28- Nuh dedi ki; "Ey soydaşlarım, baksanıza,
eğer ben Rabbimden gelen açık belgelere
dayanıyorsam, eğer O bana kendi katından bir rahmet
verdi ise de siz bunu görmekten yoksun bırakıldı
iseniz, istemediğiniz halde sizi bu açık belgeleri ve
bu rahmeti kabul etmeye mi zorlayacağız?"
29- "Ey soydaşlarım, bu uyarı çabalarıma
karşılık sizden maddi bir karşılık
istemiyorum, benim ücretimi verecek olan Allah'dır, mü'minleri
yanımdan kovacak değilim, çünkü onlar Rabblerine kavuşacaklardır.
Fakat sizin gerçeklerden habersiz bir toplum olduğunuzu görüyorum.
"
30- "Ey soydaşlarım, eğer o mü'minleri yanımdan
kovacak olursam, Allah'a karşı beni kim savunabilir?
Bunu hiç düşünmüyor musunuz?"
31- "Size `Allah'ın hazineleri benim elimin
altında da' demiyorum, gayp alemini de bilemem, `Ben bir
meleğim' de demiyorum. Sizin gözlerinize hor görünen
kimselere Allah'ın hiçbir hayır vermediğini de söyleyemem,
kalplerinde neler olduğunu herkesten iyi bilen Allah'dır.
Yoksa zalimlerden biri olurum. "
Hz. Nuh sözlerine "Ey soydaşlarım" diye
başlıyor. Bu hoşgörü yansıtan, sevgi dolu,
onların kendinden ve kendisini onlardan sayan
seslenişten sonra konuşmasını şöyle
sürdürüyor: Sizler bana karşı çıkıyor ve
"Biz seni sadece bizler gibi bir insan olarak görüyoruz"
diyorsunuz. Ya ben Rabbim ile ilişki halinde isem; bu durum
benim vicdanımda apaçık ve benim bilincimde kesin bir
realite isé, o zaman ne diyeceksiniz. Böyle bir iç-sezi size
verilmemiş bir özelliktir. Bunun yanısıra
eğer Allah beni peygamber seçerek bana kendi katından
bir rahmet bağışladı ise, ya da bana
peygamberlik yükünü taşıyabilmemi sağlayacak
ayrıcalıklar bağışladı ise -ki hiç
kuşkusuz bu büyük bir rahmettir-, eğer gerek deminki
ve gerekse şimdiki varsayımım doğru ise de bu
gerçekler sizin gözlerinizden saklandı ise, eğer
sizler bu gerçekleri kavrayacak yetenekten yoksun tutuldu iseniz
ve eğer basiretleriniz bağlı olduğu için bu
realiteleri göremiyorsanız, sizi bunları kabul edesiniz
diye "zorlayacak mıyız?" "Siz
istemediğiniz halde" sizi bu realiteleri kavramaya,
onlara inanmaya zorlamak, ne yapabileceğim bir iştir ve
ne de bana yakışır.
İşte Hz. 'Nuh, bu yumuşak sözlerle karşısındakilerin
dikkatlerini yönlendirmeye ve vicdanlarına dokunmaya,
duyarlıklarını harekete geçirmeye çalışıyor.
Bu yolla bilgisinden yoksun kaldıkları değerleri
kavramalarını, peygamberlik misyonuna ve peygamber seçimi
konusunda habersiz oldukları
ayrıcalıklarının farkına
varmalarını sağlamaya çalışıyor. Bu
önemli görevin, onların kullandıkları yüzeysel
ve dış görünüş ile ilgili kriterlere,
ölçülere dayandırılamayacağını
kendilerine göstermeye çabalıyor. Bunların
yanısıra onlara son derece önemli olan şu ilkeyi
belletiyor: İnanmanın temeli, özgür tercihtir; düşünerek,
araştırarak benimsemektir; yoksa zorla devlet gücü ile
ve insanlara tepeden bakarak hiç kimseye yeni bir inanç aşılanamaz.
Şimdi de yukardaki ayetlerin ikincisini incélemeye çalışalım:
"Ey soydaşlarım, bu uyarı çabalarıma
karşılık, sizden maddi bir karşılık
istemiyorum, benim ücretimi verecek olan Allah'dır. Mü'minleri
de yanımdan kovacak değilim. Çünkü onlar Rabblerine
kavuşacaklardır. Fakat sizin gerçeklerden habersiz bir
toplum olduğunuzu görüyorum."
