O |
Hucurat
|
O |
|
12- Ey inananlar! Zandan çok sakının. Zira
zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin
gizli şeylerinizi araştırmayın; biriniz
diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz
ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte
bundan iğrendiniz. O halde Allah'tan korkun, şüphesiz
Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.
Bu ayet ise, şerefli ve üstün olan toplumda kişilerin
haysiyeti, özgürlükleri ve kişilikleri etrafında bir
başka dokunulmazlık duvarı daha örmektedir. Bu
duvarı ayet, onlara duygularını ve
vicdanlarını nasıl temizleyeceklerini etkileyici ve
akıllara hayret verecek bir üslup içinde öğretirken
örmektedir.
Bu ayet surenin genel örgüsüne uygun olarak, şu sevimli
sesleniş ile başlamaktadır. "Ey
inananlar" Sonra ayet, bu üstün toplumun fertlerine
birçok zandan kaçınmalarını emretmekte ve
başkaları için içlerinde doğan zan, şüphe
ve kuşkuya kendilerini kaptırmamalarını
istemektedir. Kutsal ayet bu emrin sebebini "Zira
zanların bir kısmı günahtır."
şeklinde açıklamaktadır. Buradaki yasak
zannın çoğuna yönelik olup kural olarak bazı
zanlar günah olduğuna göre, bu ifadenin insanın ruhuna
bıraktığı ilham kötü zandan tamamen kaçınılmasıdır.
Çünkü insan hangi zannın günah olacağını
bilemez.
Kur'an-ı Kerim vicdanlara kötü zanla kirlenip de günaha
girmemesi için böylece temizler. Ve vicdanı her türlü düşünce
ve kuşkudan temiz kılıp uzak tutarak
yaratıldığı gibi bembeyaz lekesiz
bırakır. Böylece o vicdanın sahibi din
kardeşlerine kötü zannın
yıpratamıyacağı bir sevgi besler, şek ve
şüphelerin kirletemeyeceği bir duruluk kazanır,
endişe ve beklentilerin bulandıramayacağı bir
iç huzuru kazanır. Kötü zanlardan arınmış
bir toplumda yaşamak ne kadar huzurludur!
Ancak ne varki, bu durum islamda, bu parlak ve şerefli
noktada, yani vicdanların ve kalplerin eğitimi
noktasında kalmaz. Aksine bu ayet, insanların birbirleri
ile ilişkilerinde uyulması gereken bir prensip
getirirken, islamın tertemiz toplumunda yaşayan
insanların hakları çevresinde de bir koruma duvarı
örer. Dolayısı ile bu toplum da kişiler bir töhmetten
dolayı cezalandırılmazlar, bir şüpheden dolayı
yargılanmazlar ve insanların yargılanmalarında
zan asıl temel dayanak olamaz. Hatta, zan, insanlar
hakkında ya da çevreleri üzerinde kovuşturma için
bile gerekçe olamaz. Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun-
: "Bir zanda bulunduğun zaman
kovuşturmasını yapma" buyurur (Bu hadisi,
Harise b. Numan kanalı ile rivayet eder). Bunun anlamı,
insanlar sorguya çekildikleri şeyi işledikleri açıktan
açığa ortaya çıkan kadar suçsuz, hakları ve
özgürlükleri dokunulmaz kabul edilir demektir. Ve yine,
insanların çevrelerinde dönüp dolaşan zannı
kovuşturmak gayesi ile takip edilebilmesi için zan yeterli
gerekçe değildir.
İnsanların haysiyetlerini, haklarını,
özgürlüklerini ve şereflerini korumada bu ayetin
ulaştığı boyuta hangi sistem ulaşabilir?
Acaba demokrasi, özgürlük ve insan haklarını korumada
gözleri kamaştıran en güzel ülkenin bu uğurda
varmış olduğu son nokta, Kur'an-ı Kerim'in
iman edenlere bu çağırısı yanında hangi
seviyeye ulaşabilir? Nitekim islam toplumu gerçekten bu
prensip üzerine kurulmuş ve bu toplum bu prensibi önce
vicdanında gerçekleştirmiş sonra da hayata geçirmiştir.
