94- Azaba ilişkin emrimiz geldiğinde Şuayb ile
beraberindeki mü'minleri, rahmetimizin sonucu olarak kurtardık.
O zalimler müthiş bir gürültüye tutuldular da evlerinde,
oldukları yerde yığılıp kalıverdiler.
95- Sanki az önce o evlerde yaşayanlar onlar değildi.
Hey, Semudoğulları nasıl kahroldularsa,
Medyenoğulları da öyle kahrolsunlar!
Böylece tarihin kara sayfalarından biri daha
kapanmış oldu. Bu sayfada yüce Allah'ın
uyarılarını yalanlamış olanlar
hakkında yalan saydıkları tehdit gerçekleşmiş
oldu.
HZ. MUSA VE FİRAVUN
Okuduğumuz hikâyelerin sonunda "Hz. Musa ile Firavun"
hikâyesine kısaca değiniliyor. Bu değinmede
Firavun ile yakın adamlarının ve onun emirlerine körükörüne
boyun eğen soydaşlarının acı sonları
tescil ediliyor. Bu kısa özette ayrıca hikâyenin
burada anlatılmayan olaylarına dolaylı biçimde değiniliyor.
Bir de hareketli, canlı bir kıyamet sahnesi gözlerimizin
önüne getiriliyor. Gerek bu kısa özette ve gerekse o kıyamet
sahnesinde İslâmın önémli bir ilkesine dikkatlerimiz
çekiliyor. Bu önemli ilke, kişisel sorumluluk ilkesidir.
Liderlere ve baştakilere bağlılığın
bu sorumluluğu, fertlerin üzerinden düşüremeyeceği
vurgulanıyor.
Burada gözlerimizin önüne getirilen sahne şöyle başlıyor:
Hz. Musa, yüce Allah'ın gücü ve otoritesi ile desteklenmiş
ayetler ile Firavun diktatörüne ve ileri gelen kurmaylarına
gönderiliyor.
96- Musa'yı da ayetlerimizle ve somut mucizeler ile
peygamber olarak gönderdik.
97- Onu Firavun'a ve yandaşlarına gönderdik. Yândaşları
Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğruya
iletici değildir.
Ayetler, hikâyenin adımlarını kısaltarak sözü
sonuna bağlıyorlar. Bir de bakıyoruz ki, Firavun'un
yandaşları diktatörün emrine körükörüne bağlanarak,
yüce Allah'ın emirlerine karşı gelmeyi tercih
ediyorlar. Firavun'un emirleri aptalca, cahilce ve saçma
şeyler olmalarına rağmen onlara uyuyorlar.
Okuyalım:
"Yandaşları Firavun'un emrine uydular. Oysa
Firavun'un emri doğruya iletici değildi."
Adamlar, Firavun'un emirlerine körükörüne uydular. Onun
izinden gittiler. Düşünmeden-taşınmadan
sapık adımlarını izlediler. Hiçbir konuda
kendi
görüşlerini işe karıştırmadılar.
Böylece kendilerini küçük düşürdüler. Yüce Allah
onları akılla, irade ile, tercih özgürlüğü ile,
gidecekleri yolu serbestçe seçme ayrıcalığı
ile onurlandırdığı halde, onlar bu onurlu
konumlarından feragat ettiler. Onlar böyle alçaltıcı
bir tutumu benimsedikleri için ayet, Firavun'un kıyamet günü
de onları güdeceğini, onların orada da ona kuyruk
ve sürü olacaklarını açıklıyor.
98- Kıyamet günü, Firavun soydaşlarının
önüne düşerek onları cehenneme götürdü. Vardıkları
yer ne fena bir yerdir!
Buraya kadar geçmişe ait bir hikâye ve geleceğe
ilişkin bir kara haber dinliyorduk. Fakat bu noktada sahnenin
sonu, başına geçiveriyor. Bir de bakıyoruz ki,
gelecek zaman geçmiş zaman olmuş, olup bitmiş bir
olaya dönüşmüştür. Bir de bakıyoruz ki, bu altüst
olmuş zaman boyutunda Firavun, yandaşlarının
önüne düşerek onları cehenneme sürüklemiş ve
bu iş noktalanmıştır. Okuyoruz:
"Soydaşlarının önüne düşerek
onları cehenneme götürdü."
Onları cehenneme götürdü. Tıpkı çobanın,
koyun sürüsünü su başına götürmesi gibi. Zaten
onlar düşüncesiz, akılsız bir koyun sürüsü değiller
miydi? Onlar dünyada kendilerini insan yapan en önemli ayrıcalıklarından,
yani özgür iradelerinden ve serbest tercih yapabilme haklarından
kendi rızaları ile vazgeçmemişler miydi? Bu yüzden
Firavun, onları bir koyun sürüsü gibi güderek cehenneme
sürükledi. Ama heyhat! Bu varılan yer bir subaşı
değildir. Orada susuzluk giderilemiyor. Orada yanık
ciğerlérin; ateşi düşürülemiyor. Orada karınlar
ve kalpler kebap gibi kızarıp eriyor sadece.
Okuyalım:
"Vardıkları yer ne fena bir yerdir!"
Bir de bakıyoruz ki, bütün bunlar, yani Firavun'un bu
adamların önüne düşüp kendilerini bu kötü yere
götürmesi, meğer bize anlatılan bir hikâye imiş.
Şimdi de bu hikâyeye bir değerlendirme cümlesi
ekleniyor.