Bundan önce birinci sesleniş, önderliği ve
emir alınacak kaynağı belirtiyordu. İkinci
sesleniş, önderliğe karşı
takınılması gereken saygı ve terbiyeyi
belirtiyordu. Gerek birinci ve gerekse ikinci sesleniş, bu
surede yer alan tüm yönlendirme ve yasamaların esas ve
temelini oluşturmaktadır. O halde mü'minlerin almış
oldukları haberlerin kaynağı mutlaka açık
olmalı, kumanda yeri belirtilmeli ve ona saygı gösterilmeli
ki, bundan sonra yapılacak yönlendirmelerin bir değeri,
bir ağırlığı ve itaat değeri
olabilsin. Dolayısı ile bu üçüncü sesleniş
gelmekte ve mü'minlere haberleri nasıl
alacaklarını ve onları nasıl
değerlendireceklerini açıklamakta ve haberin mutlaka
kaynağından araştırılmasının
gerektiğini belirtmektedir:
"Ey inananlar! Size fasık (yoldan çıkmış)
bir adam bir haber getirirse onun doğruluğunu
araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa
karşı kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza
pişman olursunuz."
Yüce Allah burada emrini fasıkın. getireceği
haberin araştırılmasına özel kılıyor.
Çünkü onun getirdiği haberin yalan olması muhtemeldir.
Sonra, islam toplumunda o toplumu oluşturan kişilerin
arasında birbirlerine iletmiş oldukları her haber
konusunda bir şüphe yayılmaması gerekmektedir.
Yoksa müslümanlar arası bilgi akımı felç olmaya
yüz tutar. İnanmış bir toplumda asıl olan,
fertlerinin güvenilir ve birbirlerine iletmiş oldukları
haberlerin inanılır ve kabul edilir olmasıdır.
Oysa fasık, getirmiş olduğu haberin
doğruluğu ortaya çıkana kadar şüphe altındadır.
Ve bu prensip ile toplumun durumu düzgün hale gelir, kendisine
ulaşan haberi alıp reddetmekle orta yolu bulur toplum.
İslam toplumu bir fasıkın getirdiği habere
dayanarak, hemen acele ile o haberin gereğini yapmaya
kalkışmaz. Çünkü bilmeden ve acele ile o topluma
zarar verebilir. Sonra da yüce Allah'ı gazaplandıran
bir hareketten ve acele ile Hak ve Adaletten
uzaklaşmasından dolayı pişmanlık
doğar.
Tefsir bilginlerinin çoğuna göre bu ayet, Ebu Muyat'ın
oğlu Ukbe oğlu Velid hakkında inmiştir.
Resulullah onu Mustalık oğullarının
zekatını toplamak için göndermişti. İbni
Kesir der ki: Mücahit ve Katade derler ki: Resulallah Ukbe oğlu
Velid'i, Mustalık oğullarına zekatlarını
toplamak üzere gönderdi. Onlar Velid'i zekatları ile
birlikte karşıladılar. Fakat Hz. Velid geri döndü
ve: "Ya Resulallah Mustalık oğulları, seninle
savaşmak üzere toplanmışlar" dedi. (Katade'nin
rivayetinde ayrıca onların islamdan döndükleri de vardır.)
Bunun üzene Resulullah Hz. Halid b. Velid'i onlara gönderdi. Ve
kendisine durumu inceleyip acele etmemesini emretti. Hz. Halid
yola çıkar, geceleyin oraya varır ve gözcülerini
gönderir. Gözcüler geri dönünce Hz. Halid'e, Mustalık
oğullarının islama bağlı
olduklarını onların ezanlarını ve
namazlarını duyduklarını haber verirler. Sabah
olunca Hz. Halid kendisi bizzat Mustalık oğullarına
gider. Ve orada hoşuna giden şeyler görür. Hz. Halid
Resulullah'a döner ve haberi ona iletir. Bunun üzerine yüce
Allah bu ayeti indirir. Katade der ki: Resulullah der ki: "Tedbirli
davranmak Allah'tan, acele ise şeytandandır."
İbni Kesir'in tefsirinde yer alan ifade budur. Seleften bir
çokları, İbni Ebi Leyla, Roman oğlu Yezid, Dahhak
Hibban oğlu Mukatil başta olmak üzere daha birçoklarına
göre, bu ayet Ukbe oğlu, Velid hakkında inmiştir.
