Bu cevaplarından açıkça belli ki; Hz. Şuayb
ile alay ediyorlar. Sözlerin her kelimesi, her cümlesi, buram
buram alaycılık kokuyor. Ne var ki, cahilce,
anlayışsızca, bilgiden ve zekâdan yoksun,
körükörüne, inatçı insanların
alaycılıkları ile karşı
karşıyayız. Ne diyorlar?
"Ey Şuayb, atalarımızın
taptıkları ilahlara tapmayı
bırakmamızı ve mallarımız konusunda
dilediğimiz tasarrufları yapmaktan kaçınmamızı
emreden, empoze eden faktör, şu kıldığın
namaz mıdır?"
Bu adamlar anlamıyorlar ki -ya da anlamak istemiyorlar ki-
namaz bu inanç sisteminin gereklerinden ve Allah'a kulluğun,
Allah'ın kayıtsız egemenliğini benimsemenin
ifade biçimlerinden biridir; tek Allah'a inanmadan, gerek
kendilerinin ve gerekse atalarının Allah'ı bir yana
bırakarak taptıkları putları bırakmadan
bu inanç sisteminin varlığından söz edilemez;
bunun yanısıra bu inanç sisteminin ayakta durabilmesi
için ticarette, her türlü mal alışverişinde,
pratik hayatın her alanında, bütün insanlar arası
ilişkilerde yüce Allah'ın yasalarının
uygulanması gerekir. Bunlar organik bir bütün oluştururlar.
Ne inanç, namazdan ve ne de bunların ikisi pratik
hayatın yasalarından ve sosyal kurumlardan
ayrılamazlar.
İbadetler ile inanç ve her ikisi ile insanlar arası
ilişkiler arasındaki ilişkiyi yadırgayan bu
sakat zihniyeti kınamadan önce, Medyenliler'in bu binlerce yılın
gerisinde kalmış aptalca zihniyetini uzun uzun
karalamadan önce hatırlamamız iyi olur ki, günümüzün
insanlarının böyle bir çağrı
karşısındaki tepkileri, Hz. Şuayb'ın
soydaşlarının tepkilerinden farklı
değildir. Günümüzün içinde yaşadığımız
cahiliyesi, klasik cahiliyeden daha üstün, daha zeki ve daha
kavrayışlı değildir. Hz. Şuayb'ın
soydaşlarının benimsedikleri müşriklik,
putperestlik, günümüz insanlığının bir bütün
halinde benimseyip uyguladığı müşrikliğin,
putperestliğin aynısıdır. Yahudi
olduklarını, hristiyan olduklarını ve hatta müslüman
olduklarını söyleyenler de bu hükmün kapsamına
girerler. Bunların hepsi, inanç ve ibadet ile yasayı ve
insanlar arası ilişkileri birbirinden ayrı görürler.
İnanç ile ibadetleri Allah'a yöneltir, O'nun emirlerine
uygun yapmaya çalışırlarken yasalar ile insanlar
arası ilişkileri Allah dışındaki
kaynaklara dayandırırlar, bunları o
kaynakların direktiflerine göre düzenlerler. İşte
özü ve kökeni itibari ile müşriklik, putperestlik budur.
Gerçi şunu dikkatlerimizden kaçırmamalıyız
ki, günümüzde pratik hayatları ile insanlar arası
ilişkilerinin sözde inanç sistemlerine ve şeriatlerine
uygun olması konusunda titizlik gösterenler, sadece
yahudilerdir. Bunu söylerken onların inançlarının
sapıklığını ve şeriatlerinin tahrif
edilmişliğini bir yana bırakıyoruz. Bu
titizliklerinin bir örneği şudur: Bir süre önce
yahudi devletinin parlamentosu olan "Kresset" de bir
siyasi kriz çıkmıştı. Sebebi şuydu: Bir
İsrail feribotu yahudi olmayan yolcularına yahudi
şeriatında yasak olan yemekler veriyordu.
Tartışmaların sonunda gemi ve bağlı
olduğu şirket, yolcularına sadece yahudi
şeriatına uygun yemekler vermeye mecbur edildi, bu yüzden
ne kadar zarar edilirse edilsin, bu yasaya uyulacaktı. Müslüman
olduklarını iddia edenlerde böylesine bir dine bağlılık
nerede?
Günümüzde içimizde müslüman olduklarını söyleyen
öyleleri var ki, "İnançla ahlâk kuralları
arasında, özellikle inançla insanlar arası
ilişkiyi düzenleyen ahlâk kuralları arasında
herhangi bir ilişki yoktur" diyorlar.
Gerek yerli ve gerekse yabancı üniversitelerden diploma
almış, yüksek tahsillilerimiz önce şu
yadırgama içerikli soruları soruyorlar: İslâmın
kişisel davranışlarımızla ne ilgisi var?
İslâmın sahillerdeki çıplaklıkla ne ilgisi
var? İslâm ile kadının süslenerek sokağa çıkması
arasında ne ilişki var? İslâm ile cinsel
içgüdüyü şu ya da bu yolla tatmin etme arasında ne
ilişki var? İslâm ile sinirleri yatıştırmak
için bir kadeh içki içme arasında ne ilişki var?
İslâm ile "uygar" insanın
davranışları arasında ne ilişki var?
