TUFAN SAHNESİ
42- Gemi, içindeki yolcularla birlikte dağ gibi dalgalar
arasında akıyor, yolalıyordu. O sırada Nuh,
bir kenarda duran oğluna "Yavrum, bizimle birlikte
gemiye bin, kâfirler arasında kalma" diye seslendi.
43- Oğlu "Beni sulardan koruyacak bir dağa
sığınacağım " dedi. Nuh, ona "Bugün
Allah'ın emrinden kurtaracak hiçbir güç yoktur, sadece
O'nun esirgedikleri kurtulabilir" dedi. Tam bu sırada
aralarına bir dalga girdi de Nuh'un oğlu
boğulanların arasına katıldı.
Bu sahnede iki tür korkunçlukla karşı
karşıyayız. Biri suskun tabiatın saçtığı
dehşet, öbürü ise insan psikolojisini ürperten dehşet.
Bu iki dehşet birbirine ekleniyor. Ayeti incelemeye çalışalım:
"Gèmi, içindeki yolcularla birlikte dağ gibi
dalgalar arasında akıyor, yolalıyordu
."
Bu korkunç ve belirleyici anda Hz. Nuh, etrafına
bakıyor ve farkediyor ki, oğullarından biri geminin
dışında bir kenardadır, kendileri ile birlikte
değildir. Bunun üzerine gönlünde babalık şefkati
uyanıyor. Bu şefkatin yanık yürekliği ile
ailesinden ayrı düşen oğluna sesleniyor:
"Yavrum, gel, bizimle birlikte gemiye bin, kâfirler arasında
kalma."
Fakat asi çocuk, baba şefkatini umursamaz.
şımarık ve kendini beğenmiş
delikanlı, dehşetin yaygınlık derecesini
kavramaktan uzâk bir gamsızlıkla babasına cevap
verir:
"Beni sulardan koruyacak bir dağa
sığınacağım."
Fakat dehşetin mahiyetini, işin içyüzünü kavramış
olan baba, oğluna son kez sesleniyor:
"Bugün Allah'ın emrinden kurtaracak hiçbir güç
yok, sadece O'nun esirgedikleri kurtulabilir."
Bugün insanı ne dağlar, ne sığınaklar
kurtarabilir. Ne koruyucular, ne de arka çıkanlar işe
yarayabilir. Sadece yüce Allah'ın esirgediği kimseler
paçayı kurtarabilir.
Bu sırada sahnenin görüntüsü, çehresi ansızın
değişiyor. Bir de bakıyoruz, ki,
ortalığı kaplayan amansız bir dalga her
şeyi yutuvermiştir:
"Tam bu sırada aralarına bir dalga girdi de
Nuh'un oğlu boğulanların arasına
katıldı."
Bizler binlerce yıl sonra
kapıldığımız dehşetin tüyler
ürperticiliği ile nefeslerimizi tutuyoruz. Sanki bu sahne
şu anda gözlerimizin önünden geçiyor. Gemi, içindeki
yolcularla birlikte dağ gibi dalgalar arasında akıp
gidiyor. Yanık yürekli baba, yani Hz. Nuh, arka arkaya
feryad ediyor. Kendini beğenmiş bir delikanlı olan
oğlu, bu ısrarlı çağrılara cevap
vermekten kaçınıyor. Derken ortalığı
kaplayan sarsıcı bir dalga göz açıp kapayana
kadar aradaki diyaloğu noktalıyor, inanılmaz bir
hızla işi bitiriveriyor. Sanki ne çağıran
vardı ve ne de cevap veren!
Buradaki canlı insan psikolojisinin derinliklerinde
yaşanan dehşetin aynı çaptaki bir eşi,
cansız tabiatın bağrında, da
yaşanıyor. Önce yatağında uslu uslu akan su,
sonradan azgın bir dalgaya dönüşüyor. Gerek suskun
tabiatın bağrında doğan ve gerekse insan
psikolojisinin derinliklerinde fırtınalar koparan bu iki
dehşet, aynı derecede tüyler ürperticidir. Tabiat ile
insan ruhunun derinlikleri arasındaki bu uyum, Kur'an'daki
"tasvir" sanatının belirgin bir örneğidir.
