O |
Hüd
|
O |
|
27- Soydaşlarının ileri gelen kâfirleri O'na
dediler ki, "Biz senin sadece bizim gibi bir insan olduğunu
görüyoruz. Sana uyanların da aramızdaki ilkel düşünceli,
ayak takımı olduğunu görüyoruz. Sizin bize karşı
herhangi bir üstünlük taşıdığınız
görüşünde değiliz. Tersine sizlerin yalan söylediğiniz
kanısındayız.
Burada kendilerini beğenmiş elebaşların
verdikleri cevabı okuyoruz. "İleri gelenlerin"
toplumun kilit noktalarını ellerinde bulunduran, üst
düzeydeki egemenlerin herkese tepeden bakan sözleri ile karşı
karşıyayız. Bu sözler, Kureyşli
elebaşlar tarafından Peygamberimize verilmiş bir
cevap da olabilirdi. "Biz seni sadece bizim gibi bir insan
olarak görüyoruz." "Sana uyanların
aramızdaki ilkel düşünceli, ayak takımı
olduğunu görüyoruz." ``Gördüğümüze göre
sizin bize karşı hiçbir üstünlüğünüz yok."
"Tersine sizin yalancı olduğunuz
kanısındayız."
Kuşkular aynı kuşkular. Suçlamalar aynı suçlamalar.
Burnu büyüklük, aynı burnu büyüklük. Aynı aptalca,
cahilce ve umursamasız cevap!
İnsanların "cahil" kesiminin
kafalarına öteden beri takılan kuşkulardan biri
şudur: İnsanoğlu, yüce Allah'ın elçiliğini
taşıyamayacak kadar küçük ve yetersiz bir canlı
türüdür. Eğer yüce Allah mutlaka insanlara elçi
gönderecekse, bu görevi kesinlikle başka bir canlı türü
yüklenmelidir. Bu cahilce bir kuşkudur. Kaynağı
"insan" denen şu canlı türüne
güvensizliktir. Oysa yüce Allah, insanı yeryüzünde halife
olarak seçmiştir. Bu görev, son derece önemli bir
görevdir. Buna göre yüce Allah, insana bu göreve denk düşecek
yetenekler ve güçler bağışlamış
olmalıdır; bu canlı türünü, bazı seçkin
fertlerin peygamberlik yükünü taşıyacak yeteneğe
sahip olmalarını mümkün kılacak düzeyde yaratmış
olmalıdır. Bu peygamberleri yüce Allah seçeceğine
göre, bu peygamberlerin yapı hamuruna, insan türünün
genel niteliklerinden fazla olarak hangi özel yetenekleri katacağını
O, herkesten iyi bilir.
Bu alandaki bir başka cahilce kuşku da şudur:
Madem ki yüce Allah insanlar arasından peygamber seçiyor.
Bu peygamber, niye toplumun kaymak tabakasını
oluşturan, yönetim mekanizmasının kilit
noktalarını ellerinde tutan seçkinler arasından
belirlenmiyor? Bu kuşkunun arkasında insan denen
canlıya üstünlük kazandıran gerçek değerlerin
ne olduğunu bilmemek; bütün bir tür olarak yeryüzü
halifeliğine neden lâyık görüldüğünden ve bazı
seçkin fertlerinin şahsında niçin yüce Allah'u
elçiliği gibi yüce bir görevi taşımaya yetenekli
sayıldığından habersiz olmak yatar. Sözkonusu
değerlerin servetle, mevki ile, yeryüzünde egemenlik kurmuş
olmakla ilgisi yoktur. Bu değerler vicdan temizliği ile
bu vicdanların yücelikler alemi ile ilişki kurmaya
yetenekli olmaları ile ilgilidir. Bu vicdanların her türlü
lekeden arınmış olmaları, yücelikler aleminin
mesajlarını alabilmeleri, o alemle iletişim kurma
yeteneğini taşımaları, bu ağır
emaneti omuzlayacak güçte olmaları, onun yükleyeceği
zorluklara katlanabilmeleri ve bu emaneti, ne pahasına olursa
olsun, insanlara iletebilmeleri önemlidir. Bu saydıklarımız
yanında peygamberliğin daha başka nitelikleri de
vardır. Önemli olan peygamber olarak seçilenlerin bu
nitelikleri taşımalarıdır ve niteliklerin
servetle, mevki ile, yeryüzü egemenlerinden biri olmakla
uzaktan-yakından ilgileri yoktur.
Fakat Hz. Nuh'un soydaşlarının seçkinleri, tıpkı
diğer peygamberlerin soydaşlarının seçkinleri
gibi bu yüce değerleri görmekten uzaktırlar, dünyevi
konumları gözlerini bu gerçeği görmeyecek derecede
kör etmektedir. Bu yüzden seçilen peygamberlerin bu yüce
göreve lâyık görülmelerinin gerekçesini kavrayamamaktadırlar.