Sonra yüce Allah toplumun garanti altına
alınması ile ilgili olarak zanlardan kaçınma ile
ilintili bir başka prensibe geçiyor. "Birbirinizin
gizli şeylerini araştırmayınız."
Kusur araştırmak, kötü zannı izleyen bir
hareket olabileceği gibi, onunla ilgisi olmadan
başlıbaşına eksikliği ortaya çıkarmak
ve insanın kötü durumlarını öğrenmek için
yapılabilir.
Kur'an-ı Kerim, ahlâkın ve kalplerin temizliği
hedefine uygun olarak bu aşağılık harekete ahlâki
yönden karşı koyuyor ve böylece başkalarının
kusurlarını araştırmak ve
fenalıklarını ortaya çıkarmak gibi
aşağılık yönelişlerden kalpleri
temizlemeyi hedef ediniyor.
Fakat bu mesele, etkisi açısından bundan daha uzak
boyuta sahiptir. Bu
aslında,
islamın sosyal sisteminde, yasama ve yürütme sisteminde
uyguladığı ana prensiplerden birisidir.
Elbette ki insanların, hiçbir durumda çiğnenemez ve
hiçbir halde dokunulamaz özgürlükleri, dokunulmazlıkları
ve haysiyetleri vardır.
Şerefli ve yüce islam toplumunda insanlar canları,
yuvaları, sırları ve ayıplarından emin
olarak yaşarlar. Hangi gerekçe ile olursa olsun, insanların
can, konut, gizli sırlar ve ayıp
dokunulmazlığı çiğnenemez. Hatta bir suçu
izleme ve kovuşturma izni islam düzeninde insanların
ayıplarını araştırmak için bahane olamaz.
Herkes dış görünüşüne göre değerlendirilir.
Dolayısı ile insanların içlerini kimsenin araştırmaya
hakkı yoktur. İnsanlar, ancak ve ancak dışa
vurdukları suçlar ve aykırı
davranışları nedeni ile
cezalandırılırlar. Hiçbir kimsenin birisi hakkında
zanda bulunmaya, tahmin yürütmeye hatta insanların gizlice
herhangi bir yasak hareketi yapıp
yapmadıklarını öğrenmeye ve bunun için onların
ayıplarını araştırmaya ve onları
yakalamaya hakkı yoktur. Yapabilecek tek şey vardır:
O da suçlunun suçu işlediği ve bunu açığa
vurduğu zaman, her suç için islamın getirdiği ve
belirttiği diğer garantiler eşliğinde
cezalandırılmasıdır.
Ebu Davut anlatır: Bize Ebu Şeybe oğlu Ebu Bekir,
ona da Muaviye, ona A'meş Vehb'in oğlu Zeyd'den
naklederek haber verir: Bir adam İbni Mesud a getirilir. Ona:
"Şu adam filancadır. Sakalından şarap
damlıyor" derler. İbni Mesud der ki: "Bizlere,
başkalarının kusurunu araştırmak yasak
edildi. Eğer bir kişi suçunu açığa vurursa
onu cezalandırabiliriz "
Mücahid de "Birbirinizin
gizli şeylerini araştırmayın" ayetini,
sizler için açığa çıkanı alın,
Allah'ın örttüklerini bırakın demektir diye açıklar.
İmam Ahmet Ukbe'nin katibi Düceyn'den nakleder: Düceyn
Ukbe'ye der ki: "Bizim şarap içen komşularımız
var. Ben polisi çağırıp bunları
yakalatacağım." Ukbe: "Böyle davranma, onlara
öğüt ver ve tehdit et onları" der. Düceyn öyle
yapar fakat komşuları şarap içmekten vazgeçmezler.
