Şu kavminin ibadetinin boşuna olduğu konusunda içinde
bir kuşku uyanmasın. Sesleniş Peygamberimize -salât
ve selâm üzerine olsun- yöneliktir, uyarı ise kavmine...
Bu yöntem kimi zaman insan ruhu üzerinde daha etkindir. Bununla
konunun önemine işaret ediliyor. O kadar ki, yüce Allah
bunu peygamberine açıklıyor, onlardan biriyle
tartışmıyor, bu şirke bulaşmış
birine hitap etmiyor. Amaç onları önemsememek, onları
küçümsemektir. Bu durumda bu denli saf ve net olan gerçeğe
daha çok ilgi duyarlar. Doğrudan doğruya onlara hitap
edilmiş olsaydı bu kadar etkili olmayacaktı.
"Ey Muhammed, şu müşriklerin
taptıkları ilahların düzmece oldukları
konusunda sakın kuşkun olmasın. Onlar vaktiyle
atalarının yaptıkları gibi asılsız
ilahlara tapıyorlar."
Şu halde akıbetleri de onlarınki gibi
olacaktır... Azap... Ama üslubun genel havası ile uyum
sağlamak için bu yargı, ifade içinde örtülü olarak
geçiştiriliyor.
"Onlara hakettikleri karşılığı
eksiksiz olarak vereceğiz."
Onlardan önceki toplumların hakettiklerine
bakıldığında, kendi paylarına ne tür bir
azabın düşeceği apaçık ortadadır.
Nitekim önceki toplumların uğradığı
akıbetten birkaç örnek, birkaç sahne seyretmiştik.
Musa'nın kavminde olduğu gibi, onlar da bu dünyada
toptan yokedilme cezasına çarptırılmayabilirler.
Konuşmaları, inançları ve ibadet biçimleri
birbirinden ayrıldı. Ne var ki, yüce Allah, daha önce
onların hesaplarının eksiksiz şekilde görülmesini
kıyamet gününe bırakmayı hükme bağlamıştı.
"Eğer Rabbinin daha önce verilmiş, kesin hükmü
olmasaydı, o anlaşmazlığa düşenler
hakkında çok hüküm verilirdi."
Bir hikmetten dolayı bu hüküm verilmemiştir. Kökten
yokedilme azabına çarptırılmamalarının
bir hikmeti vardır. Çünkü onların bir kitabı
vardır. Peygamberlerin izleyicileri arasında kendilerine
kitap verilenlerin hakkındaki hüküm, kıyamet gününe
kadar ertelenmiştir. Çünkü kitap apaçık bir belge ve
sürekli bir yol göstericidir. Bütün nesiller, ilk defa
kendilerine bu kitap inmiş bulunan nesil gibi onu inceleyip
kavrama imkânına sahiptirler. Ama bir tek neslin görme
imkânına sahip olduğu somut mucizelerde durum böyle değildir.
O nesil de ya bu mucizeden sonra inanacak ya da inanmayacak o
zaman da azaba çarptırılacaktır. Tevrat ve
İncil de birbirlerini bütünleyen ve son kitap (Kur'an)
gelene kadar tüm nesillerin kullanımına sunulan iki
kitaptı. Kendisinden önce inmiş bulunan Tevrat ve
İncil'i doğrulayan bu kitap, tüm insanlara yönelik son
kitaptır. Bütün insanlar ona çağrılır,
aralarında Tevrat ve İncil'in izleyicileri de olmak
üzere bütün insanlar bu kitabın esaslarına göre
hesaba çekileceklerdir. "Onlar" yani Musa'nın
kavmi...
"Tevrat hakkında koyu bir kuşku içindedirler."
Yani Musa'nın kitabı hakkında. Çünkü bu kitap,
yani Tevrat Musa'nın ardından nesiller sonra kaleme
alınmıştır. Bu yüzden kitapta birbirleriyle
çelişen rivayetler, çeşitli karşılıklar
yeralmıştır. Kitapta uyulacak kesin bir şey
yoktur.
