklar
aleminde yürürlüğe koyduğu evrensel yasası ve
insan hayatına hükmeden şeriatıdır.
İşte aydınlık (nûr) insanı bu yola
iletir. Ya da bizzat bu yolun kendisi aydınlıktır.
Anlam olarak bu daha güçlüdür. İnsan ruhunu
aydınlatan nûr, evreni de aydınlatan nûrdur.
İlahi yoldur bu. Bu nûr evrene egemen olan yasal sistemdir.
Allah'ın şeriatıdır. Bu
aydınlığın içinde yaşayan insan ruhu,
meseleleri kavramada, düşüncede ve hayat tarzında
yanılmaz artık. Çünkü O, dosdoğru yolu
izlemektedir. "Üstün
iradeli ve övgüye lâyık Allah'ın yolu"nu takip
etmektedir. Karşı konulmaz ve her şeye egemen bir güce
sahip, aynı zamanda övgüye ve şükre lâyık
Allah'ın yoludur bu.
Burada yüce Allah'ın gücünün ön plana çıkmış
olması kâfirleri tehdit etme amacına yöneliktir. Hamd
ise, şükredenlerin tavrını vurgulamak için ön
plana çıkıyor. Ardından yüce Allah'ın
tanıtımı yeralıyor. O, göklerde ve yerde
bulunan her şeyin sahibidir. İnsanlara muhtaç değildir.
İçindeki canlı cansız tüm varlıklarla
birlikte evrene egemen olan O'dur:
"O Allah ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur."
Kim karanlıklardan çıkıp doğru yolu
bulursa O'dur kurtulan. Bunun dışında fazla bir
şey söylenmiyor burada. Ayetlerin akışı kâfirleri
tehdit etmekle sürüyor, onları çekecekleri şiddetli
azaptan sakındırıyor. Vay onların haline.
Nimeti inkâr etmelerinin karşılığıdır
bu ceza. Karanlıklardan aydınlığa çıkarılmaları
için kitapla birlikte peygamber gönderilmesi nimetini inkâr
etmelerinin cezası işte bu korkunç azaptır Halbuki
bu nimet yeryüzünde insana bahşedilen en büyük nimettir,
insanların şükrü bu nimete karşılık hep
yetersiz kalır. Bu yüzden bu nimeti inkâr etmek en büyük
suçtur.
"Uğrayacakları ağır azaptan ötürü
vay gele kâfirlerin başına."
Sonra kâfirlerin yüce Allah'ın kerim peygamberinin
kendilerine sunduğu nimeti inkâr etmelerinin nedeninin anlamını
somutlaştıran bir sıfatları gözler önüne
seriliyor:
"Onlar ki, dünya hayatını ahirete tercih
ederler."
İnsanları Allah yolundan alıkoyarlar ve bu yolu
eğri göstermeye yeltenirler. İşte onlar koyu bir
sapıklık içindedirler."
Dünya hayatını ahirete tercih etmek, imanın
gerektirdiği sorumluluklarla çelişir. Yolu kararlı
bir şekilde izlemekle uyuşmaz. Ama ahiret tercih
edildiği zaman durum böyle değildir. Çünkü bu
durumda dünya hayatı da düzelir. Dünya hayatının
nimetlerinden yararlanmak dengeli bir düzeyde tutulur ve bu
noktada yüce Allah'ın hoşnutluğu gözetilir. Bu
durumda ahireti tercih etmekle, bu dünyanın nimetlerinden
yararlanmak arasında bir çelişki sözkonusu olmaz.
Kalplerini ahirete yöneltenler -sapık, akımlarda
olanın aksine- dünya nimetlerinden yararlanma bakımından
bir şey kaybetmezler. Çünkü İslâma göre ahiretin
iyiliği, dünyanın iyiliğini gerektirmektedir.
Allah'a inanmak yeryüzünde Allah'ın halifeliği görevini
iyi bir şekilde yerine getirmeyi gerektirmektedir. Yeryüzünde
Allah'ın halifeliği görevini iyi bir şekilde
yerine getirmek yeryüzünü kalkındırmak, yeryüzünün
iyiliklerinden, güzelliklerinden yararlanmak demektir. Çünkü
İslâm sisteminde ahireti beklemek bahanesi ile hayatı
boş vermek gibi bir düşünceye yer yoktur. Aksine,
Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak ve ahirete
hazırlık yapmak için hak, adalet ve doğruluk
ilkelerine göre hayatı biçimlendirmek, onarmak vardır
İslâm anlayışında... İşte budur
İslâm.
Dünya hayatını ahirete tercih edenler ise, yeryüzünün
zenginlik kaynaklarını talan etmek, haram kazanç elde
etmek, insanları sömürmek, aldatmak ve köleleştirmek
gibi hedeflerine, Allah'a iman etmenin
aydınlığında, O'nun yol göstericiliğinin
ışığında ulaşamazlar. Bu yüzden
Allah'ın yoluna engel olurlar. Hem kendilerini, hem de
insanları Allah'ın yoluna girmekten alıkoyarlar.