Onlara göre bu görev, insanlara verilemez. Ama eğer mutlaka
bir insana verilecekse, bu insan kesinlikle kendileri gibi
toplumun kaymak tabakasını oluşturan egemenler
arasından seçilmelidir! Nitekim bakın, neler diyorlar!
"Biz seni sadece bizler gibi bir insan olarak görüyoruz."
Bu, sözlerinden biridir. Öbürü ise daha da müthiş!
Okuyoruz:
"Sana uyanların aramızdaki ilkel düşünceli,
ayak takımı olduğunu görüyoruz."
Bu sözde seçkinler, yoksul halk yığınlarına
"ayak takımı" diyorlar. Zaten her toplumun
ileri gelenleri, kendi dışlarındaki serveti ve
mevkii olmayan halk kitlelerini her dönemde bu gözle görmüşlerdir.
Oysa bütün peygamberlerin taraftarları genellikle bu yoksul
halk kitleleri arasından çıkmıştır.
Çünkü sıradan halk kitlelerinin fıtratı,
insanları seçkinlere kul olmaktan kurtaran; kalpleri
düzmece "ulular"dan daha yüce, ezici iradenin ortaksız
sahibi olan tek Allah'a bağ-. lamaya daha yatkındır.
Sebebine gelince, yoksul halk kitlelerinin fıtri (doğal)
yapılarını şımarıklık ve lüks
hayat bozmamıştır; şahsi yararlar ve göz kamaştırıcı
nişanlar onları, ilahi çağrıya olumlu cevap
vermekten alıkoymaz. Eğer yüce Allah'a inanırlarsa
kaybedecekleri bir sosyal mevkileri yoktur. Oysa sözde seçkinler,
halk yığınlarının gafleti sayesinde
onları değişik biçimli putperest hurafelerin tutsağı
yaparak elde ettikleri bu "çalıntı"
saltanatlarını yitirmekten korkarlar. Sözkonusu
putperest saplantıların başta geleni; yüce Allah'ın
ortaksız ilahlığı kabul edileceği yerde,
egemenlik yetkisi rakipsiz tek Allah'a özgü sayılacağı
yerde, birtakım gelip geçici insanlara bağlılık
sunmak, onların sözlerine kayıtsız-şartsız
bir teslimiyetle itaat etmek, onların kulu-kölesi sayılmayı
onaylamaktır. Bundan dolayı insanları tek Allah'a
çağıran peygamberlik misyonları; her dönemde ve
her yerde insanlık için gerçek kurtuluş hareketleri
olmuşlardır. Böyle olduğu içindir ki,
yeryüzünün zorba diktatörleri, zalim "tagut"ları,
her zaman bu hareketlerin karşısına
dikilmişler, halk kitlelerinin bu hareketlerin safında
yeralmalarını önlemeye çalışmışlar,
bunu yapabilmek için sözkonusu özgürlük hareketlerini
karalamaya, önderlerini en iğrenç suçlamalarla lekeleyerek
halkın gözünden düşürmeye, yığınların
antipatisini üzerlerine çekmeye yeltenmişlerdir. Bu sözde
seçkinlerin yukarıdaki sözlerini birkere daha okuyalım:
"Sana uyanların aramızdaki ilkel düşünceli,
ayak takımı olduklarını görüyoruz."
Yani onlar ne yaparlarsa, düşünüp taşınmadan
yaparlar. Bu da toplumun en
üst katını oluşturan sözde seçkinlerin, "mü'minler"
topluluğuna tarihin her döneminde yönelttikleri bir
suçlamadır. Onlara göre halk yığınları,
kurtuluş hareketlerine katılmadan önce bu işi
enine-boyuna düşünüp taşınmazlar. Bunun yerine
bu hareketlere körü-körüne ve heyecanların körüklediği
bir coşku ile katılırlar ki; bu büyük bir suçtur.
Bundan dolayı seçkin beyefendilerin onların yöntemlerini
benimsemeleri, onların yollarını izlemeleri
şanlarına yakışmaz. Eğer ayak
takımı bir çağrıya inanıyorsa, bu
beyefendilerin de ona inanmaları, "ayak
takımı"nın inancını
paylaşmaları, ya da bu ayak takımı
tarafından sözkonusu inanç sistemini benimsemeye çağrılmaları
olacak şey değildir! Bakın daha neler söylüyorlar!
"Sizin bize karşı herhangi bir üstünlük taşıdığınız
görüşünde değiliz."
