84- Medyenoğulları'na da kardeşleri
Şuayb'ı peygamber olarak gönderdik. Şuayb dedi ki;
"Ey soydaşlarım, sadece Allah'a kulluk sununuz,
O'ndan başka ilahınız yoktur. Birşey ölçer
ya da tartarken eksik ölçüp tartmayınız. Bolluk içinde
olduğunuzu görüyorum, ama sizin hesabınıza
kıyamet gününün geniş kapsamlı azabından
korkùyorum. "
Ayetin birinci bölümünde yüce Allah'ın ortaksız
egemenliğinin benimsenmesi telkin ediliyor. Bu ilke,
inancın da, hayat sisteminin de, yasal düzenin de, insanlar
arası ilişkilerin de temelidir. Bu temel ilke
olmadıkça ne inanç, ne ibadet ve ne de insanlar arası
ilişkiler ayakta durabilirler. Şimdi de ayetin ikinci
kısmı ile sonraki iki ayeti inceleyelim:
" .
Bir
şey ölçer ya da tartarken eksik ölçüp tartmayınız.
Bolluk içinde
olduğunuzu görüyorum, ama sizin hesabınıza
kıyamet gününün geniş kapsamlı azabından
korkuyorum.
85- "Ey soydaşlarım, bir şey ölçer ya da
tartarken adalete uyarak ölçüyü ve tartıyı tam
tutunuz.' Halkın mallarına düşük değer biçmeyiniz.
Yeryüzünde kargaşa çıkarıp dirliği
bozmayınız. "
86- "Eğer mü'min kimseler iseniz, Allah'ın size
bıraktığı pay, hakkınızda daha
hayırlıdır. Ben sizi gözetlemekle, korumakla
görevli değilim. "
Bu ayetlerin gündeme getirdikleri mesele -Allah'ın
birliğine ve kayıtsız egemenliğine inanma
meselesinden sonra- adalet, dürüstlük ve güvenirlik meselesi,
ya da Allah'a inanma ve ortaksız egemenliğini benimseme
ilkesinden kaynaklanan yasa ve insanlar arası ilişkiler
meselesidir. Sebebine gelince, Medyenliler'in yurdu, Hicaz'ı
Şam'a bağlayan ana yol üzerinde idi. Bu yüzden ana
geçim kaynakları ticaret idi. Fakat ticaretleri
sırasında ölçüde ve tartıda hile yapıyorlar,
ayrıca halkın mallarını düşük fiyata
satın alıyorlardı. Bu, mertliği ve şerefi
zedelediği gibi, insanın kalbini ve elini de kirleten
çirkin bir huydu. Bunun yanısıra işlek bir ticaret
yolu üzerinde oturdukları için, Arap Yarımadası'nın
güneyi ile kuzeyi arasında gidip gelen kervanların
yollarını kesebiliyorlar, önlerine çıkıp
haraç isteyebiliyorlar ve yüce Allah'ın bu surede sözünü
ettiği yolsuz kazanç türlerinden canlarının
istediğini yolculara dayatıyorlardı.
İşte Allah'ın birliğine inanmak ve O'nun
ortaksız egemenliğine teslim olmak ilkesi ile güvenilirlik,
dürüstlük, temizlik, insanlar arasındaki ilişkilerde
adalete uymak, alırken ve verirken şerefli davranmak,
gerek fertlerin ve gerekse devletin işlediği gizli
hırsızlıklarla, yolsuzluklarla mücadele etmek arasındaki
ilişki burada kendini gösterir. Allah'ın birliğine
inanmak ile O'nun ortaksız egemenliğini benimsemek, bu
fonksiyonu ile insana daha yaraşır bir sosyal
hayatın teminatı olduğu gibi, sosyal adaletin ve
sosyal barışın da güvencesidir. Allah korkusuna ve
O'nun hoşnutluğunu kazanma arzusuna dayanan tek güvence
budur. Bu güvence bu niteliği ile şahsi çıkarlara
ve keyfi arzulara göre oynaklık göstermeyen sarsılmaz
bir temele dayanmış olmaktadır.