Bunun üzerine Düceyn yine Ukbe'ye gelir ve "Ben onları
içki içmemeye çağırdım fakat vazgeçmediler. Ben
polis çağıracağım, onları yakalasın
der. Bunun üzerine Ukbe: "Yazıklar olsun sana.
Sakın yapma! Çünkü ben Resulullah'ın şöyle dediğini
işittim: "Kim bir mü'minin ayıbını
gizlerse, sanki diri diri toprağa gömülmüş bir
kızı diriltmiş gibi olur"
Süfyan es-Sevri Sa'd oğlu Raşid'den, o da Ebu Süfyan
oğlu Muaviye den nakleder. Muaviye der ki: Ben Peygamber'i
şöyle derken işittim: "Eğer,sen
insanların ayıplarını
araştırırsan onları bozmuş ya da bozmaya
yaklaştırmış olursun." Ebu'd-Derda der ki:
"Hz. Muaviye'nin duymuş olduğu bu sözden yüce
Allah kendisini faydalandırsın."
İşte ayet, islam toplumunun temel sisteminde yer
almak için yolunu tutmuş ve sadece vicdanları süslemek
ve kalpleri temizlemekle kalmamış, aksine
insanların dokunulmazlıkları, hakları ve
özgürlükleri etrafında bir koruyucu duvar olmuştur.
Artık onlara yakından veya uzaktan herhangi bir bahane
veya perde altında dokunulamamıştır.
Bu ileri görüşlülük ve yüksek ufuk nerede?
Bindörtyüz sene sonra, dünyanın demokraside, özgürlükte
ve insan haklarını korumada en ileri olan ülkesi nerede?
Bundan sonra, Kur'an'ın eşsiz bir şekilde ortaya
koyduğu hayret verici bir üslup içinde dedi-kodu
yasaklanması geliyor:
"Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin.
Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi?
İşte bundan iğrendiniz: '
Birbirinizi çekiştirmeyiniz. Sonra yüce Allah öyle bir
sahne sunuyor ki bizlere, en kaba gönüller ve en az duyarlı
ruhlar bile bu sahneden, çekinir ve tiksinir. Bu sahne kardeşinin
etini yiyen bir kardeşin tablosudur... Ölü kardeşinin
eti... Sonra yüce Allah, onlardan önce davranarak, tiksinti
uyandıran bu hareketten onların
hoşlanmadıklarına göre çekiştirmekten de
hoşlanmıyacaklarını ediyor.
Ayette insanlara yasak etmiş olduğu kötü zan, ayıp
araştırma, dedi-kodu takva duygusunu coşturma ile,
bu gibi günahlardan işleyenlerin rahmet arzusu ile derhal
tevbeye koşmalarını tavsiye izliyor. "Allah'tan
korkun. Şüphesiz ki Allah tevbeyi çok kabul eden, çok
esirgeyendir." Bu ayet de, müslümanlar topluluğunun
hayatına nüfuz ediyor ve insanların
dokunulmazlığı etrafında bir duvara kalplerde
ve gönüllerde de derin bir edeb kuralına dönüşüyor.
Bu dedi-kodu konusunda Resulullah -salât ve selâm üzerine
olsun- da Kur'an'ın iğrenç gıybetin görüntüsünden
korku, tiksinti uyandırmada akıllara durgunluk veren
üslubuna uygun olarak çok titiz davranırdı.