FIRTINA DİNİYOR
Derken fırtına diniyor, her taraf duruluyor, iş
bitiyor. Bu doğal durulmaya paralel olarak ayetlerin
kelimelerinde de, bu kelimelerin vicdanlara ve kulaklara
yansıyan titreşimlerinde de bir yavaşlama, bir
frekans düşüklüğü meydana geliyor.
44- Bir süre sonra yere "Ey yer, suyunu yut " ve göğe
"Ey gök, yağmurunu tut " déndi. Bunun üzerine
sular çekildi, Allah'ın emri gerçekleşti ve gemi
Cudi'ye oturdu. Bu sırada "Kahrolsun zalimler güruhu
" diyen bir ses duyuldu.
Görüldüğü gibi burada yere ve göğe, bunlar sanki
sözden anlar, akıl sahibi canlılarmış gibi
sesleniyor. Onlar da bu belirleyici buyruğa
karşılık vererek yer suyunu yutuyor ve gök de yağmurunu
tutuyor. Tekrar okuyoruz:
"Bir süre sonra yere `Ey yer, suyunu yut' ve göğe `Ey
gök, yağmurunu tut' dendi. Bunun üzerine sular çekildi."
Yer suyunu yutup bağrına çekti, yüzeyindeki sular
kurudu. Böylece; "Allah'ın emri gerçekleşti."
Yüce Allah'ın hükmünün gereği yerine geldi. Ve;
"Gemi Cudi'ye oturdu."
Gemi, Cudi dağı üzerine oturdu. Derken;
"Bu sırada `kahrolsun (ırak olsun), zalimler güruhu"
diyen bir ses duyuldu."
Burada kısa, kesin dilli ve
taşıdığı havayı son derece
etkileyici bir biçimde ifadé eden bir cümle ile karşılaşıyoruz.
Cümlede "edilgen" bir yüklem kullanılıyor
"dendi" deniyor. Kimin dediği belli değil. Bu
ifade sanki sözü edilen adamların davaları ve
dosyaları dürülüyor gibi bir izlenim bırakıyor
zihnimizde. Tekrarlıyoruz:
"Bu sırada `kahrolsun (ırak olsun), zalimler güruhu'
diyen bir s
es
duyuldu."
Bu zalimler, hayattan uzaklaştırıldılar,
kahroldular. Çünkü yokolup gittiler. Yüce Allah'ın
rahmetinden uzaklaştırıldılar; çünkü
lânete uğradılar. Hafızalardan
uzaklaştırıldılar; çünkü silinip gittiler.
Artık ne dillerde adları ve ne de belleklerde
anıları kaldı!
KEDERLİ BABANIN YAKARIŞI
Artık fırtına dindi, dehşet yerini sükunete
bıraktı, gemi Cudi dağına oturdu.
İşte o anda Hz. Nuh'un, oğlunu azgın dalgalara
kurban vermiş kederli babanın yüreğinde evlât acısı
depreşiyor.
45- Nuh, Rabbine seslenerek dedi ki; "Ey Rabbim, oğlum
ailemin bir bireyi idi, senin vaadin de gerçektir ve sen
kesinlikle hüküm verenlerin en yerinde hüküm verenisin. "
Ey Rabbim! Oğlum, ailemin bireylerinden biridir. Sen
ailemin kurtulacağım bana vadetmiştin. Senin vaadin
gerçektir. Senin hükümlerinin en yerinde hükümler olduğu
kesindir. Verdiğin her hüküm mutlaka bir gerekçeye, bir
ön tasarıya dayanır.
Hz. Nuh, yüce Allah'a böyle seslenirken yüce Allah'dan,
ailesini kurtaracağına ilişkin vaadini yerine
getirmesini istediğini belirten bir dil kullanıyor. Yüce
Allah'dan, bu vaadine ve bu hükmüne ilişkin hikmetini gerçekleştirmesini
diliyor.
Yüce Allah, Hz. Nuh'un bu isteğine hemen cevap veriyor.