Bu sözleri ile davanın önderi ile bu önderin çağrısına
uyan halk kitlelerini, kendi şımarık deyimleri ile
"ayak takımı"nı aynı kefeye
koyduklarını gösteriyorlar. "Sizin hidayete daha
yakın olmanızı sağlayacak ya da doğruyu
daha iyi bilmeye yolaçacak bir üstünlüğünüz, bu konuda
bize karşı bir avantajınız olduğu görüşünde
değiliz. Eğer sizin
bağlandığınız ilkeler yararlı ve
doğru olsaydı, bunun daha önce biz farkına
varırdık, sizden daha önce o ilkeleri benimserdik,
sizden geride kalmazdık."
Onlar bu sözleri söylerken, daha önce değindiğimiz
yanıltıcı ölçüyü kullanıyorlar, meseleleri
bu sakat mantığın ölçeğine göre değerlendiriyorlar.
Bu sakat mantığa göre üstünlüğün dayanağı
servettir, akıllılığın dayanağı
mevkidir ve bilginin dayanağı da iktidardır. O
halde zenginler daha üstün, mevki ve rütbe sahipleri daha akıllı,
iktidarda bulunanlar da daha bilgilidirler. Bu kavramlar ve bu
değer yargıları her zaman Allah birliği
inancının tamamen yokolduğu ya da etkisiz
kaldığı toplumlarda egemen olurlar. O zaman
insanlık cahiliye dönemlerine geriler, putperest
geleneklerin çok sayıdaki türlerinden birinin pençesine
düşer. Yalnız bu putperest gelenek, materyalist
uygarlığın göz kamaştırıcılığı
içinde ortaya çıkabilir, buna aldanmamak gerekir. (Meselâ
günümüz Amerikası'nda insanın değeri, gelir düzeyine
ve bankadaki hesabının rakamlarına göre
ölçülür. Amerika'dan kaynaklanan bu cahiliyeye özgü
putperest bakış açısı dalga dalga bütün
dün· yaya yayılıyor, hatta kendini müslüman sanan doğu
dünyasında bile egemen oluyor!) Bu anlayışın,
insanlık için bir gerileme olduğu, tersine gitmek
anlamına geldiği kuşkusuzdur. Çünkü bu bakış
açısı insanı insan yapan değerleri küçümsemekte,
hiçe saymaktadır. Oysa insan bu değerler sayesinde yeryüzü
halifeliğine lâyık görülmüş ve peygamberlik
misyonu taşıyacak derecede yüceliklere tırmandırılmıştır.
İnsan bu değerlerden yoksun kalınca, organik ve
fizik yapısı ile hayvana yakın bir düzeye iner.
Bir de şu sözlerini okuyalım:
"Tersine sizlerin yalancı olduğunuz
kanısındayız."
Sözünü ettiğimiz seçkinlerin yüce Allah'ın
peygamberine ve bağlılarına yönelttikleri sonuncu
suçlama budur. Fakat bu suçlamayı, mensubu oldukları
sınıfın, yani "Aristokrasi"nin yöntemleri
uyarınca yapıyorlar. Söylemek istediklerini "Aristokrat"lara
yaraşır bir ihtiyatlılıkla dile getiriyorlar;
"olduğunuz kanısındayız" diyorlar.
Neden derseniz, dobra dobra konuşmak ve kesin doğrultulu
tercihi yapmak, bu beylere göre, taşkın ve ilkel düşünceli
halk yığınlarının özelliklerindendir. O
halde ileri görüşlü ve sağlam düşünceli
seçkinler, hiçbir zaman bu düzeye düşmemelidirler!
Bu davranış türü ve bu konuşma üslubu Hz.
Nuh'un zamanından beri sürekli tekrarlanan bir örnektir.
Yani sözünü ettiğimiz cepleri dolu, kalpleri boş,
burnu büyük, iddialı, boyun damarları çıkık
ve şiş göbekli sözde seçkinler her zaman böyle konuşurlar,
böyle davranırlar.
Buna karşılık Hz. Nuh, bu adamların suçlamalarını,
sırt çevirmelerini ve tepeden bakmalarını
peygambere yaraşır bir hoşgörü ile karşılıyor.
Onların bu sözleri karşısında
vakarlıdır, insanlara duyurmak üzere getirdiği gerçeğin
gücüne güvenmektedir, kendisini peygamber olarak gönderen
Rabbinin desteğinden emindir; önündeki yolun belirginliğinden
ve kafasındaki yöntemin doğruluğundan en ufak bir
kuşkusu yoktur. Bu yüzden karşısındakiler
gibi kaba sözler söylemiyor, onlar gibi suçlamalara kalkışmıyor,
onlarınkine benzer iddialar ileri sürmüyor, kendini olduğundan
başka türlü göstermeye, peygamberlik misyonuna özü dışında
bir nitelik vermeye çalışmıyor. Onlara şöyle
sesleniyor:
|
|
O |
|
O |
|