Doğrusunu Allah bilir. (İbni Kesir'in tefsirindeki
ifadesi burada son buluyor).
Bu ayetin anlamı geneldir. Ayet fasık olan birinin
getirdiği haber karşısında, o haberi süzgeçten
geçirmeyi ve tedbirli davranmayı içermektedir. Görevlerini
tam olarak yapan doğruların getirdikleri haber ise hemen
alınır. Çünkü müslüman toplumda asıl olan bu
prensiptir Ve fasıkın getirdiği haber bunun
istisnasıdır. Görevlerini tam yapan doğru
kimselerin haberini almak ise, tedbirli davranmak prensibinin bir
parçasıdır. Çünkü doğru kişi haber
kaynaklarından birisidir. Bütün kaynaklardan ve bütün
haberlerden şüphe etmek ise mü'min toplum arasında
uyulması şart kılınan güven prensibine aykırıdır.
Hayatın akışına ve toplum içinde düzenin sağlamasına
engeldir. Halbuki islam, hayatı doğal
akışı içinde gitmesi için serbest bırakmış
ve baştan koymuş olduğu garantileri ve tedbirleri
hayatı engellemek için değil aksine korumak için
getirmiştir. Bu, haber kaynakları üstüne bir genelleme
ve istisna örneğidir.
Öyle görülüyor ki, Ukbe oğlu Velid'in getirdiği
ilk haberden dolayı birtakım müslümanlarda bir
fevrilik belirmiş ve hemen Resulullah'a çabucak onları
cezalandırmasını tavsiye etmişlerdir. Bunun
sebebi, bu zümrenin Allah'ın dinine düşkünlükleri ve
zekatın verilmemesinden dolayı duydukları
kızgınlık idi. Bu ayeti izleyen ayet, onlara
muazzam gerçeği ve aralarında yaşayan büyük
nimeti hatırlatmaktadır. Ki onun değerini
anlasınlar ve onun varlığına karşı sürekli
uyanık bulunsunlar...
"Bilin ki Allah'ın elçisi içinizdedir."
Bu kolayca anlaşılabilecek bir gerçektir.
Çünkü o pratikte meydana gelmiş ve herkes tarafından
görülmüştür. Fakat insan ince düşünürse bu
gerçek öyle görkemli gözüküyor ki nerede ise anlaşılamayacaktır.
Gökyüzünün sürekli, canlı ve izlenen bir bağ ile
yeryüzüne bağlanmasını ve gökyüzünün
yeryüzü ile konuşmasını ve yeryüzündekilere
durumlarını ve açığa vurdukları ile
gizlediklerini bildirmesini ve attıkları
adımlarını sıra ile peşi peşine düzeltmesini
kendileri ve işleri hakkında onlara tavsiyelerde
bulunmasını bir insanın anlayabilmesi kolay bir
şey midir?.. Birisi bir iş yapınca, bir
başkası birşey söyleyince, bir diğeri
birisine sır verince bir de ne görsün gökyüzü ona bakıyor,
yüce Allah olup biteni Peygamberine haber veriyor ve ona yapacağı
ve olup biten şey hakkında söyleyeceği
şeyleri telkin ediyor. Bu çok önemli bir durumdur. Bu
muazzam bir haberdir. Bu müthiş bir gerçektir. Bunlar
önünde hazır olarak bulan kimse belki gerçeğin
muazzamlığını hissetmeyebilir. İşte
bu gerçeğin varlığına uyarı bu üslup
içinde gelmektedir: "Bilin ki Allah'ın elçisi
içinizdedir." Yani bunu bilin ve bunun gerçek değerini
vererek değerlendirin. Çünkü bu büyük bir olaydır.
Bu muazzam olayı bilmenin bir gereği olarak,
Allah'ın ve Peygamberinin önüne geçmemeleri gerekir. Fakat
yüce Allah, bu emrine açıklama ve güç katıyor. Ve
onlara, Resulullah'ın Allah'ın ilhamı veya vahyi
ile onlar için bulmuş olduğu çözümün kendilerine
daha hayırlı, rahmet ve kolaylık olduğunu
haber veriyor. Ve Resulullah onların kendileri için hayırlı
olarak gördükleri hususlarda kendilerine uyarsa, sıkıntıya
düşeceklerini ve durumun kendileri için çok zor olacağını
bildiriyor. Çünkü yüce Allah kendileri için hayırlı
olan şeyi onlardan daha iyi bilir. Ve O'nun Peygamberinin
kendileri için uygun görüp tercih ettiği şey onlar için
rahmettir.