Acaba bu soruları ile Medyenlilerin "Atalarımızın
taptıkları ilahlara tapmayı
bırakmamızı emreden faktör şu
kıldığın namaz mıdır?" şeklindeki
soruları arasında ne fark var?
Aramızdaki bu yüksek öğrenimli kimseler ikinci
aşamada da dinin neden ekonomiye
karışmasını, inançla kişiler arası
ilişkiler arasında niçin ilişki kurulduğunu,
hatta insanlar arası ilişkiler ile inanç kökünden
kopuk, geleneksel ahlâk arasında nasıl olur da bağ
kurulduğunu sorarlar.' Sormak bir yana, böyle bir yaklaşıma
şiddetle karşı çıkarlar. Bu aşamaya
ilişkin bazı soruları şöyledir: Din, faizli
ekonomik ilişkilere ne karışır? Din,
uzmanlaşmış aldatmacılığa ve
hırsızlığa ne karışır? Yeter
ki, adam paçasını yürürlükteki kanunlara kaptırmasın.
Bu kadarı ile bile yetinmezler. Daha da ileri giderek
"eğer ahlâk kuralları, ekonomik hayata müdahale
ederse bu hayatı bozarlar" derler. Böylece Batıda
geliştirilmiş bazı ekonomik nazariyelerin
savunucularına -meselâ ahlâk yanlısı ekonomik
teorinin savunucularına- bile karşı çıkarlar,
onları eski çağlardan kalmış, modası geçmiş
teoriler sayarlar.
O halde eski cahiliyenin pençesinde kıvranan
Medyenliler'den kendimizi fazla üstün görmeyelim. Biz bugün
onlarınkinden daha koyu bir cahiliyenin pençesinde kıvranıyoruz.
Fakat bizim modern cahiliye çömezlerimiz bilgili, deneyimli ve
uygar oldukları iddiasındadırlar. Sosyal hayatta ve
çarşılardaki alışverişlerde Allah
inancı ile kişisel davranışlar arasında
bağ kuranları gericilikle, bağnazlıkla ve
"çağdışı"lıkla suçlamaktadırlar.
Kalplerdeki Allah'ın birliğine yönelik inanç ile kişisel
davranışlara ve insanlar arası ilişkilere
ilişkin ilahi yasaları bir yana bırakarak bu
alanlarda yeryüzü kanunlarına bağlanmak, birbiri ile
bağdaşmaz. Allah'ın birliğine inanmak ile müşriklik,
putperestlik aynı kalpde birarada barınamaz. Müşrikliğin,
putperestliğin türlü türlü renkleri vardır. Bir
rengi de şimdi içinde yüzdüğümüz müşrikliktir.
Bu, müşrikliğin aslı ve özüdür; bütün
zamanların ve bütün ülkelerin `müşriklerinin
buluştukları, ortak zemindir.
Günümüz insanları, "Allah birliği"
ilkesinin gèrçek çağırıcıları ile
nasıl utanmadan alay ediyorlarsa, o zaman da Medyenliler, Hz.
Şuayb ile alay ederek ona şöyle diyorlardı:
"Aslında sen yumuşak huylu, uslu ve aklı
başında bir adamsın."
Böyle söylüyorlar, ama aslında söyledikleri sözlerin
anlamının tam tersini kasdediyorlar. Onlara göre iyi
huyluluk ve olgunluk, atalarının taptıkları
putlara hiç düşünmeden körükörüne tapmaları ve
ibadetleri ile çarşı-pazar işlemleri arasında
bağ kurmamaktır. Tıpkı bu konuda kendileri
gibi düşünmeyenleri bağnazlıkla ve çağdışılıkla
karalamaya kalkışan günümüzün sözde aydınları
ve uygarları gibi.
VE DÖNEKLİK
Hz. Şuayb, taşıdığı gerçeğin
doğruluğuna güvenen bir dava adamının
soğukkanlılığı ile soydaşlarına
cevap verirken, yumuşak konuşuyor. Yetersiz ve cahil
olduklarını bildiği için alaycılıklarına
aldırış etmiyor, bu terbiyesizliklerini
umursamıyor. Son derece tatlı bir dille onlara anlatmaya
çalışıyor ki, Rabbinden gelen kesin belgelerin
kılavuzluğu altındadır; bunu kalbinin
derinliklerinde hissediyor, söylediğinin
doğruluğundan emindir. Çünkü soydaşlarına
verilmeyen bilgi, kendisine verilmiştir. O, onları
ticari işlemlerde dürüst davranmaya çağırırken,
bu çağrının sonuçlarından kendisi de
etkilenecektir. Çünkü onun da malı ve başkaları
ile kurulmuş ticari ilişkileri vardır. Buna göre
onlara yönelttiği çağrının ardında
kişisel çıkar aramamaktadır. Onlara
yasakladığı yolsuzlukları kendi yapıp da
müşterilerini ele geçirmek, pazarı tek
başına kapatmak istememektedir. Amacı hem
onları, hem kendisini ve hem de tüm insanları
ıslah etmek, kötü alışkanlıklarından
arındırmaktır. Onları benimsemeye çağırdığı
ilkeler, sandıkları gibi, kendilerine, ticaretlerine
zarar getirmeyecektir.