Bu cevapta kendisine aklından çıkarmış göründüğü
şu önemli gerçeği hatırlatıyor: Yüce Allah'ın
katında, O'nun dininde ve değerlendirme terazisinde
"aile" birliği, soy ve kanmağı
ortaklığına değil, inanç ortaklığına
dayanır. Bu delikanlı mü'min olmadığına
göre Hz. Nuh'un ailesinden değildi. Çünkü Hz. Nuh,
mü'min bir peygamberdi. Hz. Nuh'a verilen bu cevabın dili
kesin, açıklamalı ve vurguludur. Hatta oldukça serzenişli,
paylamalı ve azarlayıcıdır. Okuyoruz:
46- Allah dedi ki; "Ey Nuh, o oğlun senin ailenden
değildi. Çünkü o kötü işler yaptı. İçyüzünü
bilmediğin bir şeyi yapmamı benden isteme. Sana
cahillerden olmamanı öğütlerim. "
Yüce Allah'ın bu cevabı, bu dinin son derece önemli
bir gerçeğini ifade ediyor. Bütün bağların
kendisine bağlandığı kulpu, ana halkayı
tanıtıyor bize. Bu ana halka, inanç halkasıdır.
Fertleri birbirine bağlayan budur; yoksa soy bağı,
kan bağı değildir. Ayetin baş tarafın
tekrar okuyoruz
"Ey Nuh, o oğlun senin ailenden değildi.
Çünkü o kötü işler yaptı."
Ne onun seninle bir bağı var ve ne de senin onunla
bir bağın var. İstediği kadar soyca senin
oğlun olsun o. Çünkü aranızda bulunması gereken
ana halka kopuktur. Bu halka kopuk olduktan sonra aranızdaki
hiçbir ilişkiden, hiçbir bağdan sözedilemez.
Hz. Nuh, Rabbine yönelttiği çağrıda gerçekleşmemiş
bir vaadin yerine getirilmesini istemişti. Seslenişinin
yansıttığı anlam buydu. O yüzden cevap,
azarlama ve tehdit kokusu taşıyor. Cevabın o bölümünü
tekrar okuyalım:
"İçyüzünü bilmediğin bir şeyi
yapmamı benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim."
İnsanlar arası ilişkilerin ve bağların
özünün ne olduğunu, Allah'ın vaadinin içeriğinin
ne olduğunu bilmeyenlerden olmayasın diye sana öğüt
veriyorum. Allah'ın vaadi belli olmuş ve gerçekleşmiştir.
Bunun sonucunda gerçekten ailenden olan yakınların
boğulmaktan kurtulmuşlardır.
Yüce Allah'ın bu sert cevabı üzerine Hz. Nuh,
kendisi gibi mü'min bir kuldan bekleneceği gibi, ürperiyor,
titremeye başlıyor. "Acaba Rabbime karşı
bir kusurum mu oldu?" endişesine kapılıyor.'
Bu endişe ile Rabbine dönüyor, O'nun dergâhına
sığınarak affını ve merhametini diliyor.
Okuyoruz:
47- Nuh dedi ki; "İçyüzünü bilmediğim bir
şeyi yapmanı istemekten sana
sığınırım. Eğer sen beni affetmez,
bana merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olurum."
Bunun üzerine yüce Allah'ın rahmeti Hz. Nuh'un
imdadına yetişerek kalbine huzur serpti; kendisine ve
soyundan gelecek olan iyi kullara bereket ve mutluluk
yağdırdı. Fakat soyunun öbür kanadı, yani kötüleri
ise acıklı bir azaba çarpılacaktır.
Okuyalım:
48- Bu sırada şöyle bir ses duyuldu; "Ey Nuh,
sana ve yanındakilerden meydana gelecek ümmetlere sunacağımız
esenliğin ve bereketlerin eşliğinde gemiden in.
Yanındakilerin soyundan başka ümmetler de gelecektir.
Bunlara bir süreye kadar dünya nimetlerini tattırdıktan
sonra kendilerini acıklı azabımıza çarptıracağız.
"
Bu dehşetli olay şöyle noktalandı:
Kurtuluş ve geleceğe yönelik müjdeler, Hz. Nuh ile
soyundan gelecek mü'minlerin oldu. Sadece dünya hayatının
mutluluğu peşinde koşan torunlarının
payına da tehdit ve geleceğe ilişkin kara haberler
düştü. Bunlar acıklı azaba çarpılacaklardı.
Bir yanda müjde, öbür yanda tehdit ve kara haber. Bu iki zıt
yaptırımla surenin başında
karşılaşmıştık. Şimdi ise
okuduğumuz ve okuyacağımız peygamber hikâyeleri,
bu iki zıt yaptırımı pratik ve
yaşanmış kanıtları olarak
karşımıza çıkıyor.