"Şayet o birçok işte size uysaydı
sıkıntıya düşerdiniz."
Bu ifade, kendilerinin bütün işlerini Allah'a ve O'nun
Peygamberine bırakmaları, hep birden itaat ve
teslimiyete girmeleri ve yüce Allah'ın takdir ve idaresine
teslim olmaları ve emirleri O'ndan almaları ve O'na
karşı bir öneri getirmemeleri iması vardır.
Sonra yüce Allah, kendilerine bahşetmiş olduğu
iman nimetine yöneltmektedir onları. Ve kalplerini iman
sevgisi ile harekete geçirmekte ve onlara imanın güzellik
ve üstünlüğünü açıklamakta ve ruhlarını
imana bağlamakta ve onlara küfür, fasıklık ve günahı
çirkin göstermektedir. Ve bütün bunlar da yüce Allah'ın
rahmeti ve ihsanının bir neticesi olmaktadır.
Yüce Allah'ın, göğüslerini imana açmak ve
kalplerini ona karşı harekete geçirmek ve imanı
kendilerine güzel gösterip de ruhlarının imana can
atması ve imandaki güzellik ve hayrı görmesi için
seçmesi... Evet bu seçme yüce Allah'tan bir ihsan ve nimettir.
Ve her ihsan ve her nimet bu ihsan ve nimetten daha aşağıdır...
Hatta aslına bakılırsa, varlık ve hayat nimeti
bile özünde iman nimetinden daha değersiz ve daha
aşağıdır. İlerde inşaallah yüce
Allah'ın "Tersine size imanı nasip ettiği için
Allah sizi minnet altında bırakır." (Hucurat
Suresi,17) sözü gelince bu ihsan hakkında
ayrıntılı açıklamalarda
bulunacağız.
Burada insanın dikkatini çeken şey, kendileri için
bu hayrı dileyenin yüce Allah'ın bizzat kendisi
olduğunu ve kalplerini şu küfür, fasıklık ve
isyan şerrinden kurtaranın da kendisi olduğunu
onlara hatırlatmasıdır. Ve kendisinden bir ihsan ve
nimet olmak üzere böylece onları doğru yola ermiş
kılanın kendisi olduğunu onlara
hatırlatması ve bütün bunların kendi ilmi ve
hikmetinin bir eseri olduğunu bildirmesidir. Bu gerçeğin
ifadesinde, onlar için yüce Allah'ın yönlendirmesine ve
idaresine teslim olmaları ve kendileri için hayır ve
bereketi bu teslimiyetin gerisinde beklemeleri ve yüce Allah
kendileri için bir şey tercih etmeden, kendileri için hayırlı
zannettikleri bir şeye hemen atılma aceleciliğine düşmemeleri
ve O'na karşı öneride bulunmaktan vazgeçmenin ilhamı
vardır. O halde onlar için hayırlı olanı yüce
Allah tercih eder ve Resulullah aralarında ellerinden tutar
ve kendilerini hayra ulaştırır. Bu ifadenin
getirilişinde asıl istenilen yönlendirme budur.
İnsan adımlarının gerisinde neler
olduğunu bilmeden acele eder. İnsan öneride bulunduğu
şeyde hayır nedir şer nedir bilmeden, kendisi ve
başkası için teklifte bulunur. "Gerçekten
insan pek aceleci ve pek fevridir. İnsan iyiliğe
kavuşması için dua ettiği gibi, aynı yönelişle
başına kötülük gelsin diye de dua eder. Gerçekten
insan pek aceleci, pek fevridir." (İsra Suresi, 11) Halbuki
insanoğlu, yüce Allah a teslim olsa ve tüm olarak
teslimiyet ve itaata girse ve yüce Allah'ın kendileri için
tercih etmiş olduğu şeyden hoşnut olsa, yüce
Allah'ın tercihinin kendi tercihinden daha üstün olduğuna
gönülden inansa ve yüce Allah'ın daha merhametli ve daha
yararlı olduğunu bilse rahat edip huzur bulur. Ve bu
gezegen üzerindeki şu kısa yolculuğuna gönül
huzuru ve hoşnutluk içinde devam eder... Fakat bu da yüce
Allah'tan bir ihsan ve dilediğine bahşetmiş
olduğu bir iyiliktir.