"Göklerin ve yerin altı günde yaratıldığı"
olgusundan Yunus suresinde sözetmiştik. Burada bu olgu,
evrensel düzenin dayandığı sistem ile insan
hayatının dayandığı sistem
arasındaki bağı vurgulamak için gündeme
getiriliyor. Ayeti okuyoruz:
"Sizi sınavdan geçirerek hanginizin daha iyi işler
yapacağınızı belirlemek için..."
Yunus suresinde yeralan "Göklerin ve yerin yaratılışı"na
ilişkin açıklamanın yanında burada
dikkatlerimizi çeken yenilik "...O'nun Arş'ı su
üzerinde idi." cümleciğidir. Bu cümleden anladığımıza
göre, göklerin ve yerin yaradılış süreci sırasında,
yani bu iki evrensel kesimin bilinen son şekilleri ile
varlık alanına çıkarılışları
sırasında su vardı ve yüce Allah'ın
Arş'ı bu su üzerinde idi.
Peki bu nasıl varolmuştu? Neredeydi? Hangi halde idi?
Yüce Allah'ın Arş'ı bu suyun üzerinde nasıl
duruyordu? Bunlar okuduğumuz ayetin değinmediği
"fazlalık"lar, konu dışı
sorulardır. Haddini bilen hiçbir tefsir bilgini ayetin anlamının
sınırlarını aşarak bu bilinmezin, bu gayb
konusunun karanlığına dalamaz, çünkü bu mesele
hakkında bilgi edinebileceğimiz elimizdeki tek kaynak bu
ayettir, bu ayetin sınırlı içeriğidir.
"Bilimsel" denen teorileri Kur'an'ın ayetlerini
doğrulamak için kanıt olarak kullanmamız
doğru değildir. Hatta ayetlerin zorlamasız
anlamları ile bu teoriler uyuşsa; bâğdaşsa da
bu doğrulama girişimi yine de yanlıştır.
Çünkü "bilimsel" teoriler sürekli değişme,
başaşağı dönmeye açıktırlar.
Bilginler ne zaman yeni bir "hipotez'' bulurlar da bu yeni
hipotezin evrensel olguları açıklamada eski teorinin
dayanağı olan hipotezden daha yararlı olduğu
kanısına varırlarsa, önsezileri ile bu sonuca ulaşırlarsa
eldeki teorileri bir kenara bırakırlar.
Oysa Kur'an ayetleri özleri itibarı ile doğrudurlar.
Onların anlattıkları gerçeğe ilmi
araştırmalar, ister ermiş olsunlar, ister
ermemiş olsunlar, farketmez. Ayrıca bilimsel gerçek ile
bilimsel teori arasında da fark vardır. Bilimsel gerçek,
her zaman için ihtimali bir nitelik taşır, kesinlik
ifade etmez, ama denenmeye daima açıktır. Oysa bilimsel
teori, bir ya da birkaç evrensel olguyu açıklayan bir
hipoteze dayanır ve bu hipotez değişmeye,
başkasına yerini bırakmaya,
başaşağı dönmeye her zaman için açıktır.
Bundan dolayı ne Kur'an, hipoteze dayandırılabilir
ve ne de Kur'an'ın ayetlerine dayalı hipotezler ortaya
atılabilir. Hipotezin yolu, Kur'an'ın yolundan, onun
yararlılık alanı, Kur'an'ın etki
alanından başkadır.
Kur'an'ın ayetleri konusunda "bilimsel"
teorilerin onayı aramak psikolojik bir bozgundur. Kur'an'a yönelik
imanın, içinde ne varsa hepsinin doğru olduğuna,
her işi yerinde ve her şeyden haberdar olan Allah
tarafından gönderildiğine ilişkin kesin
inancın ciddiyetinden şüphe ettirir. Bu psikolojik
bozgun "bilim" tarafından baştan çıkarılmanın,
ona doğal alamı aşacak oranda büyük yetki tanımanın
sonucudur. Oysa bilime, ancak kendi alanında güvenilebilir,
ancak bu alandaki sözleri onaylanabilir. Buna göre kim Kur'an'ı
"bilim"le bağdaştırmak yolu ile bu yüce
kitaba ve bu inanç sistemine hizmet ettiğini ve imanı
pekiştirdiğini sanıyorsa, bu tür bir psikolojik
bozgunun vicdanındaki ayak seslerini farketmelidir.
Pekişmek, yerine oturmak için insan kaynaklı bilimin söyleyeceği
sözü bekleyen iman, gözden geçirilmesi gereken bir imandır.
Kur'an, asıldır. Bilimsel teoriler ister ona uyarlar,
ister ters düşerler, farketmez.
Deneysel bilimin ortaya koyduğu gerçeklere gelince,
bunların alanı Kur'an'ın alanından farklı
ve başkadır. Kur'an bu alanı insan aklına
bırakmıştır. O bu alanda tam bir özgürlükle
çalışır ve deneylerinin
ulaştığı sonuçları ortaya koyabilir.
