55- "Siz ve Allah dışında O'na ortak
koştuğunuz ilahlar hep birlikte bana istediğiniz
tuzağı kurunuz, sonra da bana hiç mühlet vermeyiniz.
"
56- "Ben, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a dayandım.
Hiçbir canlı yoktur ki, perçemi O'nun avucu içinde olmasın.
Hiç kuşkusuz benim Rabbim, doğru yoldadır. "
57- "Eğer benim çağrıma sırt dönecek
olursanız, ben size gönderilen mesajı duyurdum. Rabbim,
sizin yerinize başka bir toplum getirir. Siz O'na hiçbir
zarar dokunduramazsınız. Hiç kuşkusuz, her
şey Rabbimin gözetimi ve denetimi altındadır.
Bu sözler Hz. Hud'un soydaşları ile arasındaki
tüm köprüleri atan bir başkaldırı bildirisidir.
Oysa o güne kadar kendini onlardan biri, onların
kardeşi sayıyordu. Fakat bu son sözleri ile onlara karşı
kesinlikle başkaldırıyor. Yüce Allah'ın
yolundan başka bir yolu kesin olarak benimsedikleri için
aralarında kalmaktan korkuyor. Aralarındaki inanç bağı
tamamen koptuğu için, başka hiçbir bağın
birarada tutamayacağı bu iki karşıt grup
arasında bütün iplerin koptuğunu dile getiriyor bu
erkekçe sözler.
Bu arada Hz. Nuh, bu meydan okuyuşuna bir ileri
adımla daha pekiştiriyor. Sapıtmış
soydaşları ile ilişkilerini kestiğine,
onlardan koptuğuna, onlarla hiçbir ilgisinin kalmadığına
dair yüce Allah ı şahit tutuyor. Arkasından da yüzlerine
vurduğu bu ilişki kesme kararına;
soydaşlarının kendilerini de tanık tutuyor. Böylece
artık onlardan biri olarak yaşamak istemediğini;
bunun akıbetinden korktuğunu kesinlikle bilmelerini
istiyor.
Bütün bunları dile getirirken, imanın
vakarını, mü'min olmayanlara tepeden baktıran
onurunu, güvenini ve gönül huzurunu ses tonuna ve cümlelerine
güçlü bir vurgu ile yansıtmayı ihmal etmiyor.
Hz. Hud'un bu meydan okuyuşu insani hayrete ve
dehşete sürüklüyor. Sebebine elince, kendisi tek başınadır.
Bu yalnızlığına rağmen sert, kaba ve sözden
anlamaz bir topluma karşı koyuyor.
Karşısındakiler o kadar cahildirler ki, düzmece
ilahlarının birini çarpabileceğine ve bu yüzden
akli dengesinin bozulabileceğine inanıyorlar. Bunun
yanısıra insanları tek Allah ilkesine çağırmanın
çarpılma sonucu ortaya çıkan bir saçmalama olabileceğini
düşünüyorlar. İşte uydurma ilahlarına bu
denli güvenen bir toplumun karşısına tek
başına dikilerek, inançlarının budalaca bir
saplantı olduğunu haykırmak, onları paylamak,
azarlamak, meydan okuyarak bam tellerine basmak hayret verici,
dehşete düşürücü bir yiğitliktir. Onlara
karşı hazırlık yapmak üzere kendisine mühlet
vermelerine razı olmadığı gibi, kendileri ile
başbaşa kalıp öfkelerinin yatışmasına
da fırsat tanımıyor. Tersine üzerlerine
üzerlerine gidiyor.
Gerçi insan bu sert ve kaba topluma karşı böylesine
yiğitçe meydan okuyan yalnız bir adamı düşününce
dehşete kapılıyor, ama bu cesaretin etkenlerini ve
sebeplerini irdeleyince kapıldığı dehşet
duygusu yokoluyor.
Bu cesaretin ardında iman, güven ve gönül rahatlığı
yatar. Bu yiğitlik yüce Allah'a inanmaktan, O'nun vaadine
umut bağlamaktan ve desteğine güvenmekten kaynaklanıyor.
Bu inanç kalple bütünleşince, yüce Allah'ın zafere
ilişkin vaadi -bu kalp için- elle tutulur, somut bir gerçeğe
dönüşüyor. Kalbin sahibi bu zaferden bir an bile kuşku
duymuyor. Çünkü bu güven duygusu göğsündeki kalbini
doldurduğu gibi avuçlarını da dolduruyor.
Artık bu zafer müjdesi, bilinmezliğin
karanlığına gömülmüş, geleceğe dönük
bir beklenti değildir. O gözlerin gördüğü ve kalbin
algıladığı somut, şimdiki zamanda varolan
bir realitedir. Şimdi Hz. Hud'un bu yiğitçe sözlerini
okuyalım:
"Hud dedi ki; `Ben Allah'ı şahid tutuyorum,
ayrıca siz de şahit olunuz ki, ben O'na
koştuğunuz ortaklardan uzağım."
Allah'a ortak koştuğunuz düzmece ilahlarınızla
hiçbir ilişkimin olmadığına dair önce yüce
Allah'ın kendisini şahit tutarım. Ayrıca bu
konuda siz kendiniz de bana şahit olunuz ki, bu
taptığınız ilahlardan uzağım. Bu
şahitliğiniz, ilerde aleyhinize işleyecek bir
delildir. Yüce Allah'a yakıştırdığınız
bu ortaklarla en ufak bir ilgimin olmadığını
size açık açık ilan ettiğimi ilerde bu
tanıklığınız da ispatlayacaktır.