Ebu Davud'un naklettiği bir hadiste, Ka'nebi'den, o
Muhammed oğlu Abdulaziz'den, o Ala'dan, Ala babasından,
babası da Hz. Ebu Hüreyre'den şu hadisi nakleder:
Peygamber'e "Gıybet nedir ya Resulallah?" diye
sorulur. Resulullah "Gıybet din kardeşini
hoşlanmıyacağı bir şeyle anmandır"
deyince, peki "Ya söylediğim nitelikler kardeşimde
varsa?" diye sorulunca, Resulullah -salât ve selâm üzerine
olsun- "Eğer söylediğin nitelikler onda varsa onu
gıybet etmiş olursun, eğer söylediklerin onda
yoksa, ona iftira etmiş olursun" buyurur. (Bu hadisi
Tirmizi rivayet eder ve sahih olduğunu bildirir)
Ebu Davut, Müsedded, Yahya, Süfyan, Akmar oğlu Ali, Ebu
Huzeyfe, Hz. Ali senet zinciri ile şu hadisi bizlere
nakleder: Hz. Aişe der ki: Resulullah'a "Safiyye'nin
şöyle şöyle olması sana yeter" dedim. (Müsedded'in
rivayetine göre boyunun kısalığını
kastetmişti) Bunun üzerine Resulullah "Öyle bir söz
söyledin ki, şayet denizin suyuna
karıştırılsa idi onu
bulandırırdı" buyurur. Hz. Aişe der ki:
Resulullah'a birisini anlattım da bana dedi ki:
"Başıma şu şu hallerin geleceği
tehdid edilirken bir başka insanın durumundan söz
edilmesini sevmem."
Yine Ebu Davut, Malik oğlu Enes'ten nakleder ve der ki:
Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- der ki: "Miraca
çıktığım gece, bakırdan
tırnakları olan ve yüzlerini göğüslerini tırmalayan
bir topluluk gördüm. "Bunlar da kim ey Cebrail?" dediğimde,
bana "Bunlar insanların etlerini yiyen ve haysiyetlerine
dil uzatanlardır" dedi."
Maiz ve Gamidiye, birlikte zina ettiklerini itiraf edince, bu
suçlarını hiçbir zorlama olmaksızın kendi
arzuları ile ikrar edip Resulullah'a kendilerini temizlemesi
için direttiklerinde, Resulullah da onları recm ederek idam
eder. Sonra Peygamber birisinin, arkadaşına: "Gördün
mü şu Allah'ın günahını örttüğü,
fakat nefsini köpekler gibi recm edilmesine yol açtığı
kimseyi?" dediğini işitir. Resulullah bir süre
yürüdükten sonra, bir merkep leşine rastlar ve
"Filanca ile filanca neredeler?" diye sorar. Sonra bu
kişilere, "İninde şu merkep leşinden
yiyin bakalım" der. Onlar: "Allah
bağışlasın seni ey Allah'ın Resulü. Hiç
yenir mi bu?" deyince, Resulullah "Biraz önce kardeşinize
yaptığınız hakaret bunu yemekten daha
beterdir, kudret eli ile yaşadığım yüce
Allah'a yemin ederim ki, onlar şu anda, o cennet
ırmakları içerisinde yüzüyorlar" der. (İbni
Kesir tefsirinde rivayet eder ve isnat zinciri için sahihtir der)
İşte böyle değişmez, sürekli bir tedavi
ile islam toplumu temizlenmiş ve yücelmiş ve
bulunmuş olduğu noktaya yeryüzünde yürüyen bir düş,
tarihin koynunda gerçekleşmiş bir ideal olma
noktasına ulaşmıştır. ..
İman edenlere yapılan bu tekrar tekrar
seslenişlerden, onları sosyal ve psikolojik
eğitimin yüce ve parlak ufkuna yükselttikten sonra...
İnsanların haysiyetleri, özgürlükleri ve dokunulmazlıkları
etrafında güçlü garanti duvarlarını ördükten
sonra... Ve bütün bunları da onların ruhlarında
harekete geçirilen "duyarlılık" ve yüce
Allah'ı O'nun korkusunu bilme ile garanti altına
aldıktan sonra... Kur'an-ı Kerim, bu yüce ufka kurmuş
olduğu şu basamaklardan sonra, renk renk ve cins cins
insanlığın tümüne seslenerek, onları bir tek
kök ve bir ölçüye bağlıyor. Ki bu yüce ufka
yükselen bu seçilmiş insan topluluğu bu bir tek kök
ve tek ölçü üzerinde durmaktadır.
|
|
O |
|
O |
|