Allah'ın yolunu doğruluk ve adaletten uzak eğri bir
yol gibi göstermeye yeltenirler. Hem kendilerini, hem de başkalarını
Allah'ın yoluna girmekten alıkoymada başarıya
ulaştıkları zaman, bu yolun doğruluk ve
adaletinden yakalarını kurtardıkları zaman...
Evet sadece o zaman, zulmedebilirler, azgınlaşabilirler,
çeşitli yöntemlere başvurarak, insanları
aldatabilir, kandırıp saptırabilirler. Böylece,
yeryüzünün zenginlik kaynaklarını talan etmek, çılgınca
ve rezilce eğlenmek, yeryüzünde büyüklük taslamak,
hiçbir direniş ve tepki ile
karşılaşmaksızın insanları kul-köle
haline getirmek gibi hedeflerine ulaşabilirler.
Hiç kuşkusuz Allah'a imanın öngördüğü hayat
sistemi, dünya hayatını ahirete tercih edenlerin
egemenliğine, hayatın iyiliklerini talan etmelerine
karşı hayat ve canlılar için bir güvencedir.
"Biz bütün peygamberleri soydaşlarının
dili ile gönderdik ki, onlara Allah'ın buyruğunu açıkça
anlatabilsinler."
İşte bu, bütün insanlığı kapsayan ve
gelmiş geçmiş tüm peygamberlerin getirdiği
mesajlarda somutlaşan evrensel bir nimettir. Peygamberlerin
insanları Rabblerinin izni ile karanlıklardan
aydınlığa çıkarabilmesi için onların
dili ile gönderilmesi kaçınılmazdır. Onlara
Allah'ın buyruğunu açıkça anlatması,
onların da anlatılanları anlaması için bu
zorunludur. Böylece peygamberin gönderilmesi ile öngörülen
hedefe ulaşılabilir.
Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- bütün
insanlara gönderilmiş bir peygamber olmakla beraber
soydaşlarının dili ile gönderilmiştir.
Çünkü ilerde onun mesajını bütün insanlara
duyuracak olanlar onun soydaşları olacaktır.
Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- ömrü sınırlıdır
çünkü. Arap Yarımadası'nın tamamen İslâmın
egemenliğine girmesi için öncelikle soydaşlarını
İslâma çağırması emredildi. Nitekim
burası Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun-
mesajını dünyanın diğer bölgelerine taşıyan
bir üs niteliğini kazanmıştır. Hz.
Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- vefatı da her
şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Allah'ın
takdiri sonucu İslâmın
yayılışının yarım adanın
sınırlarına dayandığı ve Hz.
Usame'nin ordusunun yarımadanın dışına gönderildiği
günlere denk gelmektedir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber -salât
ve selâm üzerine olsun- vefat ettiği için Hz. Usame'nin
ordusu harekete geçmemişti. Gerçekten Hz. Peygamber -salât
ve selâm üzerine olsun- peygamberliğinin bütün insanlara
yönelik oluşunun kanıtı olarak Arap
Yarımadası'nın dışına da İslâma
davet mektupları göndermiştir. Ne var ki, yüce Allah'ın
onun için takdir ettiği, yine sınırlı insan
ömrünün tabiatının öngördüğü ise, Hz.
Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- mesajını,
soydaşlarına kendi dilleri ile duyurması ve bu
mesajın bütün insanlara bu bölgeden ulaştırılması
olmuştur. Nitekim böyle de oldu. Allah'ın takdirine ve
hayatın realitesine göre onun bütün insanlara yönelik ,
mesajı ile soydaşlarına kendi dilleri ile
sunduğu mesaj arasında bir çelişki yoktur.
"Biz bütün peygamberleri soydaşlarının
dili ile gönderdik ki, onlara Allah'ın buyruğunu açıkça
anlatabilsinler."
"Allah dilediğini saptırır, dilediğini
de doğru yola iletir."
Buna göre peygamberin -her peygamberin- görevi açıklama
ile sona eriyor. Bunun
sonucu ortaya çıkan
doğru yola girme ya da sapıtma durumu üzerinde onun bir
etkinliği sözkonusu değildir ve bu onun isteğine göre
gerçekleşmez. Bu durum, Allah'ın yetkisinin
sınırlarına girmektedir. Bunun için yüce Allah
serbest iradesinin hoşnut olduğu bir kanun
belirlemiştir. Kim sapıklığı arzularsa
ona dadanırsa sapıtacaktır. Kim doğru yolu
bulmayı ister, onun için çabalarsa doğru yola
ulaşacaktır. Her iki durum da belirlediği kanunu,
insan hayatında yürürlüğe koyan yüce Allah'ın
iradesine bağlıdır.
"O üstün iradeli ve her işi yerindedir."
O, insanları ve hayatı dilediği gibi yönlendirme
gücüne sahipti. O her şeyi bir hikmet ve takdir
doğrultusunda yönlendirir. Hiçbir şey hedefsiz,
plansız ve başıboş
bırakılmamıştır.
Hz. Musa'nın -selâm üzerine olsun- peygamberliği de
öyle idi. O da soydaşlarının dili ile gönderilmişti.
|
|
O |
|
O |
|