İnsanlar arası ilişkiler ve ahlâk kuralları,
mutlaka değişken faktörlerden etkilenmeyen, sağlam
bir temel üzerine oturtulmalıdır. İslâmın görüşü
budur. Bu görüş ile sosyal ilişkileri ve ahlâk
kurallarını, insan düşüncelerine, insan yorumlarına,
insanlarca ortaya konmuş kurumlara ve görülebilen
şahsi çıkarlara dayandıran teoriler arasında
köklü bir farklılık vardır.
Eğer sosyal ilişkiler ile ahlâk kuralları
değişmez bir tabana oturtulursa, maddi ve kısa
vadeli çıkarlardan etkilenmedikleri gibi sosyal çevre ile
bu çevreye egemen olan yozlaştırıcı
etkenlerden de etkilenmezler.
O zaman ahlâk kurallarının ve insanlar arası
ilişkilerin belirleyici faktörü toplumda egemen olan "üretim
tarzı" olmaz. Başka bir deyimle toplumların göçebelik-çobanlık
dönemlerinde başka, tarım toplumlarında başka
ve endüstri aşamasındaki toplumlarda başka ahlâk
kuralları ve sosyal ilişkiler geçerli olmaz. Eğer
hayatın tüm kesimlerini kapsayan yasaların
kaynağı, yüce Allah'ın hukuk sistemi (Şeriatı)
olursa, eğer ahlâkın temel dayanağı yüce
Allah'ın hoşnutluğunu kazanarak vereceği
sevabı elde etmek ve biçeceği cezadan korunmak olursa,
bu değişken faktörler ahlâk kuralları ve insanlar
arası ilişkilerde etkili olamazlar. İnsan ürünü
teorilerin savunucuları, ahlâk kurallarının
ekonomik ilişkilerin ve toplumun gelişmişlik düzeyinin
bağımlı sonuçları olduklarını
ballandıra ballandıra anlatırlar. Oysa İslâmcı
ahlâk görüşünün ışığı
altında bu yaklaşım geçersiz kalır. Bu açıklamayı
burada noktalayarak şimdi ayetleri inceleyelim:
"Bir şey ölçer ya da tartarken eksik ölçüp
tartmayınız. Bolluk içinde olduğunuzu görüyorum."
Yüce Allah size bol kazanç bağışladı.
Daha çok kazanmak için böyle alçakça yollara başvurmaya
muhtaç değilsiniz. Eğer eksik ölçüp tartmaktan kaçınırsanız
fakir düşecek, maddi zarara uğrayacak değilsiniz.
Tersine gerçekleştirdiğiniz hileli ticari işlemler,
yaptığınız yolsuz alışverişler,
içinde yaşadığınız bu bolluğu, bu
refahı tehdid edici bir faktördür. Devam ediyoruz:
"Ama sizin hesabınıza kıyamet gününün
geniş kapsamlı azabından korkarım."
Bu azapla ahirette, yüce Allah'ın katında yüzyüze
geleceğiniz gibi, daha dünyadayken de yüzyüze
gelebilirsiniz. Bu şöyle olur. Yaptığınız
hileler ve bunların doğuracağı kinler sosyal
hayatta ve ticari ilişkilerde acı meyvalarını
verir. İnsanlar bütün gündelik davranışlarında,
bütün sosyal ilişkilerinde ve bütün sürtüşmelerinde
birbirlerinin darbesini yerler.
Hz. Şuayb, bu dürüstlüğe ilişkin öğüdünü
demin "hile yapmayın" şeklinde vermişti.
Şimdi ise aynı öğüdü "doğru olun"
şeklinde tekrarlıyor. Okuyalım:
"Ey soydaşlarım, bir şey ölçer ya da
tartarken adalete uyarak ölçüyü ve tartıyı tam
tutunuz."
