O

Hüd

O

   

91- Medyenoğulları dediler ki; "Ey Şuayb, söylediklerinin çoğundan hiçbir şey anlamıyoruz. Seni aramızda güçsüz görüyoruz. Eğer aşiretin olmasaydı, seni taşa tutarak öldürürdük. Sen bizim gözümüzde saygın ve dokunulmaz bir kişi değilsin.

Adamların gönülleri bu kadar açık gerçeğe kapalı olduğundan, onu kavramak istemiyorlar. Bu yüzden;

"Dediler ki; `Ey Şuayb, söylediklerinin çoğundan hiçbir şey anlamıyoruz."` Ayrıca hayata ilişkin değerleri; görünür maddi güç kriteri ile ölçüyorlar. Okuyoruz:

"Seni aramızda güçsüz görüyoruz."

Hz. Şuayb'ın taşıdığı ve yüzlerine haykırdığı güçlü gerçeğin onların gözünde hiçbir ağırlığı, hiçbir önemi yoktur: Devam edelim:

"Eğer aşiretin olmasaydı, seni taşa tutarak öldürürdük."

Önem verdikleri değer inanç bağlılığı değil, aşiret taassubudur; gönül bağını umursadıkları yok, tek geçerli saydıkları bağ, kan ve soy bağıdır. Ayrıca yüce Allah'ın dostlarına yönelik kayırıcılığından da haberleri yok. O'nu hiç hesaba katmıyorlar. Okuyoruz:

"Sen bizim gözümüzde saygın ve dokunulmaz bir kişi değilsin."

Bize göre sen ne değerce ve onurca üstün bir kişisin ve ne de yıldırıcı ve ezici bir maddi gücün var. Bizim güçlülük ve saygınlık ölçümüz aile ve aşiret ölçüsüdür.

Böyledir bu. Vicdanlar tutarlı bir inanç sisteminden, yüce değerlerden ve üstün ideallerden yoksun kalınca yere kapaklanırlar, toprağa yapışırlar, kısa vadeli çıkarların ve dünya değerlerinin tutsağı olurlar. O zaman ne yüce bir çağrıyı ve ne de büyük bir gerçeği saygın görürler. Ayrıca böyle bir çağrının temsilcisini,, kaba kuvvet kullanarak susturmaktan da çekinmezler. Yeter ki, sığınacağı bir aşireti, saldırılara karşı kendisini koruyacak vurucu bir gücü olmasın. İnanca, gerçeğe ve haklı çağrıya saygı göstermeye, onları dokunulmaz saymaya gelince, bu boş ve kof vicdanlarda böylesine bir değerin ne ağırlığı ve ne sözü edilir bir etkisi vardır.

HZ. ŞUAYB'IN GAYRETLERİ

Bu noktada Hz. Şuayb, Rabbinin yüceliğinden ve ululuğundan kaynaklanan cesaretle gayrete geliyor. Koruyucularının ve aşiretinin himayesinden sıyrılıyor. Soydaşlarının, evrene egemen olan gerçek güçlere ilişkin değerlendirmelerindeki yanılgılarını yüzlerine vuruyor. Bütün yaptıklarını bilgisi ile kuşatan yüce Allah'a karşı edepsizlik yaptıklarını haykırıyor. Son sözünü söyleyerek soydaşları ile arasında inanç farklılığına dayalı bir ara kesit çiziyor, Allah ile onların aralarından çıkıyor, onlar gibileri bekleyen azabın kara haberini veriyor, kendilerini tercih ettikleri acı sonla başbaşa bırakıyor.

92- "Ey soydaşlarım, aşiretim sizin gözünüzde Allah'dan daha mı üstün, daha mı önemlidir ki, O'na sırt döndünüz, O'nu yabana attınız? Hiç kuşkusuz, yaptığınız her hareket Rabbimin bilgisinin kapsamı içindedir.

93- "Soydaşlarım, siz bildiğiniz gibi hareket ediniz, ben de bildiğim gibi hareket edeyim. Hangimizin perişan edici bir azaba uğrayacağını, hangimizin yalancı olduğunu yakında göreceksiniz. Bekleyiniz; ben de sizinle birlikte bekliyorum. "

Evet; "Sizin gözünüzde aşiretim, Allah'dan daha mı üstün, daha mı önemlidir?"

Aşiretim, nihayet bir grup insandır. Ne kadar güçlü ve ne kadar. yıldırıcı olsalar da eninde sonunda insandırlar, zayıf varlıklardır, Allah'ın birkaç kuludurlar. Öyleyken size göre bunlar Allah'dan daha mı üstündürler? Bu kimseler, sizi Allah'dan daha mı çok korkutuyor, yüreklerinize O'nun saldığından daha büyük bir heybet mi salıyor? Devam ediyoruz:

"Ki, Allah'a sırt çevirdiniz."

Bu ifâde "bir yana bırakma"yı ve "yüz çevirme"yi somut biçimde anlatıyor. Bu özelliği ile adamların davranışlarının çirkinliğine çirkinlik katıyor. Öyle ya. Adamlar yüce Allah'ı bir yana bırakıyorlar, O'na sırtlarını dönüyorlar. Oysa O'nun yaratıklarındandırlar. Rızıklarını veren, safasını sürdükleri refahı kendilerine bağışlayan O'dur. Buna göre onların yüce Allah'a sırt çevirmeleri kâfirlik, gerçeği yalanlama ve değer bilmezlik olduğu kadar, aynı zamanda da şımarıklık, nankörlük ve utanmazlıktır. Ayetin son cümlesini okuyoruz:

"Hiç kuşkusuz yaptığınız her hareket Rabbimin bilgisinin kapsamı içindedir."

"Kapsam içine alma", "kuşatma" bir şeyi bilmenin, o şeye güç yetirmenin en somut ifadesidir.

Hz. Şuayb'ın bu sözlerinde Rabbinin ululuğuna ve yüceliğine dil uzatılan bir mü'minin öfkesi okunuyor. Bu öfke kabarınca onun yanında soy gururu, koruma ekibi gururu, aşiret ve ırkdaş gururu barınamaz olur. Hz. Şuayb, soydaşlarını koruma ekibi ile korkutmaya kalkışmıyor, bu amaçla köpürüp küplere binmiyor. Onlara doğru elini kaldırmıyor, döğmeye, yumruk sallamaya kalkışmıyor ki, onlar ondan böyle bir tepki bekliyorlar. Ya da koruma ekibi onlara karşı muhafızlığını yapsın, artık kendisininkinden başka bir yolun yolcuları oldukları kesinleşen soydaşlarının muhtemel saldırılarına göğüs gersin diye yan gelip yatmıyor. İşte gerçek anlamı ile "iman" budur. Mü'min, sadece Rabbi ile övünür. Rabbinden korkmayanların yüreklerine korku salan bir koruma ekibinden hoşlanmaz. Çünkü mü'min koruma ekibine ve soydaşlarına değil, Rabbine ve dinine bağlıdır, bunların üzerinde titrer, bunlara toz kondurmaya yanaşmaz. İşte aslında İslâm düşüncesi ile bütün zamanların ve bütün ülkelerin cahiliye düşüncesi arasındaki yol ayırımı burasıdır. Allah adına duyulan bu öfkeden, O'ndan başkası ile övünmeye yanaşmamaktan, O'ndan başkasının himayesine sığınmaya tenezzül etmemekten, Hz. Şuayb'ın soydaşlarına yönelttiği o "meydan okuma" eylemi doğuyor. O bu yüzden onlar arasında kesin bir ayrılık çizgisi çizebiliyor. Bunu yaparken soyca onlardan biri olduğunu umursamayabiliyor. Bu durumda iki tarafın yolları, artık hiç birleşmemek üzere ayrılıyor. Okuyoruz:

"Ey soydaşlarım, siz bildiğiniz gibi hareket ediniz."

Yolunuza devam ediniz, bildiğinizden geri kalmayınız. Artık sizden elimi çektim.

"Ben de bildiğim gibi hareket edeyim."

Kendi yolumdan gideyim, inandığım sisteme uyayım:

"Hangimizin perişan edici bir azaba uğrayacağını, hangimizin yalancı olduğunu yakında göreceksiniz."

Ben mi, yoksa siz mi?

"Bekleyiniz; ben de sizinle birlikte bekliyorum."

Beni ve sizi bekleyen akıbeti gözleyiniz. Bu tehdit, Hz. Şuayb'ın kendi geleceğinden emin olduğunun mesajını verdiği gibi, aradaki köprülerin atılmış olduğunun ve yolların iyice ayrıldığının da mesajını duyurmaktadır.

YOKOLUŞ SAHNESİ

Burada perde iniyor. Hz. Şuayb'ın bu son sözü söylemesi ve araya kesin bir ayrılık çizgisi çizmesi ile sahne kapanıyor. Arkasından yeni bir sahnenin perdesi açılıyor. Bu sahnede adamların toptan helâk oluşlarını, evlerinin orasına burasına yığılıp kalmış cesetlerini seyrediyoruz. Hz. Salih'in soydaşlarını yakalayıp canlarını yere seren korkunç gürültü onları da yakalayarak cansız yerlere yatırmıştır. Akıbetleri, Hz. Salih'in soydaşlarının acı sonu gibi olmuş, evleri-barkları ıssız kalmıştır. Sanki burada hiç evleri olmamıştı. Sanki burası hiçbir zaman şenlik olmamış, evlerle barklarla donanmamıştı. Tıpkı Hz. Salih'in soydaşları gibi lânetle yolcu edilerek göçüp gittiler. Varlık alemindeki sayfaları dürüldü, anıları kalplerden siliniverdi.

 

 

O

 

O