Üstelik Kur'an, bu aklı geliştirmeyi; onun
sağlığını,
sapmazlığını, esenliğini korumayı
üstlenmiş; onu saplantıların, masalların ve
hurafelerin baskılarından uzak tutmayı kendine görev
bilmiştir. Bunun yanısıra Kur'an aklın
sapmazlığını, serbestliğini, esenlik ve
faaliyet içinde yaşamasını garanti eden bir hayat
düzeni kurmaya çalışır. Kur'an bu noktadan sonra
aklı kendi alanında çalışmak üzere serbest bırakmış,
deneysel yöntemden yararlanarak göreli, pratik gerçeklere ulaşmasını
beklemiştir. Ayrıca Kur'an, sayılı birkaç
örnek dışında bilimsel gerçekleri gündeme
getirmemiştir. Bu istisnalara şunlar misal gösterilebilir:
Bu hayatın kaynağıdır ve bütün canlıların
ortak maddesidir. Bütün canlılar, erkek ve dişi türlerden
oluşmuş çiftlerden meydana gelir. Hatta kendi kendine
döllenen bitkiler bile erkek ve dişi hücreleri yapılarında
taşırlar. İşte Kur'an'ın ayetlerinde açıkça
belirtilen bunlar gibi birkaç tane daha bilimsel gerçek vardır.
Araya koyduğumuz bu açıklamadan sonra tekrar
okuduğumuz ayete dönerek onun asıl alanı olan inanç
sistemini yapılandırma ve hayata yön verme alanındaki
mesajlarını izleyelim:
"Sizi sınavdan geçirerek hanginizin daha iyi işler
yapacağınızı belirlemek için gökleri ve yeri
altı günde yaratan O'dur. Bu yaratılış süreci
sırasında O'nun Arş'ı su üzerinde idi."
Evet, "O, gökleri ve yeri altı günde yarattı."
Bu cümleden sonra anlam bakımından
varlıklarını hissettiren, fakat somut olarak
satırlar arasında yeralmayan, ama en son cümlenin
anlamlarına değinerek fiilen varolmalarını
gereksiz kıldığı birçok cümle vardır.
Buna göre ayetin genişletilmiş anlamı şöyle
olur: Allah, gökleri ve yeri bu süre içinde yarattı. Amaç,
göklerin ve yerin insan soyunun yaşaması için elverişli
ve donanımlı olmasıdır. O sizi yarattı ve
yerle göklerin yararlı taraflarını emrinize sundu.
O, bütün evrene tek başına egemendir. Amaç "sizi
sınavdan geçirerek hanginizin iyi işler
yapacağınızı belirlemek"tir. Ayeti
okurken edindiğimiz izlenime göre göklerin ve yerin altı
günde yaratılması, yüce Allah'ın evrenin tümü
üzerindeki kesin egemenliği ile birlikte, insanları
sınavdan geçirmek içindir. Bu ifade biçimi, sözkonusu
"sınavdan geçirilme" olgusunun konumunu
yüceltiyor, insanlara önemli oldukları ve geçirdikleri sınavın
da son derece ciddi olduğu mesajını veriyor.
Yüce yaratıcı, nasıl bu yeryüzünü ve
gökleri insan denen bu canlı türünün yaşamasına
elverişli imkânları ile donattı ise, bu canlı
türünü de çeşitli yeteneklerle ve güçlerle donattı.
Onun fıtratını, yapısal özünü evrene egemen
olan yasalarla uyumlu yarattı. Bunun yanısıra ona
hayat sürecinde bir serbestlik alanı tanıdı.
İnsan bu serbesti sayesinde doğru yola da sapık
yola da yönelebilir. Eğer doğru yolu seçerse Allah
kendisini destekler, elinden tutar; eğer eğri yolu
tercih ederse bu yolda da Allah'ın yardımından
yararlanır. Allah insanları sınavdan geçirerek
hangisinin daha iyi işler yapacağını
belirlemek üzere onları davranışlarında
serbest bırakmıştır. Bu sınavdaki
amacı insanların ne yapacaklarını öğrenmek
değildir. Çünkü O, onların ne yapacaklarını
baştan biliyor. Onları sınavdan geçirmekteki amacı,
davranışlarının işlenmiş halde
ortaya çıkmaları ve insanların O'nun iradesi ve
adaleti uyarınca bu davranışlarının
karşılıklarını almalarıdır.
Bundan dolayı bu hava içinde yeniden dirilişin,
hesaba çekilmenin ve davranışlara
karşılıklar biçilmesinin yalanlanması, tuhaf
ve şaşırtıcı bulunuyor. Çünkü sınavdan
geçirilmenin, göklerin ve yerin yaradılışı
ile bağlantılı, evrensel düzende varoluş
yasasında köklü bir yeri olduğu belirtilmiştir.
Bu yalanlayıcılar "düşüncesiz ve evrenin
oluşumunda gizlenen büyük gerçekleri kavrayamamış,
kimseler olarak görülüyorlar. Bu yüzden tuhaf gördükleri bu
gerçeklerle ansızın yüzyüze geliyorlar" ve
sürprizle karşılaşmanın paniğine
kapılıyorlar. Okuyoruz:
"Böyleyken eğer kâfirlere `Öldükten sonra
dirileceksiniz' diyecek olsan, `Bu iddia, apaçık bir büyüden
başka bir şey değildir' diyeceklerdir."
Ne kadar tuhaf, ne kadar garip ve ayetin daha önceki
cümlelerinde yapılan açıklamaların
ışığında ne kadar yalan, ne kadar
dayanaksız bir söz!
MÜŞRİKLERİN ŞAŞKINLIĞI
Müşriklerin ölümden sonraki dirilişe ilişkin
tutumları, bu olgunun evrensel yasalarla ilişkili
olduğundan habersiz oluşları dünya azabına
ilişkin tavırlarına benzer. Onlar dünya azabının
bir an önce gerçekleşmesini isterler, yüce Allah'ın