Yani "ey soydaşlarım, sizin `ayak
takımı' dediğiniz insanları ben iman etmeye
çağırdım, onlar da iman ettiler. Benim insanlardan,
iman etmeleri dışında hiçbir beklentim yoktur. Ben
çağrı çabalarım
karşılığında maddi kazanç istemiyorum ki
zenginlerle sıkı-fıkı olayım da fakirler
ile arama mesafe koyayım. Benim gözümde bütün insanlar
birdir. Kim insanların malını umursamazsa, onun için
fakirler ile zenginler bir olur" Devam ediyoruz:
"Benim ücretimi verecek olan Allah'dır."
Bu iş yalnız O'na düşer. Başkasına
değil. Ayrıca:
"Mü'minleri de yanımdan kovacak değilim."
Anlaşılan bu sözde seçkinler Hz. Nuh'a, ya açıkça,
ya da dolaylı biçimde dediler ki; "Bu ayak takımını
yanından kov; o zaman sana iman etmeyi düşünebiliriz.
Biz bu ayak takımı ile senin yanında biraraya
gelemeyiz, ya da onlarla aynı yola giremeyiz." Hz.
Nuh'un bu isteğe verdiği karşılık
kesindir; "Hayır, onları kovmam sözkonusu değil.
Ben böyle bir şey yapmam. Onlar iman ettiler. Bundan sonraki
işleri yüce Allah'a kalmıştır, artık
benimle bir işleri yok." Devam ediyoruz:
"Çünkü onlar Rabblerine kavuşacaklardır.
Fakat
görüyorum ki, siz gerçeklerden habersiz bir toplumsunuz."
Sizler insana yüce Allah'ın terazisinde kıymet
kazandıran gerçek değerlerin neler
olduklarını bilmediğiniz gibi, tüm insanların
en sonunda yüce Allah'ın huzuruna varacaklarından da
habersizsiniz. Şimdi de bir sonraki ayete geçiyoruz:
"Ey soydaşlarım, eğer ben o mü'minleri yanımdan
kovacak olursam, Allah'a karşı beni kim savunabilir?
Bunu hiç düşünmüyor musunuz?"
Orada Allah var. Yoksulların da zenginlerin de,
zayıfların da güçlülerin de Rabbi olan Allah. Orada
Allah insanları burada geçerli saydıklarınızdan
farklı déğerler ile değerlendiriyor, onları
tek bir terazide tartıyor. Bu terazi, iman terazisidir. Buna
göre sözünü ettiğiniz mü'minler yüce Allah'ın
koruması ve gözetimi altındadırlar. O halde;
"Ey soydaşlarım, eğer ben o mü'minleri yanımdan
kovacak olursam Allah'a karşı beni kim savunabilir?"
'
Eğer ben yüce Allah'ın koyduğu ölçüleri çiğner
de O'nun mü'min kullarına karşı
haksızlık edersem, beni O'ndan, O'nun gazabından
kim kurtarabilir. Eğer sahte yeryüzü değerlerini
onaylayarak Allah'ın değerli saydığı o
insanları hor görürsem, Allah'ın
karşısında bana kim arka çıkabilir? Oysa yüce
Allah beni o sahte değer yargılarına uymak için değil,
onları değiştirmek için gönderdi.
Size gelince pençesine düştüğünüz sapıklık,
size insan fıtratının sağlıklı ve
dengeli ölçüsünü unutturmuştur.
Daha sonra Hz. Nuh bù sözde seçkinlere kendini ve
peygamberlik görevini tanıtıyor. Bu tanıtma
sırasında kendini ve peygamberliğini her türlü
süsten, her türlü alımlılıktan, her türlü
yeryüzü kaynaklı sahte değerden arındırarak
ortaya koyuyor. Ayrıca bu tanıtmayı yaparken gerçekleri
hatırlatıcı ve öğüt verici bir üslup kullanıyor.
Amacı, onlara gerçek değerleri belletmek, göz boyayıcı
ve içi kof değerleri gözlerinden düşürmektir. Bunun
için bu sahte değerlere metelik vermeyen, onlardan
soyutlandığını vurgulayan bir dille
konuşuyor. Buna göre kim peygamberliğin çağrısını
onaylarsa; onu gösterişsiz, iddiasız kimliği ile
olduğu gibi kabul ederse sahte değerlerden arınarak
ve sırf Allah rızasına gönül vererek onun safına
katılsın. Okuyoruz:
"Size `Allah'ın hazineleri benim elimin
altındadır' demiyorum.
Ne zengin olduğumu iddia ediyorum ve ne de istediklerime
servet dağıtabilecek güçte olduğumu söylüyorum.