"Ölçüyü ve tartıyı tam tutma" ifadesi
"eksik ölçüp tartmama" ifadesinden daha güçlüdür.
Çünkü birinci ifade "müşteri lehine işleyecek
bir fazlalık" yapma tarafına daha
yakındır.
Bu ifade somut çağrışım zenginliği
taşır. Çünkü "tam tartma", "eksik
ölçüp tartmama"dan farklı çağrışımlara
yolaçar. Çünkü bu ifade, kolaylaştırma ve
karşı tarafın hakkını tanıma açısından
daha yüklüdür. Devam ediyoruz:
"Halkın mallarına düşük değer biçmeyiniz."
Bu ifade, hem ölçülebilir ve hem de tartılabilir bütün
malları ve eşyayı içine alır. Her tür eşyanın
doğru değerlendirmesini emreden kapsamlı bir
direktiftir. Tartarken, ölçerken, fiyatlandırırken
maddi ve manevi anlamda değer biçerken hile yapmayı
yasaklar. Emekler, davranışlar, beceriler ve nitelikler
de bu kapsama girer. Çünkü aslında somut nesneler için
kullanılan "şey" sözcüğü, kimi zaman
soyut değerler için de kullanılır.
İnsanların mallarına düşük değer biçerek
onları aldatmak, bir zulüm türü olmasının
ötesinde, insanların vicdanlarına kötü duyguların
tohumlarını da eker. Acı, kin; adaletten, iyilikten
ve doğru değerlendirme kriterlerinden umut kesmek, sözünü
ettiğimiz kötü duyguların
başlıcalarıdır. Bu duygular. toplumsal
birliği, kişiler arası ilişkileri, sosyal
dayanışmayı, fertlerin vicdanlarını ve
duygu dünyalarını sarsıntıya
uğratırlar. Sosyal hayatta hiçbir sağlıklı
kurum ve değer bırakmazlar. Devam ediyoruz:
"Yeryüzünde kargaşa çıkarıp dirliği
bozmayınız."
Ayetteki "tasev" kelimesinin kökü olan
"usuv" sözcüğü "bozgunculuk yapmak"
demektir. Yani bile bile kargaşa çıkarmayınız;
kargaşa olsun, işler karışsın diye çalışarak
toplumun dirliğini sarsmayınız.
Ayette daha sonra hilekârlığı
alışkanlık haline getirmiş olan bu
adamların vicdanları uyarılmaya çalışılıyor.
Ölçüyü ve tartıyı eksik tutarak, halkın
ellerindeki mallara düşük değer biçerek elde
edecekleri kirli kazançtan daha kalıcı bir yarara
dikkatleri çekilmeye çalışılıyor. Okuyoruz:
"Eğer mü'min kimseler iseniz, Allah'ın size
bıraktığı pay, hakkınızda daha
hayırlıdır."
Arkasından kendilerini bu çağrı ile
başbaşa bırakarak aradan çekiliyor. Onlara
kendisinin hiçbir şey yapamayacağını
belirtiyor. Ayrıca onları kötülükler
den
ve azaptan da
korumakla görevli değildir. Onları
sapıklıktan korumakla görevli olmadığı
gibi sapıtmalarından sorumlu da değildir. Onun tek
görevi, ilahi mesajı duyurmaktı ki, o görevi de yerine
getirmişti. Okuyalım:
"Ben sizi gözetlemekle; korumakla görevli değilim."
Bu tür bir ifade, karşı tarafa meselenin ciddiyetini
ve sorumluluklarının ağırlığım
hissettirir. Onları aracısız ve koruyucusuz olarak
davranışların akıbeti ile yüzyüzè getirir.
BOZGUNCULAR
Fakat Hz. Şuayb'ın soydaşları, iyice
azmış; sapıklıkta, bozgunculukta ve
haksız kazanç .yolunda kaşarlanmış bir
toplumdu. Okuyoruz: