O |
Hüd
|
O |
|
13- Yoksa onlar "Muhammed, bu Kur'an'ı kendi
uydurdu"mu diyorlar. Onlara de ki, "Öyleyse Kur'an'ın
surelerine benzeyen on sure de siz uydurun bakalım. Eğer
söylediğiniz doğru ise, bu konuda Allah
dışında yardıma çağırabileceklerinizi
de yardıma çağırın. "
14- Eğer bu çağrına karşılık
vermezlerse anlayınız ki, bu Kur'an Allah'ın
bilgisi altında indirilmiştir ve O'ndan başka ilah
yoktur. Nasıl, artık müslüman oldunuz mu?
Bu iddiayı ileri sürenlere daha önce Yunus suresinde
Kur'an'ın surelerinden biri gibi bir sure uydursunlar diye
meydan okunmuştu.
Şimdi aynı iddiayı ileri sürenlere on sure
uydursunlar diye meydan okunu yor. Bunun anlamı nedir?
Klâsik tefsir bilginlerine göre bu konuya ilişkin meydan
okuma çoktan aza doğru giden bir sıra izliyor. Yani
önce müşriklerden Kur'an'ın tümü büyüklüğünde
bir kitap, arkasından onun on sure büyüklüğünde bir
bölüm ve son olarak bir tek suresi büyüklüğünde bir
bölüm uydurmaları istenmiştir. Ama bu sıralama hiçbir
kanıta dayanmıyor. Tersine gördüğümüz
şudur ki, sıralamadaki yeri daha önce gelen Yunus
suresinde meydan okuma çağrısı bir tek sure ile
sınırlandırıldığı halde, Yunus
suresinden sonra gelen Hud suresindeki meydan okuma on sureye çıkarılıyor.
Gerçi ayetlerin iniş sırası ile surelerin
Kur'an'daki diziliş sıraları her zaman birbiri ile
çakışmaz, böyle bir gereklilik yoktur. Nitekim yeni
bir ayet inince bu bazen eskiden inen bir sureye, bazen de sonra
inen bir sureye ekleniyordu. Fakat böyle bir uygulamanın
olup olmadığının somut biçimde kanıtlanması
gerekir. Oysa iniş sebeplerine ilişkin bilgi veren
kaynaklarda Yunus suresindeki meydan okuma ayetinin Hud
suresindeki benzer ayetten daha sonra indiğini gösteren bir
kanıta rastlanmamıştır. Böyle durumlarda
hiçbir delile dayanmaksızın zorlamalı ve
yakıştırmaca bir sıralama yapmak da caiz
değildir.
Reşid Rıza, "Menar" adlı tefsir
kitabında bu ayette geçen "on" rakamın bir
sebebe bağlamaya çalıştı. Bu uğurda
kendini bir hayli yordu, yaptığı açıklamada
şöyle diyor; "Bu ayetteki meydan okuma çağrısı
peygamber hikâyelerine ilişkindir.
Araştırırsak görürüz ki, Hud suresinden önce
inen ve içinde uzun peygamber hikâyesi anlatılan surelerin
sayısı ondur. Bu yüzden karşı tarafa on
surelik bir bölüm için meydan okunmuştur. Çünkü içinde
peygamber hikâyesi anlatılan bir sure uydurmaları
yolunda kendilerine meydan okumaktansa, bu türden on sure
uydurmaları yolundaki meydan okuma müşrikleri daha çok
zor durumda bırakır. Çünkü anlatılan hikâyeler
farklı ve üslupları değişik olduğu gibi
meydan okunan taraf, içinde hikâye anlatılan sureye benzer
on tane sure uydurmak zorundadır. Eğer Kur'an ile boy
ölçüşmek istiyorsa, ancak o zaman boy ölçüşmüş
olur..."
Gerçi doğrusunu Allah bilir ama, bizim görüşümüze
göre mesele son derece basittir, bu tür karmaşık ve
zorlamalı yorumlara başvurmak gereksizdir. Şöyle
ki, bu konudaki meydan okumalar, iddiayı ortaya
atanların durumunu ve söylenen sözü çevreleyen
şartları gözetiyordu. Çünkü Kur'an, pratik ve
belirli durumlara karşılık verir, pratik ve belirli
şartlara cevap getirir. Bunun sonucu olarak bir keresinde
"Bu Kur'an'ın bir benzerini uydurunuz", başka
bir keresinde "Bu Kur'an'ın bir tek suresinin benzerini
ortaya getiriniz", bir başka kez de "Bu
Kur'an'ın on suresinin benzerini ortaya getiriniz" diyor.
Bu meydan okumalar arasında herhangi bir kronolojik
sıralama yoktur. Çünkü amaç bu Kur'an'ın herhangi
bir bölümünün uydurulması yolunda girişilen meydan
okumanın kendisidir. Yoksa sözkonusu olan Kur'an'ın tümü
olmuş, bir bölümü olmuş ya da bir suresi olmuş,
farketmez. Meydan okuma, bu Kur'an'ın türüne ilişkindir,
yoksa miktarına değil. Karşı tarafın bu
konudaki yetersizliği de Kur'an'ın uydurulacak bölümünün
miktarı ile değil, ifadesinin türü ile ilgilidir.
