Adamların gönülleri bu kadar açık gerçeğe
kapalı olduğundan, onu kavramak istemiyorlar. Bu yüzden;
"Dediler ki; `Ey Şuayb, söylediklerinin çoğundan
hiçbir şey anlamıyoruz."` Ayrıca hayata
ilişkin değerleri; görünür maddi güç kriteri ile
ölçüyorlar. Okuyoruz:
"Seni aramızda güçsüz görüyoruz."
Hz. Şuayb'ın taşıdığı ve yüzlerine
haykırdığı güçlü gerçeğin
onların gözünde hiçbir ağırlığı,
hiçbir önemi yoktur: Devam edelim:
"Eğer aşiretin olmasaydı, seni taşa
tutarak öldürürdük."
Önem verdikleri değer inanç bağlılığı
değil, aşiret taassubudur; gönül bağını
umursadıkları yok, tek geçerli saydıkları
bağ, kan ve soy bağıdır. Ayrıca yüce
Allah'ın dostlarına yönelik kayırıcılığından
da haberleri yok. O'nu hiç hesaba katmıyorlar. Okuyoruz:
"Sen bizim gözümüzde saygın ve dokunulmaz bir
kişi değilsin."
Bize göre sen ne değerce ve onurca üstün bir kişisin
ve ne de yıldırıcı ve ezici bir maddi gücün
var. Bizim güçlülük ve saygınlık ölçümüz aile ve
aşiret ölçüsüdür.
Böyledir bu. Vicdanlar tutarlı bir inanç sisteminden,
yüce değerlerden ve üstün ideallerden yoksun kalınca
yere kapaklanırlar, toprağa yapışırlar,
kısa vadeli çıkarların ve dünya değerlerinin
tutsağı olurlar. O zaman ne yüce bir çağrıyı
ve ne de büyük bir gerçeği saygın görürler. Ayrıca
böyle bir çağrının temsilcisini,, kaba kuvvet
kullanarak susturmaktan da çekinmezler. Yeter ki, sığınacağı
bir aşireti, saldırılara karşı kendisini
koruyacak vurucu bir gücü olmasın. İnanca, gerçeğe
ve haklı çağrıya saygı göstermeye, onları
dokunulmaz saymaya gelince, bu boş ve kof vicdanlarda böylesine
bir değerin ne ağırlığı ve ne sözü
edilir bir etkisi vardır.
HZ. ŞUAYB'IN GAYRETLERİ
Bu noktada Hz. Şuayb, Rabbinin yüceliğinden ve
ululuğundan kaynaklanan cesaretle gayrete geliyor.
Koruyucularının ve aşiretinin himayesinden
sıyrılıyor. Soydaşlarının, evrene
egemen olan gerçek güçlere ilişkin
değerlendirmelerindeki yanılgılarını yüzlerine
vuruyor. Bütün yaptıklarını bilgisi ile
kuşatan yüce Allah'a karşı edepsizlik
yaptıklarını haykırıyor. Son sözünü
söyleyerek soydaşları ile arasında inanç farklılığına
dayalı bir ara kesit çiziyor, Allah ile onların
aralarından çıkıyor, onlar gibileri bekleyen
azabın kara haberini veriyor, kendilerini tercih ettikleri
acı sonla başbaşa bırakıyor.
Aşiretim, nihayet bir grup insandır. Ne kadar güçlü
ve ne kadar. yıldırıcı olsalar da eninde
sonunda insandırlar, zayıf varlıklardır,
Allah'ın birkaç kuludurlar. Öyleyken size göre bunlar
Allah'dan daha mı üstündürler? Bu kimseler, sizi Allah'dan
daha mı çok korkutuyor, yüreklerinize O'nun saldığından
daha büyük bir heybet mi salıyor? Devam ediyoruz:
"Ki, Allah'a sırt çevirdiniz."
Bu ifâde "bir yana bırakma"yı ve "yüz
çevirme"yi somut biçimde anlatıyor. Bu özelliği
ile adamların davranışlarının çirkinliğine
çirkinlik katıyor. Öyle ya. Adamlar yüce Allah'ı bir
yana bırakıyorlar, O'na sırtlarını dönüyorlar.
Oysa O'nun yaratıklarındandırlar.
Rızıklarını veren, safasını sürdükleri
refahı kendilerine bağışlayan O'dur. Buna göre
onların yüce Allah'a sırt çevirmeleri kâfirlik,
gerçeği yalanlama ve değer bilmezlik olduğu kadar,
aynı zamanda da şımarıklık, nankörlük
ve utanmazlıktır. Ayetin son cümlesini okuyoruz:
"Hiç kuşkusuz yaptığınız her
hareket Rabbimin bilgisinin kapsamı içindedir."