Bunun yanısıra birinin beni çarptığını
sandığınız o ilahlarınız, siz
biraraya geliniz ve bana karşı elinizden gelen
tuzağı kurunuz, bunun için bana hiçbir mühlet tanımayınız,
hiçbir savunma fırsatı vermeyiniz. Hiçbiriniz umurumda
değilsiniz. Sizden hiç korkmuyorum. Çünkü;
"Ben, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a dayandım."
Ne kadar inkâr etseniz de ne kadar yalanlasanız da bu gerçek
geçerlidir. Yüce Allah'ın benim de sizin de Rabbimiz
olduğu gerçeği. Tek Allah hem benim ve hem de sizin
Rabbinizdir. Çünkü o herkesin ve her şeyin tek Rabbidir,
ne işi ve ne de ortağı vardır. Şunu da
iyi biliniz ki;
"Hiçbir canlı yoktur ki, perçemi O'nun avucu
içinde olmasın."
Burada ezici iradeyi ve üstün gücü ifade eden somut bir
tablo ile karşı karşıyayız: Tablo, insan
da dahil olmak üzere yeryüzünde hareket eden bütün canlıların
perçeminden tutan, üstün gücü canlandırıyor. "Perçem"
alnın üst kısmına denir. Bu tasvirle ezici irade,
tartışmasız üstünlük ve karşı konulmaz
egemenlik ifade ediliyor. İfadede, içinde bulunduğumuz
duruma, Hz. Hud'un soydaşlarının
kalabalığına ve sertliğine uygun düşen,
onların gövdelerinin, vücud yapılarının
iri-yarılığı ile algılarının ve
duygularının katılığı ile
uyuşan sertlikte, somut bir görüntü çiziliyor. Hemen
arkasından ilahi yasaların doğrultularındaki
sapmazlığı ve eğrilmezliği vurgulayan bir
değerlendirme cümlesi geliyor. Okuyoruz:
"Hiç kuşkusuz benim Rabbim, doğru yoldadır."
Bütünü ile dile gelen kavram güçlülük, doğrultu
sapmazlığı ve kararlılık
kavramıdır.
Bu güçlü ve keskin çizgili ifadelerde Hz. Hud'un sergilediği
o tepeden bakmanın, o yiğitçe meydan okumanın
sırrını buluyoruz. Bu ifadeler, Allah'ın
peygamberi Hz. Hud'un vicdanında
taşıdığı Allah imajının gerçek
tablosunu gözlerimizin önüne seriyor. O bu gerçeği
belirgin bir algılayışla içinde buluyor. O'nun ve
diğer tüm yaratıkların Rabbi olan Allah güçlü
ve ezici iradelidir;
"Hiç
bir canlı yoktur ki, perçemi O'nun avucu içinde olmasın."
Şu kaba ve
sert soydaşları da yüce Allah'ın perçemlerini
avucu içine alarak üstün gücü ile kahredebileceği
canlıların bir bölümünü oluştururlar. O halde
onlardan niye korksun ki, onları niye umursasın ki?
Eğer onlar başına musallat olacaklarsa, ancak yüce
Allah'ın izni ile başına musallat olabilecekler.
Onlar ile yolu ayrı düştüğüne göre artık
aralarında barınamaz. Eğer ilahi çağrıyı
seslendiren dava adamı bu gerçeği vicdanına
yerleştirirse, içine sindirirse, o zaman ne akıbeti
konusunda kalbinde herhangi bir kuşku kalır ve ne de
yoluna devam etmesi konusunda en ufak bir tereddüde düşer.
Bu güven, bütün dönemlerin seçkin mü'minlerinin
kalplerinde beliren biçimi ile ilahlık gerçeğini
yansıtır.
Yüce Allah'ın gücünden kaynaklanan meydan okuma ve bu
gücün kahredici ve iş bitirici üstünlüğü ile
ortaya serilişi bu dereceye varınca Hz. Hud,
soydaşlarını uyarmaya ve korkutmaya girişiyor.
Okuyoruz:
"Eğer çağrıma sırt çevirecek olursanız,
ben size gönderilen mesajı duyurdum."
Ben Allah'a karşı görevimi yerine getirdim. Artık
benden günah gitti. İşinizden elimi çekiyor ve sizleri
yüce Allah'ın ezici gücü ile karşı
karşıya bırakıyorum. Okumaya devam ediyoruz:
"Rabbim, sizin yerinize başka bir toplum getiri
r."
Sizler bu azgınlığınız, bu
zalimliğiniz ve bu sapıklığınız yüzünden
helâk edildikten sonra yerinizi alacak olan insanlar yüce Allah'ın
çağrısına olumlu cevap vermeye yatkın, O'nun
göstereceği yoldan dosdoğru gitmeye istekli kimseler
olurlar. Şunu da unutmayınız ki;
"Siz O'na hiçbir zarar dokunduramazsınız."
Böyle bir işe kalkışmaya gücünüz yetmez. Ayrıca
sizin yokoluşunuz O'nun evreninde herhangi bir boşluk,
herhangi bir eksiklik doğurmaz. Devam ediyoruz:
"Hiç kuşkusuz, her şey Rabbimin gözetimi ve
denetimi altındadır."
Dinini ve dostlarını korur, yasalarını size
çiğnetmez. Sizi öylesine sıkı bir gözetim altına
alır ki, yakanızı O'ndan kurtaramazsınız,
kaçmakla O'ndan kurtulamazsınız.
Bunlar son ve keskin çizgili sözlerdi. Artık söz faslı
bitmiş, tartışma kapanmıştı.
Şimdi tehdidin ve korkutmanın gerçekleşmesi
aşamasına gelinmişti.