Ayrıca;
"Ben gayb alemini de bilemem."
Ne insan türünde olmayan bir gücün sahibi olduğumu ve
ne de yüce Allah ile peygamberlik ilişkisi
dışında başka bir ilişkimin olduğunu
iddia etmiyorum. Bunların yanısıra;
"Ben bir meleğim de demiyorum."
Sizin gözünüze girebilmek için saplantılarınıza
göre insanlıktan üstün tuttuğunuz başka bir
sıfata sahip olduğumu iddia etmiyorum, kendi
uydurduğum bir gerekçe ile size karşı üstünlük
taslamıyorum. Bir de şunu biliniz ki;
"Sizin gözlerinize hor görünen kimselere Allah'ın
hiçbir hayır vermedi ini .de söyleyemem." '
Sizin büyüklük komplekslerinizi tatmin edeyim diye, ya da
yeryüzü kaynaklı yargılarınıza ve gelip geçici
değerlerinize uyum göstereyim diye böyle asılsız
bir iddia ileri süremem. Çünkü;
"Onların kalplerinde neler olduğunu herkesten
iyi bilen Allah'dır."
Ben onların sadece görünüşlerine bakabilirim. Görünüşlerine
bakınca onlara saygı duymak gerekiyor, yüce Allah'ın
onlara hayır verdiğinden ümitli olmak icap ediyor:
"Yoksa zalimlerden biri olurum."
Eğer bu söylediğim iddialardan biri ile ortaya çıkarsam
bir zalim olup çıkarım. Her şeyden önce gerçeğe
karşı zalim olurum. Oysa ben onu insanlâra duyurmak
için geldim. Sonra kendime karşı zalim olurum, kendimi
yüce Allah'ın gazabı ile yüzyüze getirmiş
olurum. Ayrıca insanlara da zalim olurum. Onlara
Allah'ın indirdiği mesajlar dışında sahte
mesajlar indirmiş olurum.
Görüldüğü gibi Hz. Nuh, sözde seçkin soydaşlarına
kendini ve peygamberlik görevini tanıtırken bütün
sahte değerleri reddediyor, karşısındakilerin
peygamberden ve peygamberlik misyonundan bekledikleri bütün
yapmacık süslemeleri elinin tersi ile kenara itiyor. Kendini
ve peygamberlik görevini, tüm saplantılardan
arındırılmış, yüce gerçekliği ile
sunuyor. Bu yüce gerçeğin sözü geçen yüzeysel
cilalamalarının hiçbirine ihtiyacı yoktur.
Başka bir deyimle, Hz. Nuh, karşısındakileri
gerçeğin yalınlığı ve gücü ile başbaşa
bırakıyor.
Bütün bunları anlatırken hoşgörülü ve çıplak
gerçek sevgisi ile dolu bir dil kullanıyor. Bu yolla
karşısındakileri bu çıplak gerçekle
yüzyüze getirmek, onun çizeceği rotayı
benimsemelerini sağlamak istiyor. Ayrıca
yağcılığa, gerçekleri çarpıtmaya,
peygamberlik misyonundan ve bu misyonun yalın özünden taviz
vererek karşısındakilerin hoşnutluğunu
kazanma girişimlerine metelik vermiyor.
Hz. Nuh, bu tutumu ile İslâm davasının her dönemdeki
önderlerine örnek oluyor. Onlara iktidar sahiplerine karşı
nasıl davranacaklarına ilişkin ders veriyor. Bu
derse göre İslâm davasının önderleri, iktidar
sahipleri karşısında yalın gerçeği
ortaya koymalıdırlar. Onların düşünce
tarzlarına ayak uydurma gayretkeşliğine
girişmemelidirler; onlara yardakçılık,
yağcılık yapmamalıdırlar. Yalnız
onların önünde eğilmemekle birlikte
kullanacakları dil, sevgi dolu olmalıdır.
İş bu noktaya gelince, Hz. Nuh'un sözde seçkin
soydaşları delile, delil ile karşı koymaktan
umudu kestiler. Bir de bakıyoruz ki, bu
şımarıklar, sınıfsal gelenekleri
uyarınca suçlulukları ile iftihar etmeye
kalkışıyorlar; gerçekler karşısında
yenik düşeceklerini, aklın ve insan
fıtratının ortaya koyduğu çıplak
delillere boyun eğeceklerini sezdikleri için burun kıvırıp
büyüklük taslıyorlar. Bu küstahlığın
sonucunda tartışmayı kesip işi
kabadayılığa, meydan okumaya döküyorlar.