Bu kardeşliğin gereği olarak müslüman toplumda
asıl olan kural sevginin, barışın,
yardımlaşmanın ve birliğin olması
anlaşmazlık ve çatışmanın ortaya çıkar
çıkmaz asıl kurala döndürülmesi gereken istisnai bir
durum olmasıdır. Ve yine müslüman toplumda aslolan,
yukardaki temel kuralın topluma yerleştirilmesi
uğruna öteki mü'minlerin haddi aşan kardeşlerini
aynı safa döndürmek için ve sapıklığı
asıl ve temel kurala döndürerek ortadan kaldırmak için,
kardeşleri olan haddi aşanlara karşı
savaşmalarının meşru olmasıdır. Bu
da kesin ve aynı zamanda da kararlı bir işlemdir.
Yine bu kuralın gereği olarak, bu arabulma
savaşında yaralananlar hemencecik öldürülmezler ,
hiçbir esir öldürülmez, savaşı bırakıp
silahını atarak geri kaçanlar kovalanmazlar. Haddi aşanların
malları ganimet olarak alınmaz. Çünkü onlarla savaşmaktan
gaye, onları öldürmek değildir. Aksine kendilerini müslümanların
safına çekmek ve islam kardeşliği
sancağının altına getirmektir.
İslam milletinin sisteminde asıl kural bütün
müslümanların yeryüzünde bir tek önderliği
olması, bir halifeye biat edilince ikinci halife ile
savaşmanın gerekli olmasıdır. Bu ikinci halife
yanındaki savaşçılarla birlikte asıl
halifenin yönetimindeki mü'minler tarafından yoldan çıkmış
bir savaş hedefi olarak kabul edilir. Bu kurala dayanarak Hz.
Ali Cemel ve Sıffin savaşlarında karşı
gelenlerle savaşmış ve onunla birlikte ileri gelen
sahabeler de bu savaşa katılmışlardır.
Aralarında Sa'd, Mesleme oğlu Muhammed, Zeyd oğlu
Üsame, Hz. Ömer in oğlu Abdullah gibi bazı
kişilerin de bulunduğu sahabeler bu savaşa
katılmamışlardır. Ya o zamanlar hakkın
hangi tarafta olduğunu kesin olarak görüp değerlendirememişler
ve bu savaşı fitne kabul etmişler, ya da İmam
Cassas'ın da dediği gibi, İmam Ali'nin beraberinde
olanlarla yetinebileceğini, arkadaşları sebebi ile
kendilerine ihtiyacı olmadığını düşünmüşler
bu yüzden de savaşa katılmamayı
yeğlemişlerdi. Ancak birinci şık daha
ağır basmaktadır. Sahabenin naklolunan bazı sözleri
bunu göstermektedir. Nitekim Hz. Ömer'in oğlunun Hz. Ali
ile birlikte savaşmadığına pişman
olduğu yolundaki sözleri de bu ihtimalin ağır
bastığını göstermektedir.
Asıl kural böyle olmakla birlikte, Kur'an'ın bu
ayetini bütün haller için, hatta -çeşitli islam
ülkelerinde iki veya daha çok halife olduğu kural
dışı hallerde bile ki bu haller zaruret hali olup
kural dışıdır- böyle kural dışı
haller için de işletmek mümkündür. O halde,
müslümanlara düşen görev: Asiler bir halifeye karşı
çıkmışlar ise bir tek halifenin etrafında
birleşip asilerle çarpışmaktır. Ve yine
asiler halifeye karşı isyan etmemişler fakat onun yönetimi
altında bir zümre diğer zümreye karşı haddi
aşmış ise yine asilere karşı çarpışmaktır
müslümanların görevi. Ve yine bunun gibi müslümanların
görevi: Kural dışı olan birden çok önderlerin
bulunduğu durumlarda, asiler birden çok önderden birisine
karşı geldiğinde, müslümanların asiler zümresine
karşı biraraya gelip, onları Allah'ın emrine döndürünceye
kadar çarpışmalarıdır. İşte Kur'an
ayeti tüm şartlar ve durumlarda böyle işletilir.
Açıkça görülüyor ki bu sistemin, yani anlaşmazlıkları
hakeme giderek çözme sisteminin, asi gruplarla yüce Allah'ın
emrine dönünceye kadar çarpışmaya sisteminin,
insanlığın bu yolda sarfettiği tüm
çabalardan önceliği vardır. Bu sistem mükemmel ve her
türlü ayıp ve noksanlıktan uzaktır. Bu mükemmellik
ve ayıptan uzaklık insanoğlunun her türlü, acı
tecrübelerinde, uğraştığı sefil ve
noksan girişimlerinde açıkça görülmektedir. Ayrıca
bu sistemin bunlardan başka temizlik, emanet ve mutlak adalet
gibi nitelikleri vardır. Çünkü bu konuda hiçbir arzu ve
hevesin bulaşmadığı, hiçbir noksanlık ve
kusurun nüfuz etmediği yüce Allah'ın emrine, hakem
olarak gidilmektedir. Fakat zavallı insanlık, önünde
hazır, doğru ve apaçık yol dururken, eğri
yola sapıyor, doğru yolu bırakıyor,
ayağı sürçüyor ve kayıyor.