Azap belli bir sürenin sonuna kadar ertelenmiş, ama
herkes iyi-kötü tüm davranışlarının
karşılığını görecektir. Her
şeyi bilen ve her şeyden haberdar olan yüce Allah onların
amellerinin karşılığını eksiksiz
olarak verecektir.
"Kuşku yok ki, Rabbin onların tümüne davranışlarının
karşılığını tam olarak verecektir.
Hiç şüphesiz O, onların neler yaptıklarından
haberdardır.
İfadede birbirini güçlendiren çeşitli vurgulamalar
yeralmaktadır. Böylece hiç kimse de alınacak
karşılık, bu karşılığın
tam olarak verileceği, bekletilme ve erteleme konusunda
kuşku kalmaması amaçlanmaktadır. Ta ki, bu
toplumun hayat tarzının batıl olduğu, bunda
kuşkuya yer olmadığı, bunun da daha önceki
müşriklerin işledikleri şirkin aynısı
olduğu konusunda hiç kimse kuşkuya kapılmasın.
Kuşkusuz bu vurgulamaları, o dönemdeki hareketin
pratik uygulaması gerektirmişti. O zaman müşrikler,
davet hareketine, peygambere, -salât ve selâm üzerine olsun- ve
onun yanında yeralan mü'min azınlığa
karşı son derece inatçı bir tavır
takınmıştı. Hemen hemen İslâma davet
hareketi donmuş gibiydi. Allah'ın müşriklere
vadettiği azap da ertelenmişti, bir türlü gerçekleşmiyordu.
Mü'min kitle sürekli işkence görüyordu. Buna karşılık
İslâm düşmanları kurtulmuş gibiydiler..
Nitekim bu dönemde bazı kalpler
sarsılmıştı. Hatta sağlam bazı
kalpler bile karamsarlığa kapılmıştı.
Böylesine bir teselliye, böylesine bir yüreklendirmeye
ihtiyaçları vardı: Hiçbir şey mü'min gönülleri,
düşmanlarının Allah'ın düşmanı
olduğunun ve hayatlarının şüphesiz batıla
dayandığının vurgulanması kadar yüreklendirmezdi.
Yine, zalimlere mühlet tanınmasında, tağutlarla
hesaplaşmanın cezalarını çekmekten yakalarını
kurtaramayacâkları, belli bir güne bırakılmış
olmasında yüce Allah'ın hikmetinin ön plana çıkarılması
gibi hiçbir şey mü'min gönüllere güven vermez, onları
yüreklendirmez.
Böylece İslâm inancına göre yolalmanın
gerektirdiği sonuçları, eylemleri Kur'an ayetlerinin içinden
algılıyoruz. Kur'an'ın müslüman cemaatin yanında
nasıl savaşa giriştiğini, onun için yoldaki işaretleri
nasıl birer birer belirlediğini görüyoruz.
ALLAH'IN DEĞİŞMEZ KANUNU
Bu açıklama yapılırkén, başvurulan bu
vurgulu ifadeler insanın içine, yüce Allah'ın
yaratıkları, dini vaadi ve tehditi hakkındaki
yasasının kendisi için belirlenen doğrultuda yürürlükte
olduğu duygusunu yerleştiriyor. O halde Allah'ın
dinine inananlar, insanları Allah'ın dinine çağıranlar,
emredildikleri gibi kendi yollarını dosdoğru
izlemelidirler. Dinin belirlediği sınırları
aşmamalıdırlar, ona herhangi bir eklemede
bulunmamalıdırlar. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar
kesinlikle zalimlerle uzlaşmamalıdırlar. Yol ne
kadar bitmez tükenmez gibi görünse de Allah'dan başkasına
itaat etmemelidirler, ondan başkasının hükmüne
uymamalıdırlar. Ayrıca yol için gerekli olan azığı
hazırlamalıdırlar. Yüce Allah'ın
belirlediği yasa, dilediği bir zamanda gerçekleşene
kadar sabretmelidirler.