"Kapsam içine alma", "kuşatma" bir
şeyi bilmenin, o şeye güç yetirmenin en somut
ifadesidir.
Hz. Şuayb'ın bu sözlerinde Rabbinin ululuğuna
ve yüceliğine dil uzatılan bir mü'minin öfkesi
okunuyor. Bu öfke kabarınca onun yanında soy gururu,
koruma ekibi gururu, aşiret ve ırkdaş gururu
barınamaz olur. Hz. Şuayb, soydaşlarını
koruma ekibi ile korkutmaya kalkışmıyor, bu amaçla
köpürüp küplere binmiyor. Onlara doğru elini
kaldırmıyor, döğmeye, yumruk sallamaya
kalkışmıyor ki, onlar ondan böyle bir tepki
bekliyorlar. Ya da koruma ekibi onlara karşı
muhafızlığını yapsın, artık
kendisininkinden başka bir yolun yolcuları
oldukları kesinleşen soydaşlarının
muhtemel saldırılarına göğüs gersin diye yan
gelip yatmıyor. İşte gerçek anlamı ile "iman"
budur. Mü'min, sadece Rabbi ile övünür. Rabbinden korkmayanların
yüreklerine korku salan bir koruma ekibinden hoşlanmaz.
Çünkü mü'min koruma ekibine ve soydaşlarına
değil, Rabbine ve dinine bağlıdır,
bunların üzerinde titrer, bunlara toz kondurmaya yanaşmaz.
İşte aslında İslâm düşüncesi ile
bütün zamanların ve bütün ülkelerin cahiliye düşüncesi
arasındaki yol ayırımı burasıdır.
Allah adına duyulan bu öfkeden, O'ndan başkası ile
övünmeye yanaşmamaktan, O'ndan başkasının
himayesine sığınmaya tenezzül etmemekten, Hz.
Şuayb'ın soydaşlarına yönelttiği o
"meydan okuma" eylemi doğuyor. O bu yüzden onlar
arasında kesin bir ayrılık çizgisi çizebiliyor.
Bunu yaparken soyca onlardan biri olduğunu umursamayabiliyor.
Bu durumda iki tarafın yolları, artık hiç birleşmemek
üzere ayrılıyor. Okuyoruz:
"Ey soydaşlarım, siz bildiğiniz gibi
hareket ediniz."
Yolunuza devam ediniz, bildiğinizden geri
kalmayınız. Artık sizden elimi çektim.
"Ben de bildiğim gibi hareket edeyim."
Kendi yolumdan gideyim, inandığım sisteme
uyayım:
"Hangimizin perişan edici bir azaba
uğrayacağını, hangimizin yalancı
olduğunu yakında göreceksiniz."
Ben mi, yoksa siz mi?
"Bekleyiniz; ben de sizinle birlikte bekliyorum."
Beni ve sizi bekleyen akıbeti gözleyiniz. Bu tehdit, Hz.
Şuayb'ın kendi geleceğinden emin olduğunun
mesajını verdiği gibi, aradaki köprülerin atılmış
olduğunun ve yolların iyice
ayrıldığının da mesajını
duyurmaktadır.
YOKOLUŞ SAHNESİ
Burada perde iniyor. Hz. Şuayb'ın bu son sözü
söylemesi ve araya kesin bir ayrılık çizgisi çizmesi
ile sahne kapanıyor. Arkasından yeni bir sahnenin
perdesi açılıyor. Bu sahnede adamların toptan helâk
oluşlarını, evlerinin orasına burasına
yığılıp kalmış cesetlerini
seyrediyoruz. Hz. Salih'in soydaşlarını
yakalayıp canlarını yere seren korkunç gürültü
onları da yakalayarak cansız yerlere
yatırmıştır. Akıbetleri, Hz. Salih'in
soydaşlarının acı sonu gibi olmuş,
evleri-barkları ıssız kalmıştır.
Sanki burada hiç evleri olmamıştı. Sanki
burası hiçbir zaman şenlik olmamış, evlerle
barklarla donanmamıştı. Tıpkı Hz.
Salih'in soydaşları gibi lânetle yolcu edilerek
göçüp gittiler. Varlık alemindeki sayfaları dürüldü,
anıları kalplerden siliniverdi.