Böyle olunca Kur'an'ın tümü ile bir bölümü, ya da bir
tek suresi arasında fark yoktur. Ayrıca meydan okunurken
herhangi bir sıralama gözetilmesi de gerekmez. Önemli olan
Kur'an'ın uydurma olduğunu iddia edenlerin içinde
bulundukları durumun ne demeyi gerektirdiği ve o durumda
Kur'an hakkında ne tür bir iddia ileri sürdükleridir.
Meydan okunurken bir surenin mi, on surenin mi, yoksa Kur'an'ın
tümünün mü sözkonusu edileceği bunlara
bağlıdır. Biz bugün sözkonusu şartların
ne olduğunu bilemeyiz. Çünkü Kur'an bize bu konuda ayrıntılı
bilgi vermemiştir. Ayeti okumaya devam edelim:
"Eğer söylediğiniz doğru ise,.bu konuda
Allah dışında yardıma çağırabileceklerinizi
de yardıma çağırınız."
Eğer bu Kur'an'ın Allâh sözü olmadığı,
O'nun dışında bir başkası tarafından
uydurulduğu biçimindeki iddianızda haklı iseniz, yüce
Allah'a koştuğunuz ortakları, edebiyatçılarınızı,
söz ustalarınızı, şairlerinizi, cinlerinizi
ve insanlarınızı yardıma çağırınız
da bu Kur'an'ın on suresine benzer bir yazı dizisi de
siz uydurunuz bakalım! Şimdi de bir sonraki ayetin cümlelerini
inceliyoruz:
"Eğer onlar bu çağrınıza
karşılık vermezlerse..."
Yani Kur'an'ın on suresine benzer bir başka on sure
uydurmayı başaramazlarsa. Böylece bu imkânsız
işte size yardım edemeyecekleri, bu konuda ellerinden hiçbir
şey gelmediği ortaya çıkarsa. Sizin de bu
işte başarısız olduğunuz bellidir.
Çünkü zaten başarısızlığınız
ortaya çıkmasaydı, onları yardıma çağırmazdınız.
Devam ediyoruz:
"Anlayınız ki, bu Kur'an, Allah'ın bilgisi
altında indirilmişti."
Onu indirmeye gücü yeten, sadece O'dur. Sadece Allah'ın
bilgisi, onu size indiği şekli ile indirmeyi gerçekleştirebilir.
Evrensel yasalara, insanın değişik durumlarına,
geçmişlerine, şimdiki zamanlarına, geleceklerine,
şahıslarının ve yaşama
tarzlarının yararına ilişkin kapsamlı
bilgi birikimi içeren bu Kur'an, ancak Allah katından
indirilmiş olabilir. Devam ediyoruz:
"O'ndan başka ilah yoktur."
Bu ilke, yüce Allah'ın indirdiklerine benzer bir
başka on sure uydurma konusundaki çağrınıza
cevap veremeyen, sahte ilahlarınızın
başarısızlıklarının doğal bir
sonucudur. Öyleyse tüm evrenin mutlaka bir tek ilahı
vardır ve bu Kur'an'ı indirmeye sadece O'nun gücü
yeterlidir.
Onaylanması, kabul edilmesi kaçınılmaz olan bu
açıklamayı bir soru izliyor. Öyle bir soru ki, gerçek
karşısında burun kıvırarak kaçanlardan,
keçi inatlılardan başka herkes ona aynı
cevabı verebilir, başka hiç kimse ona değişik
cevap vermeye kalkışmaz. Okuyalım:
"Nasıl, artık müslüman oldunuz mu?"
Yani size meydan okundu ve bu meydan okuma karşısında
başarısız kaldınız, yenik düştünüz.
Böyle bir sonuca teslim olmaktan başka türlü göğüsleyebilir
misiniz?
Fakat onlar, bundan sonra da gerçek karşısında
burun kıvırmaya, kaçamak aramaya devam ediyorlar!
Aslında gerçek apaçık ortada idi. Fakat onlar dünya
hayatında yararlandıkları çıkarlarının
ve saltanatlarının ellerinden kaçmasından
korkuyorlardı. Bu endişe ile insanların özgürlüğe,
onurluluğa, adalete, şerefliliğe,
kısacası "lâilâhe illellah (Allah'dan başka
ilah yoktur)" ilkesine çağıranların sesine
kulak vermelerinden ödleri kopuyor, insanlar bu çağrıya
olumsuz karşılık vermesinler diye
vicdanlarını baskı altında tutuyor,
onları kendilerine kul-köle ediyorlardı. Bundan
dolayı, bundan sonraki ayetler onların tutumlarına
uyan bir değerlendirme yapıyor, sonlarının
nasıl olacağını canlı bir tablo halinde gözlerinin
önüne seriyor.
|
|
O |
|
O |
|